28 Mart 2014 Cuma

Müyesser Yıldız'ın ODATV'de Serdar Öztürk ile yaptığı röportaj I

Serdar Öztürk, müvekkili ve silah arkadaşı Avukat Levent Göktaş tutuklandıktan sonra “Cemaat örgütünün” üstüne gitmeye başladı. Bir gün bürosunu basan polisler sözde “AKP ve Gülen’i Bitirme Planı”nı buldu. O da tutuklandı ve 5 yıl 9 ay hapis yattı. Tutuklanmadan önce ve sonra tam 84 isimle birlikte Beşiktaş’ta görevli özel yetkili hakim ve savcılar, dönemin HSYK üyeleri hakkında her yere suç duyurusunda bulundu. Listenin başına da hep Fetullah Gülen ve CIA’cı John Kunstadter’in yanında Ali Fuat Yılmazer, Recep Güven, Mutlu Ekizoğlu gibi polis şeflerini koydu. Bu isimlerin, “Askeri casusluk, yasa dışı telefon dinlemesi yapma, devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme, sahte resmi evrak kullanma ve düzenleme” gibi tam 18 ayrı suçtan yargılanmasını talep etti.
 
Serdar Öztürk bu yapılanmaya karşı adeta dava açma rekoru kırdı. Açtığı davalar ve yaptığı suç duyuruları 400’ü aştı. Çünkü tutuklandığı gün şu yemini etmişti:  
 
“Oğullarımın döktüğü her bir gözyaşının hesabını sorup, gördüğüm hukuksuzluklara karşı yasal yollara başvuracağım.” 
 
STOCKHOLM SENDROMU YAŞAMIYORUM, BAŞBAKAN DOĞRU SÖYLÜYOR  
Serdar Öztürk 15 gün önce tahliye oldu. Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarı 5 yıl sonra onun çizgisine geldiğine, deşifre ettiği isimlerin tamamına yakınını görevden aldığına göre, söyleyecekleri olmalıydı. İşte Öztürk’ün sorularımıza verdiği cevaplar:
 
Soru : Başbakan Erdoğan, “Cemaat casususluk faaliyeti yapıyor” diyor. Ne dersiniz?
 
Öztürk : Doğru söylüyor. Yanlış adam doğruyu söylüyor diye doğru değişmez. Gerekçesi ne olursa olsun, AKP’nin hata yaptıklarını açıklaması ve hatadan dönüleceği iradesini göstermesi önemlidir. Aynı iradenin Balyoz sanıkları için de en kısa zamanda gösterilmesi gerekmektedir. Bu saatten sonra Cemaatin yapacağı en doğru şey de Türk Milleti’ne doğruları anlatıp, hatalarını kabul etmeleri, Türk Milleti’nin adaletine sığınmalarıdır. Çünkü yaptıkları işin Müslümanlıkla da bir ilgisi yoktur. İslam dini hiç kimsenin tekelinde değildir. Biz inancımızın gereği sadece Allah’a taparız, kullara tapmak bizim kârımız değil, ama cemaatte böyle bir hastalık olduğu anlaşılıyor. Ülkenin 100 yıllık geleceği için herkesin yaptığı hataları samimiyetle kabul etmesi, açıklaması ve Türk Milleti’nin kararına da saygı duyması gerekir. Biz millet olarak inancımızın gereği, affetmeyi severiz. Şimdi beni Stockholm sendromu diye eleştirenler çıkabilir. Biz bu insanlara hiçbir zaman hayranlık beslemedik, ama bunlar maalesef bu toplumun çocukları. Yaptıkları hatayı anlamışlarsa, kişisel olarak ben bana yapılanı affederim. Bunu da Türk Milleti’nin 100 yıllık geleceği için yaparım. Ama asıl helâllik almaları gerekenler Kuddusi Okkır’ın eşi Sabriye Hanım, Ali Tatar kardeşimin annesi Satı Ana ve ağabeyi Ahmet Tatar ve bu süreçte hayatını kaybeden diğer değerli insanlarımızdır. Eğer bu süreç Türk Milleti’nin birliğine hizmet ederse, bu musubetten böyle bir hayır çıkartma imkânımız olursa ne mutlu bize. Ancak aynı hatayı yapmaya, hatada ısrara devam ederlerse, bu milletin yüzde 82’sinin kendisini Türk-Müslüman ve Atatürkçü olarak tanımladığı gerçeği gözönüne alındığında, birleşen bu Cumhuriyetçi insanlar ihanettte ısrar edenleri hiç çekinmeden ezer. Mesleği, yüksek rütbesi, makamları ne olursa olsun.
 
