Rus uçağı düşürüldüğünde ilk duyuruyu Saray yaptı, hükümet hemen NATO’ya başvurdu. İktidar partisinin kurmay heyeti bu olayı uluslararası gerginliğe dönüştürerek kendi konumunu güçlendirmeye çalıştı.
Aslında bu yeni değil. İktidara geldiklerinden beri, ülke içinde tam bir hegemonya kurabilmenin ABD ve AB’yi bir şekilde bağlayarak mümkün olabileceğini biliyorlardı. NATO için önemli bir askeri müttefik olmak, AB’yle mülteci sorunu vs konularda özel anlaşmalar yapmak, batının Türkiye’deki gericileşmeye, giderek tek parti sisteminin yerleşmesine sessiz kalmasını sağlayabilirdi.
BOŞLUKLARI DOLDURMAK
Aslında bunun teorik temelleri de vardı. Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında Soğuk Savaş sonrası durum şöyle analiz edilir:
“NATO’nun doldurmaya çalıştığı jeopolitik boşluk alanlarının aynı zamanda tarihi Osmanlı/Türk-Rus/Sovyet/Rus rekabet hatları olması sebebiyle, NATO-Rusya ilişkilerinde doğabilecek bunalımların Türk-Rus ilişkilerine yansıma riski hâlâ yüksektir” (age, Küre Yayınları, s. 240). Ancak bu risk önemli bir imkân da sağlamaktadır: “Türkiye NATO üyeliğinden kaynaklanan ve Rusya’nın boşalttığı jeopolitik boşluk alanlarına yönelme imkânı tanıyan konjonktürü dengeli ve rasyonel bir tarzda değerlendirmek zorundadır” (agy).
Hiçbir zaman bağımsızlıkçı bir çizgi izlemediler. Eskiden “alt emperyalizm” denilen bir tür taşeronlukla iktidarlarını güçlendirmek istediler. Güneyde bir Sünni nüfuz alanı oluşturma çabası içinde “terör”ü aşırı ve fırsatçı biçimde destekledikleri için Batı’yla araları bozuldu. Şimdi düzeltmeye çalışıyorlar.
Batı’dan gelen tepkiler karşısında güneye doğru genişleme özlemlerinden vazgeçerek Türkiye’nin jeostratejik konumunu, yine ülke içinde tam bir hegemonya kurmak için kullanmaya karar verdikleri görülüyor. NATO’nun çevreleme (containment) stratejisinin bir parçası olmak ve güneyde Kürt Koridoru’nun tamamlanmasına göz yummak, iktidarda kalmalarını, seçimlerle ve referandumlarla gerçekleştirmeyi amaçladıkları rejim değişikliğine Batı’nın razı olmasını sağlayabilir.
KAFKASYA CEPHESİ
ABD’nin ve müttefiklerinin Rusya ve Çin’i çevreleme çabasında, ki buna emperyalistler arası rekabet ve paylaşım savaşı diyoruz, üç potansiyel savaş cephesi var: Baltık’tan Kırım’a kadar uzanan, NATO Avrupa Müttefik Komutanlığı’nın askeri güçleri ile Rus güçlerinin karşı karşıya geldiği bölge; NATO ve müttefikleri ile Rusya ve İran’ın karşı karşıya geldiği genişletilmiş Ortadoğu bölgesi; ve ABD/Japonya ile Çin ve örtük biçimde Kuzey Kore’nin karşı karşıya geldiği Asya Pasifik bölgesi.
Şimdi bu üç cepheye Kafkasya bölgesinin de eklendiğini görüyoruz. İktidarın Ortadoğu cephesinden dışlandığı, “Kırım Türkleri” vs diyerek inceden inceye birinci potansiyel cephede rol almaya çalıştığı; Kafkasya potansiyel cephesinde ise “tek millet iki devlet” diyerek rol alabileceği görülüyor. Bunun da yakın tarihte bir zemini var: Turgut Özal’ın “Adriyatik’ten Çin Seddine kadar Türk bölgesi” düşüncesi. Bu durumu Davutoğlu’nun diline tercüme edersek, Türkiye’nin NATO adına “Rusya’nın boşalttığı jeopolitik alanlara” yönelerek emperyalizmin çevreleme siyasetinin bir parçası olması mümkün.
Ancak Rusya’nın o alanları tekrar doldurduğunu ve askeri olarak tahkim ettiğini de unutmamak gerekir. Dolayısıyla Türkiye’deki rejim değişikliğine Batı’yı razı etmek ya da iktidarda kalabilmek için Rusya’yla askeri gerginliği göze almak beklenmedik tehlikelere yol açabilir. Çözüm, milliyetçi histeri yaratma çabalarından vazgeçerek Cumhuriyet döneminin geleneksel dış politikalarına dönmektir. Güneyde başarısızlığa uğrayan taşeronluk girişimini kuzeyde denemek ya da “Kürt koridoru”na razı olup Rusya’nın arka bahçesinde NATO adına “Türk koridoru” açmaya kalkışmak -böyle bir niyet varsa- felakete yol açabilir.
Yavuz ALOGAN
Aydınlık / 09.04.2016