18 Nisan 2016 Pazartesi

İKİ SORU


Türkiye 1920’den bu yana işgal ve saldırı görmedi. İkinci Dünya Savaşı sırasında ülkeyi yönetenlerin basireti ve geleneksel diplomasiye bağlılığı sayesinde, dünyanın belli başlı yerleşim yerleri tahrip olurken, bizim kentlerimize tek bir bomba düşmedi.

Aslında bir ülkenin geniş zaman aralıklarıyla değerlendirilmesi gereken hayatında çok uzun bir dönem bu. Kore Savaşı (1950-1953) ve Kıbrıs çıkarması (1974) gibi dış savaşları saymazsak, geriye doğru baktığımızda, neredeyse yüz yıla yaklaşan bir barış süreci görüyoruz.

Bu sürecin sonuna gelindiği ve ülkenin her türlü dış saldırıya açık hale geldiği görülüyor.

Bazı arkadaşlarla konuşurken en sık karşılaştığım iki soru şu: “Amerika Türkiye’yi niye bölmek istesin?” ve “Kürtler Türkiye’den vazgeçerler mi?”

Birincisini soranlara, günümüzde emperyalizmin az gelişmiş ülkeler için çok farklı bir programı olduğunu söylüyoruz. Bu ülkelerin büyük miktarda kaynak kullanan, teknoloji üreten; gümrük mevzuatı, iddialı orduları, gelişmiş bürokrasisi, jeopolitik stratejileri olan devletler halinde varlıklarını sürdürmelerine artık imkân vermiyorlar. Bu imkânı elde etmek için emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi vermek ve bu mücadeleyi kazanarak gelişmiş ülkeler kategorisinde yer almak, yani bir ulusal devrim yapmak gerekiyor.

Aslında Soğuk Savaş döneminde de böyleydi ancak o dönemin yeni-sömürgeciliği, devletlerin bir blok içinde kısmen bağımsız olmalarına, hatta kendi halklarına belirli ölçülerde sosyal refah sağlamalarına izin veriyordu. Günümüzde buna gerek duymuyorlar. Çünkü dikkate almaları gereken bir rakip sistem (sosyalizm) yok.

Bize sürekli olarak, “Siz bir İslam ülkesisiniz, Türk değil bir etnik bulamaçsınız, bulamacın her bir unsuruna federatif özerklik vererek demokrat olabilirsiniz vs” demelerinin nedeni budur. Küresel kapitalizmin uysal, her şeyi kayıt altına alınmış, kendi başına düşünme ve davranma gücü olmayan şahsiyetsiz bir parçası olmamızı, üniter devletsiz tek bir büyük serbest piyasaya dönüşmemizi istiyorlar. Yoksa ABD ya da emperyal Batı “spor olsun” diye bizim bölünmemizi istiyor değil; “küresel” sistemleri bunu gerektiriyor.

Kürtlere gelince; normal bir Kürt aile reisinin Türkiye’den vazgeçip Amerikan üsleriyle donatılmış kanton koridorlarında savaş ağalarının tahakkümü altında ezilmek ya da aşiret göreneklerine tabi olarak yaşamak istemesi için; ya da bütün bölgeyi ateşe verecek kanlı çatışmaların sonunda emperyalizmin sömürgesi olan bir toprak parçası edinmek gibi bir ideali benimsemesi için deli olması gerekir. Ancak hükümetin de bu deliliğe sebebiyet vermemek için PKK’yi imha ederken, Kürt kökenli yurttaşları kapsayan modern bir sosyal politika uygulamayı becerebilmesi, ümmetçi/Sünni kuşatma siyasetini terk etmesi gerekir.

AKP, temellerini henüz sökemediği eski rejimi önemli ölçüde yıktı, fakat kendi rejimini henüz kuramadı. Türkiye’nin bölünme, iç ve dış savaş tehlikelerine tam da böyle bir kararsızlık halinde yakalanmış olması talihsizliktir. Demek ki sorun, son tahlilde, siyasi iktidar ve rejim sorunudur. 

Yavuz ALOGAN
Aydınlık / 22.04.2016