Soru : 2009’da kimse daha ne olduğunu anlamazken, siz Cemaat ve Cemaat-ABD bağlantısı olduğu kanaatine, buna dair bilgi ve belgelere nasıl ulaştınız?
 
Öztürk : Levent (Göktaş) Albay gözaltına alındığında Genelkurmay’ı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığını ‘Fetullah Gülen askeri casusluk yapıyor’ diye uyardık. Yazılı kanıtları verdik. Neydi o kanıtlar? Avukat Hüseyin Buzoğlu’nun el konulan flash diskini İTÜ bilgisayar laboratuvarında çözdürdük. Bunun içeriğinin başkası için hazırlandığını, daha sonra onunla ilgili verilerin silinip, Buzoğlu’na uyan verilerin yüklendiğini ve bunun da Emniyette yapıldığını kanıtladık. Levent Albayın ofisinde el konulan DVD’nin de ona ait olmadığını net olarak biliyorduk. Burada Levent Albay’ın tutuklanmasını sağlamak için askeri sır niteliğinde bilgiler yüklenmişti. Birilerinin ellerinde hedef kişilerin listesi vardı ve operasyonu yapan da Amerikalılardı. Mesela benim ofisimin aranması için gösterilen dayanak 24 Mayıs 2009 tarihli bir ihbar e-mailidir, ama burada benim adım geçmiyor. Bunu hiçkimse hukuki, yargısal bir faaliyet olarak açıklayamaz. Ofisime yönelik organizasyonda yer aldığından şüphelenip, hakkında suç duyurusunda bulunduğum polislerden birinin ABD Büyükelçiliği ile doğrudan telefonla görüştüğünü, ofiste keşfi yaptığını iddia ettiğim polislerin ise İsrail’le doğrudan telefonla görüştüğü ortaya çıkardık. Levent Albay daha gözaltındayken bir polis memurunun gelip, ‘Komutanım biz de Ülkücüyüz. Ne yapılmaya çalışılıyor, anlamıyoruz. Sürekli toplantılar oluyor, Amerikalılar gelip gidiyor’ demesini ciddiye aldık. 10 veya 11 Ocak saat 22.30’da Amerikalıları İstanbul Emniyet İstihbarat Şubesinin bulunduğu C blokun önünde bizzat gördüm. Daha sonra Ergenekon iddianamesi eklerinde, Tuncay Güney’in CIA görevlisi John Kunstadter’in elemanı olduğuna dair bazı dökümanlar bulduk. Avukatlık yaptığım süreçte bu operasyonun kurgulama aşamasında olduğunu bildiğimiz bir kişiyi tanık gösterdik, dinlenmedi. Bize verdiği bilgiler, hedef kişileri belirlemek için Türkiye’de bir şirket kurulduğuydu. Bu şirketin araştırılması talebimiz de kabul edilmedi. En nihayet Wikileaks belgelerinde de Amerikalıların, polislerden birifing alacak kadar işin göbeğinde olduğu ortaya çıktı. Dolayısıyla bu tümüyle bir dış operasyondur, cemaat mensubu bazı kişiler bu operasyonda fiilen yer almışlar, kendi milletine ve dinine ihanet etmişlerdir. Tüm bunları birleştirince, bir askeri casusluk faaliyeti ile karşı karşıya olduğumuzu anladık. Biz NATO üyesi olsak da, her ülkenin milli planları vardır. Müttefik ülke olsak bile ciddi hiçbir ülke buna müsaaade etmez.