Bazen birisi öyle bir laf eder ki ne diyeceğinizi, hatta ne düşüneceğinizi bilemezsiniz. Mehmet Ağar’ın 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nda söyledikleri bu cinsten. Şube Müdürü’yken sol örgütlerin arkasında “Rus servisleri” var sanıyormuş. Oysa biri hariç hepsinin arkasında Batılı servisler varmış. Aslında solcuların “eline bıçak almamış düzgün fikir adamları” olduklarını kabul etmek lazımmış.
İnsan neresinden tutacağını bilemiyor. “Batılı servislerin hizmetinde düzgün fikir adamı” nasıl olunuyor acaba? “Eline bıçak almamış” sözünde de bir tuhaflık var. 12 Eylül’den sonra bıçak gibi kesilen 70’lerin silah trafiğini en iyi bilenlerden biri de oydu herhalde: Karadeniz’den gelen Browningler, Astralar; Ege’den gelen Lamalar, Starlar, hatta Cezayir iç savaşından kalma Mat marka otomatik tabancalar. Şube Müdürü kimlerin silah ticareti yaptığını, kimlerin buna göz yumduğunu bilmiyor mu? On dokuz yaşında öğrenci anasından aldığı harçlıkla nasıl gidip silah satın alabiliyordu? Memleketin evlatları yıllarca bu silahlarla okul önlerinde, kahvehanelerde, mahallelerde birbirlerini vurup öldürdüler. Sonra 1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Sivas katliamları...
İnsanın aklına Victor Hugo’nun Sefiller romanındaki Polis Müfettişi Javert geliyor. Kürek Mahkûmu Jean Valjean’ın bir “halk düşmanı” olduğuna inanmıştır, onu büyük bir nefretle takip eder fakat zamanla onun topluma yararlı, gizlice insanlara iyilik yapan biri, kendisinin ise kötü ruhlu bir iblis olduğunu fark etmeye başlar. Sonunda vicdan azabına dayanamaz, Seine Nehri’ne atlayıp intihar eder.
Bu kadar dramatik bir son beklemiyoruz elbette. Mehmet Ağar’ın sözlerinden çok, bunları niye söylediği önemli.
Devlet 70’lerde ve 80’lerin başında “komünizm”le mücadele etti. Arkasında, Pentagon’un stratejilerine uygun “pasifikasyon” yöntemlerini uygulayan CIA adında bir batılı servis vardı. Strateji basitti: Sovyetler, Boğazlar’a ve Kafkaslar’dan ülkenin içlerine doğru taarruz ettiğinde, Toroslar’ın güneyinde NATO tahkimatı yapılırken Anadolu’nun her türlü “komünist”ten temizlenmiş olması isteniyordu. Yöntem ise komünizmle mücadele dernekleriyle, paramiliter örgütlerle, “komünist” gibi görünen herkesi yıldırmaktan ibaretti. Bu yöntemler, II. Savaş’tan sonra İtalya’da, Fransa’da, çok daha vahşi biçimde Yunanistan iç savaşında; daha sonra Güney Vietnam, Laos ve Kamboçya’da da uygulandı.
70’lerde Batı ülkelerinde öğrenci hareketleri şiddete yöneldiğinde, devletler bu işi ince, kesin ve sınırlı operasyonlarla, ülkenin eğitim hayatına ve sosyal düzenine zarar vermeden hallettiler. Onların neşterle yaptıkları operasyonları bizimkiler, ülkenin bütün kültürel hayatını ve eğitim kurumlarını ezecek şekilde, balta ve balyozla yaptı.
12 Eylül, köy öğretmeninden üniversite rektörüne, toplum polisinden subayına, işçisinden şairine tiyatrocusuna ve yazarına kadar kitap okuyan, aydınlanmacı, “fikri ve vicdanı hür,” düşünen ve üreten herkesi “komünist”tir diye kamusal hayatın dışına sürdü; sosyalistleri CIA’nın en ağır “pasifikasyon” yöntemleriyle, her türlü işkence ve failli meçhul cinayetle ezdi; “Türk İslam sentezi”yle Kemalizm’in içini boşaltarak onu bir karikatür haline getirdi. Toplumsal olaylarda, öğrenci hareketlerinde yıpranmayan tarikat ve cemaat kadroları boşalan yerleri hızla doldurdu. Bunu yapanların arkasında batılı servislerin allahı vardı! Komünizmi “yeşil kuşak”la sınırlama zamanıydı. Şimdi “Yüce Meclis”in takım elbiseli, ciddi adamları oturmuşlar, FETÖ’cü darbe nasıl oldu diye soruşturma tiyatrosu yapıyorlar.
Eski Şube Müdürü de gelmiş, biz yanılmışız solcular meğer düzgün fikir adamlarıymış, diyor. Bak sen şu işe! İlahi Mehmet Ağar!
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/01.11.2016