10 Nisan 2016 Pazar

Rejim sorunu


Çözümleme yapabilen, durumun farkında olan herkesin üzerinde birleştiği nokta şu: 

Türkiye’nin saplandığı şiddet bataklığından çıkabilmesi ve bölünme tehlikesinden kurtulması mevcut iktidarın komşularıyla yakınlaşmasına, ittifak kurmasına bağlı.

Peki AKP ve özellikle de Saray bunu yapabilir mi? 

Yapması gerektiğini anlıyor elbette, nitekim bazı sinyaller de veriyor. Mesela “Ey, Esed!” diye başlayan cümleler kayboldu; Başbakan İran’a gitti; Rusya’yı hedef alan ifadeler azaldı. Mülteciler ve PYD’nin desteklenmesi gibi konularda Batı’yla zıtlaşmalar arttı (Ey, Amerika! Ey, Avrupa! vs).

Fakat karşı taraf bu sinyalleri değerlendirerek ittifaka girecek ölçüde güven duyabilir mi? 

Mesela Esad’ın, bunca düşmanlık yapmış birine; İran’ın, bölgede Sünni nüfuz alanı yaratmayı “stratejik derinlik” sanan bir başbakana; Rusya’nın ise uçağını neredeyse kasten düşürüp hemen NATO’ya sığınan bir ülkeye güvenmesi mümkün mü?

Denebilir ki dış politikada ülkeler kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. Elbette yaparlar ama bunun için herhalde asgari düzeyde güven duymaları, karşı tarafta bir tutarlılık ve istikrar bulmaları gerekir. Hükümet ansızın hidayete ererek Rusya, Suriye, İran, Irak, Lübnan’a ittifak için yalvarsa bile, karşı tarafın mesafeli davranacağı açıktır. Dolayısıyla, komşularla sorunların azaltılması bu saatten sonra ancak Batı’nın belirleyeceği ölçüler içinde gerçekleşebilir. Hükümet dış politikada inisiyatifini kaybetmiştir.

Türkiye elbette Batı’yla ilişkilerini sürdürerek Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girmeli, BRICS ülkelerine katılmalı, AB’nin kapısına bağlı kalmaktan kurtulmalı, İncirlik mutabakatını bozmalı, İzmir’deki NATO karargâhını kapatmalı ve bu askeri ittifakla ilişkisini komşularına, özellikle de Rusya’ya güven verecek bir düzeye indirmelidir.

Ancak bu türden radikal girişimleri Saray’ın ve AKP’nin yapabilmesi için vakit biraz geç. Daha itibarlı, daha güvenilir, kitle tabanı daha sağlam ve devrimci bir iktidar ancak bu türden değişimleri gerçekleştirebilir. Batı basını Saray’a “topal ördek” muamelesi yapmaya başladı; gidici olduğunu düşünüyorlar. Putin de Türkiye’de “sürünen İslamcılık”tan, “Atatürk’ün kemiklerinin sızladığı”ndan söz etmişti.

PKK sorununu da ancak ülkenin fabrika ayarlarıyla oynamayan farklı bir iktidar çözebilir. Artan şiddeti kendi diktatörlüğüne bahane olarak kullanan, “terör” tanımıyla oynayarak her türlü muhalif sesi bastırmaya çalışan, toplumun başına gerici bir anayasa çorabı örmek için türlü cambazlıklara hazırlanan bir iktidardan ne şiddet sorununu çözmesi, ne komşularıyla barışması, ne de yeni bir ittifak sistemi içinde yer alması beklenebilir. Her olayı ve her unsuru kendi iktidarını pekiştirmek için kullanacaktır. Tabiatı, niteliği, fıtratı bunu gerektiriyor.

En genelde duruma baktığımız zaman, ülkemiz bir şiddet sarmalının içinde, tıpkı I. Dünya Savaşı öncesini andıran bir konumda görünüyor. O zamanki iktidarın yanında hiç olmazsa Almanya ve Avusturya-Macaristan gibi stratejik müttefikler vardı. Bunların yanında hiç kimse yok. Öyle bir dış politika izlediler ki NATO bile Rusya’yla muhtemel bir savaşta Türkiye’yi desteklemeyeceğini, PYD’yi müttefik olarak gördüğünü neredeyse davul çalarak ilan etti.

Müttefiklerimiz bizi bölmeye çalışırken ittifak kurmamız gereken güçleri karşımıza almışız. Üstelik bu muhteşem diplomasi garabetinin mimarı, “Ben gidersem devlet yıkılır,” demeye başlamış. Sanırsınız XIV. Louis; “devlet benim” demeye getiriyor. Onun devlet olabilmesi bizim ümmet olmayı kabullenmemize bağlı. Biz ümmet olduktan sonra komşularla ilişkilerimiz şöyle ya da böyle olmuş, ne fark eder? Türkiye’nin sorunu rejim sorunudur.


Yavuz ALOGAN
Aydınlık / 19.03.2016