Her iki cumhuriyetin trajedisi de aynıdır: liberaller, Amerikancı çakma solcular tarafından ırzına geçilen ve dinciler tarafından öldürülen köyün güzel kızına benziyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesi diye nitelediğimiz süreç öyle sabahtan akşama bir iki kararname ya da kanunla gerçekleşmedi. Son onbeş yılda ona ait kurumların, ona içkin değerlerin adım adım yok edilmesi veya ele geçirilmesi ile yürüdü. Canına kast edilen ne kadar kurum, ne kadar değer varsa hepsinde aynı formül işledi: her değer en önce bizlere “aydın” diye pazarlanan liberal-solcu kırması bir tayfa tarafından iğfal edildi sonra da dinci iktidar tarafından öldürüldü.
Ortak noktaları cumhuriyet düşmanlığıydı, ortak noktaları Atatürk düşmanlığıydı, ortak noktaları memleket ve halk düşmanlığıydı. Batılı emperyalistlerin, dincilerin ve Kürtçülerin Truva Atı rolüne soyundular. Yalan yok, bu rolün hakkını da çok iyi verdiler. Bugün kaybettiğimiz ne kadar cephe varsa önce bunların alçakça sızma harekatlarıyla çökertildi, sonra altın tepsi içinde dincilere teslim edildi.
Hukuk kurumu, üniversiteler, silahlı kuvvetler, meslek örgütleri, okullar, hastaneler ve bakın en sonunda artık sembol haline gelmiş yayın kuruluşları.
Her değerin yağmasında liberal tetikçiler başrolde
Üniversitelerde başörtüsü zulmü yapılıyor diye ilk bu alçaklar ayağa kalktı, erkekleri başlarına bez dolayıp eylemlere çıkıyor, Nuray Mert gibi düşükler o program senin bu köşe benim konuşup duruyordu. Bunların fikri öncülüğünde cemaatin kumpasları, operasyonları başladı, bütün cumhuriyetçi kadrolar elendikten sonra da üniversitelere AKP el koydu.
“Eski Türkiye’nin” üniversite hocaları, rektörleri, dekanları Silivri zindanlarında yatarken, bu haysiyetsizler “ikna odaları” edebiyatı yapıyor, cemaat savcılarına solcu, Atatürkçü hocaları jurnalliyorlardı.
Okullarda kemalist vesayetin sekiz yıllık eğitimi, tektipçi giysiler, dayatmacı Andımız kaldırılsın diye ilk bunlar ortalara düştü. “Evrim zorbalığı” diye Adnan Hoca’ya taş çıkartacak yazılar yazdılar. Karma eğitim yüzünden doğuda kızlar okula gidemiyor diye eşitilik düşmanlığı yaptılar. Sonunda AKP gerekeni yaptı, şimdi okullarımız fiilen din eğitimi kurumlarına dönmüş durumda, çocuklarımız imamların insafında.
Türkiye’nin en önemli sorunu askeri vesayettir diye ilk öten de bunlardı. Asker siyasete karışmasın diye başladıkları tirad “askeri birliklerde islam düşmanlığı yapılıyor”a kadar vardı. Cemaatle ortaklaşa inşa ettikleri Taraf gazetesi Ergenekon, Balyoz manşetlerini patlatırken, bunlar bir yandan solculuk ediyor bir yandan “sonuna kadar gidilsin” diyorlardı. Sonuna kadar gidildi, o kadar gidilmişti ki geriye ordu diye kalanın yarısından çoğu Amerikancı FETÖ’nün askerleriydi. AKP, fırsatı ganimet bildi, orduya da el koydu.
Yargıtay şeffaflaşmalı, Anayasa demokratikleşmeli teraneleri de ilk bunlardan geldi. Yeni düzenin başlama vuruşuna yetmez ama evet dediler, kimileri hızını alamadı, “amasız fakatsız evet” diye ortalara düştü. Sonunda hukuk da öyle pespaye bir hale geldi ki AKP “demokrasi uyarınca” ve “millet adına” ona da el koydu.
CHP kendini yenilemeli, CHP zamanın gerçeklerine direniyor, CHP yeterince solculuk yapmıyor, CHP askeri vesayetten yana tavır alıyor, CHP Kürt sorunun çözümünde ayak diriyor… Bu sözleri de ilk bu madrabaz takımından işittik. Üniversitede, gazetelerde, TVlerde hatta CHP’nin milletvekili sıralarında bile bunlar vardı, sonunda CHP öylesi bir “demokratik” değişim ve dönüşüme uğradı ki AKP ve HDP için tadından yenmez bir hale geldi.
