21 Ağustos 2016 Pazar

Şemdinli'yi O Gazeteci Çözebilir mi?!.

2005-2012 yılları arasında iktidar-Cemaat ve medyanın müthiş işbirliğiyle “derin devlete yönelik operasyonlar yapılıyor” algısı yaratıldı. Tamamının kumpas ve de TSK'ya yönelik olduğu çok sonra anlaşıldı.

Kumpasların miladı hep 2006 tarihli “Atabeyler davasıyla” başlatıldı, bunu Ergenekon, Balyoz ve diğerlerinin izlediği vurgulandı. Atabeyler'in, haliyle kumpasın son kurbanı Yüzbaşı Murat Eren'in geçtiğimiz günlerde tahliyesiyle de kumpas defterinin kapandığı söylendi.

Ama Atabeyler'den önce 9 Kasım 2005'teki Şemdinli'yi, bu davadan dolayı 39 yıl 10 ay 27’şer gün hapis cezasına çarptırılan ve yıllardır hapiste yatan astsubaylar Ali Kaya, Özcan İldeniz ile Veysel Ateş'i, Murat Eren ve bir avuç insan dışında hatırlayan olmadı.

Hem de davanın meşhur savcısı Ferhat Sarıkaya daha geçenlerde darbe soruşturması kapsamında tanık sıfatıyla verdiği ifadede, “Şemdinli iddianamesininin bazı bölümlerini kendisinin yazmadığını” itiraf ettiği halde.

Sarıkaya, “O dönemde Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olan İlhan Kaya (açığa alınan tutuklu Yargıtay üyesi) konuyla ilgilenmeye başladı. Kaya ile ailecek görüşmeye başladık. Görüşmelerde dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt ismini gündeme getirmeye başladı. İlhan Kaya, altımızdan girdi üstümüzden çıktı, ‘Büyükanıt’ın ifadelerini getir iyi olur, iyi olur, darbe yapma imkânı var gibi’ söylemleri oluyordu. ‘Bir kitapevinin bombalanması olayı nasıl Büyükanıt’a bağlanır’ diye kafamda soru işaretleri vardı. Ancak, TBMM’deki komisyona ifade veren Mehmet Ali Altındağ’ın ifadesinin getirilmesinde ısrarcı oldu. İlhan Kaya’nın yönlendirmeleri sırasında basiretim bağlandı. Ben de ifadeyi getirerek, dosyaya koydum. İddianamenin bir kısmını kendim yazdım. İlhan Kaya da birkaç paragraf ekledi. Herkes, ‘Bu iddianameyi bir savcı yazamaz’ diyordu, ben onurumu, gururumu ayaklarım altına alıp ‘ben yazmadım’ diyemiyordum. Terör kısımlarını ben yazmadım” dedikten sonra konuyu dolaylı olarak Bülent Arınç'a, doğrudan da “FETÖ”ye bağladı.

-Şemdinli'de Ne Oldu?-

Önce kısaca Şemdinli'de ne olduğunu hatırlayalım:

Eski PKK'lı Seferi Yılmaz'a ait Umut kitapevi bombalandı ve bir kişi hayatını kaybetti. Bombalama işini Jandarma istihbaratında görevli astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ile jandarma istihbarat elemanı Veysel Ateş'in gerçekleştirdiği öne sürüldü. Kimilerine göre bölge halkı, kimilerine göre PKK'lılarca bir araçta yakalanan bu isimler tartaklanarak, polise teslim edildi. Zanlıların serbest bırakılması üzerine Şemdinli'de yine bir ayaklanma yaşandı, polis noktaları ateşe verildi, otomobilde keşif yapan savcı ve beraberindekilerin üzerine ateş açıldı. Bu olaylarda bir kişi daha hayatını kaybetti. Şemdinli protestosu dalga dalga başka yerlere de yayıldı.

Savcı Ferhat Sarıkaya Şemdinli iddianamesini Mart 2006'da tamamlayıp, mahkemeye sundu. Mahkemenin 15 dakikada kabul ettiği iddianamede, bombalama eylemini bu üç ismin gerçekleştirdiği belirtilirken, “Olayın asker hiyerarşi ve EMASYA protokolü gereğince devlet içinde örgütlü bir çete tarafından yapıldığı, Jandarma İl Komutanı ve amirlerinin de işin içinde olduğu” öne sürüldü.

Ali Kaya hakkında, “Tanırım, iyi çocuktur” dediği için dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ın da adının geçip, suçlandığı, ayrıca özellikle “PKK ve Kürt sorunuyla” ilgili bolca tarihi ve siyasi değerlendirmenin yer aldığı, jandarmanın resmen “bölücülükle” itham edildiği iddianame daha o günlerde, “Bunu bir savcı yazmış olamaz” yorumlarına yol açtı.

Genelkurmay Başkanlığı da 20 Mart 2006'da bir açıklama yapıp, “Şemdinli iddianamesinde yer alan usül ve maddi hatalar ile eksiklikler dikkate alındığında, bir Cumhuriyet Savcısının bu kadar hukuk bilgisinden yoksun ve tecrübesiz olamayacağı, bu bariz hataları yapması için belli bir görüşün temsilcilerinin de kamuoyuna da yansımış etki ve telkinleri altında kalmış olabileceği değerlendirilmektedir” dedi.