Saymakla bitmez, laikliği de ilk sorgulayan bunlardı, Kurtuluş Savaşı’nı da, Çanakkale Zaferi’ni de, tevhidi tedrisat yasasını da, İstiklal Marşı’nı da, Cumhuriyet Bayramı’nı da, 30 Ağustos’u da, Cumhuriyet dönemi mimarisini de, Cumhuriyet’in klasik müziğini de, Atatürk’ü de…. Hepsi önce bu satılmış tetikçilerin hedefi oldu, yeterince yıpratıldıktan, kitlelerin gözünde yeterince düşürüldükten sonra da AKP rejimi tarafından ham yapıldı.
Yaşadığımızın özeti budur, Türkiye’nin fikir dünyasının kritik noktalarına yerleşmiş olan liberal tetikçi sürüsü demokrasi naralarıyla değerlerimize saldırmış, onları iğfal etmiş, bütün savunma mekanizmalarını çökertmiş ve sonunda AKP’ye yem etmiştir.
Bir başka açıdan Cumhuriyet Gazetesi’nin başına gelenler
Cumhuriyet Gazetesi’nin başına gelen de budur. Susturulmaya çalışılan bir yayın organı ile dayanışma tabi ki önemlidir. Üstelik Cumhuriyet bir tabela olarak kalsa bile esasen bizim değerimizdir. Ama emin olun onun bu hale gelmesinden AKP rejimi kadar ona haince kast eden bu leşçiler de sorumludur.
Anlı şanlı gazetecilerimiz hiç söz etmiyor, hatta T24 gibi Diken gibi çukurlara yuvalanmış olanlar tam tersinden, sanki olayların sorumlusu Mustafa Balbay ve Alev Coşkun’muş gibi yazıyorlar. Oysa Cumhuriyet o bizim bildiğimiz Cumhuriyet değil, Akın Atalay – Can Dündar kliği eliyle neredeyse tek bir muhabir kalmamacasına tüm Cumhuriyetçilerin tasfiye edildiği, Atatürkçü yazarların kovulup yerine Nuray Mert gibi kirli isimlerin yerleştirildiği bir gazete. Hatta açık diyelim, bir proje gazetesi, basın aleminin “mahçup Taraf’ı” olmaya zorlanmış bir odak.
Can Dündar kimdir? Geçmişteki “ılık” performansı ortada iken, son iki üç yılda ne olmuştur da tatlı su muhalifliğinden bir anda AKP karşıtı mücadelenin sembol ismi haline gelmiştir? Cumhuriyet’in başına nasıl geçmiştir, kimlerden ne tip bilgiler, ne tip garantiler almıştır? Memleketi sarsacak denli önemli dosyalar beyefendiye kimler tarafından ulaştırılmıştır? 15 Temmuz darbe girişiminden hemen evvel kapağı Almanya’ya atmasının sebebi nedir? Kendisi hala tutuksuz yargılanırken, tüm batılı basın kuruluşlarının ona yağdırdığı “cesur gazeteci” ödüllerinin, bu denli yıkanıp yağlanmasının sebebi nedir?
Nuray Mert gibi kariyerini Cumhuriyet Gazetesi’ne küfretmeye adayan bir isim nasıl olmuştur da Cumhuriyet’in köşe yazarı olmuştur?
Cumhuriyet’in son bir iki yılda açıkça PKK/HDP çizgisini temsil eden manşetleri, yayınları kimin ürünüdür? Hayatı boyunca cemaate karşı yazılar yazan kıdemli Cumhuriyet yazarları ne olmuştur da son dönemde ağız değiştirip “cemaat terör örgütü değil” demeye başlamışlardır?
Gazetenin bombalanması davasında İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay sanık sandalyesine oturtulurken Akın Atalay’ın başında oldu vakıf neden davaya müdahil olmuş, vakfın avukatı Bülent Utku davaya neden Selçuk ve Balbay’ı suçlu konumuna düşüren katkılar yapmıştır?
İlhan Selçuk ağır hasta haliyle mahkemede kendini savunmaya çalışıp yazılarında “Ergenekon tertibinden” söz ederken, Atalay’ın elindeki Cumhuriyet neden “Ergenekon terör örgütü” manşetleri atmıştır?
Balbay Silivri zindanındayken onun gazeteden kovduğu Doğan Akın gibi adamlar nasıl olmuş da en etkili noktalara gelmiştir?
Cumhuriyet Gazetesi’ne deyim yerindeyse açıkça “çöken” Akın Atalay, neden gazete yazarlarına Silivri’deki Balbay’ı ziyaret etme yasağı koymuştur?
Bu hareketini “Cumhuriyet’in adı darbeciye ulusalcıya çıkmasın” diye açıklayan Atalay, neden FETÖ ile ilgili aynı hassasiyeti göstermemiştir? Cemaati neden savunuyorsunuz sorusuna verdiği “Ortada büyük bir haksızlık varken, birçok insan mağdur edilmişken, biz onlarla anılacağız diye korkup bu haksızlıklara karşı durmayalım mı? Tamam, haksızlık var ama biz susalım çünkü onlar Cemaat, ‘Aman adımız kötüye çıkar’ mı diyelim?” şeklindeki yanıt hala kayıtlardadır.
Onca yıl cemaatle savaşan Hikmet Çetinkaya’nın bir anda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ile yakınlaşmasının sırrı nedir?
Şimdi Balbay’ı vakıf seçimlerindeki usulsüzlük hakkında şikayette bulunduğu için suçlayanlar neden aynı tavrı usulsüzlüğü yapanlara, gazetenin geleneksel çizgisine ve okurlarına ihanet edenlere göstermemektedir?
Sorular daha da uzatılabilir. Liberal çete şeytanın gizli olduğu ayrıntıları özenle saklamakta, hatta karartmaktadır. Evet, Cumhuriyet’e kast eden AKP rejimidir, onun hukuk dışı uygulamalarıdır, ancak onu böyle bir müdahaleye hazır hale getirenler her zamanki tetikçi takımından başkası değildir.
Cumhuriyet vakası, klasik senaryonun tekrarıdır. Liberaller ve çakma solcular iğfal etmiş, dinciler öldürmüştür. Hani geçen Nuray Mert yazmış ya Cumhuriyet Bayramı’nda zeybek oynayanlara “o artık bir bir ölüm dansıdır” diye, bu kendi muradıdır, biz hayattayız, Cumhuriyet de daha ölmemiştir. Ama gazetenin kapısında tutulan nöbet, kendisi gibi düşüklerin sayesinde, artık bir cenaze nöbetidir.
Hata yapan dostlar değil, dost görünümlü düşmanlar
Şimdi suratına tükürsek tükürüğün utanacağı bu tipler çıkmış bize ders vermeye kalkıyorlar. Zannediyorlar ki biz onların yapmış olduğu herhangi bir hataya içerliyoruz, “bakın gördünüz mü AKP hiç de sizin dediğiniz gibi değilmiş, hatanızı kabul edin” diyoruz. Hayır yanılıyorsunuz, biz sizin basit bir hata yaptığınızı, yanıldığınızı falan düşünmüyoruz, bu cürmü taammüden işlediğinizi biliyoruz. Cumhuriyet Gazetesi’nin de içinde olduğu sayısız değerimizi el birliği ile gırtlakladığınızın farkındayız. Siz bu yurda düşmansınız, bu halka düşmansınız, bu cumhuriyete düşmansınız, bu cinayetin gerçek ortağısınız, bu halinizle cemaat imamlarından, AKP’ci müteahhilerden bile kirlisiniz.
Bizim tutacak bir yasımız yok, çünkü biz yaşadıkça mücadele devam edecek. Bizi azıcık paçası sıkışınca soluğu Almanların kucağında alan başyazarlarla, vakıf başkanı yağmacılarla karıştırmayın. Devrimciler bu ülkede bundan çok daha zor koşullarda mücadele ettiler. Çok daha ağır şartlar altında yazılmış zafer destanlarımız var, bundan sonra da olacak. Cumhuriyet’e sahip çıkıyoruz, çünkü artık sembol olarak kalmış olsa bile kendi değerlerimize sahip çıkacağız. Ama ne sizin kapınızda nöbet, ne de çürüyen ruhunuzun başında yas tutacağız. Biraz da bundan dolayı, yani artık gözlerimiz açıldığı için, inanıyorum ki biz kazanacağız.
DELİ GAFFAR
01.11.2016