Bazı gazeteciler ve dönemin CHP Lideri Deniz Baykal'ın işaret ettiği isim, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'di.

-Seferi Yılmaz Kimdi?-

Kitabevi bombalanan Seferi Yılmaz'a gelince;

Malum PKK'nın ilk eylemleri 1984'teki Eruh ve Şemdinli baskınlarıydı. İşte Seferi Yılmaz Şemdinli baskınının elebaşılığını yapmış, bu yüzden ceza almış ve hapis yatmış biriydi. Sonradan itirafçı olduğu belirtilse de gerçekte PKK'lı kimliğinden vazgeçmediği, 9 Kasım 2005'te kitapevinin bombalanması öncesinde de güvenlik birimlerinin Yılmaz'ın PKK'lılarla bağlantısını ve bir eylem hazırlığı içinde olduğunu tespit ettiği bildirildi.

Neticede o astsubaylar hapis cezasına çarptırılırken, Seferi Yılmaz 30 Mart 2014 seçimlerinde Şemdinli Belediyesi eşbaşkanı seçildi.

-2005'in Siyasi İklimi ve İktidarın Tavrı-

Ne tesadüf, Şemdinli'deki patlamanın yaşandığı gün AB İlerleme Raporu açıklandı. Raporda, “İç güvenlik politikası üzerinde tam sivil kontrol için İçişleri Bakanlığı, vali ve kaymakamların jandarma üzerindeki denetiminin güçlendirilmesi” isteniyordu.

Şemdinli'yle birlikte yine ne tesadüf, hem iktidar, hem malûm “aydınlar” Jandarma'yı hedefe oturtup, bu teşkilatın ortadan kaldırılmasını konuşmaya başladı. O gün başlayan "dönüşüm", darbeden sonra Jandarma'nın İçişleri Bakanına bağlanmasıyla sonuçlandı.
İktidar Şemdinli iddianamesiyle hiçbir ilgisini olmadığını söylüyordu, ama şöyle bir süreç yaşandı:

- Dönemin Başbakanı Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı Gül, Şemdinli’de patlayan bombayı hemen “Susurluk”a benzetip, “Ucu nereye varırsa varsın, üzerine gidileceğini” söyledi.

- Helsinki Yurttaşlar Derneği, İHD, Mazlum-Der, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü’nden oluşan İnsan Hakları Ortak Platformu, Dışişleri Bakanı Gül’ü ziyaret etti. Platformun dönem başkanı, teröristbaşının eski avukatı Yusuf Alataş’tı. Alataş, “Şemdinli olaylarının failleri sır olarak kalmasın. Devlet içerisinde yasadışı yapılanmaların önüne geçilsin” dedi. Gül de, “Soruşturmayı sessizce yürütüyoruz, ancak kimsenin kararlığımız konusunda şüphesi olmasın. Önemle üzerinde duruyoruz ve neyse gerçekleri ortaya çıkartacağız” karşılığını verdi.

- Meclis'te kurulan ve Van Savcısına sadece işadamı Altındağ’ın Orgeneral Büyükanıt’ı suçlayan ifadesini gönderen Şemdinli Araştırma Komisyonu’nun AKP’li üyelerini bizzat Erdoğan'ın belirlediği öne sürüldü.

- İddianamenin açıklanmasından sonra Erdoğan kendisiyle görüşmeye giden dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'e, “Güven ve huzur ortamını bozmaya yönelik bu büyük tertibi çözeceklerini” söylerken, CHP'yi suçladı, medyayı lanetledi.

Şunları da eklemem gerekiyor:

Savcı Ferhat Sarıkaya Adalet Bakanlığı'nın talebi üzerine HSYK kararıyla meslekten ihraç edildikten sonra sırra kadem bastı. 2009'da Avaztürk haber sitesinde, Sarıkaya'nın Bosna'ya gittiğini ve Cemaat tarafından maaşa bağlandığını yazdığımızda ilk yalanlama AKP'lilerden geldi. Keza 2009'da CHP'li Kemal Anadol, Sarıkaya'nın yerini ve Ergenekon davasında gizli tanık olup olmadığını sorduğunda, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Sarıkaya'nın yeri konusunda kayıtlarda herhangi bir bilgi bulunmadığını belirtirken, gizli tanıklıkla ilgili de, “Tanık Koruma Kanunu’nun hükümleri gizli olarak yürütülüyor” dedi.

Bir diğer dikkat çekici detay; Ferhat Sarıkaya'nın itiraflarından 2 yıl önce, 30 Temmuz 2014'te Sabah Gazetesi'nde Abdurrahman Şimşek'in “yüksek yargıda görevli kripto paralelci bir hâkim” ile röportajı yayınlandı. Bu hakim, “Şemdinli iddianamesini savcılar yazmadı. Paralel yapının farklı birimlerince kaleme alındı” iddiasında bulundu. Ancak darbeden sonraki “FETÖ” operasyonlarına kadar nedense hiç kimse Sarıkaya'nın bilgisine veya ifadesine başvurmadı.

-O İddianameyi Kim Yazdı?-

İddianameyi kimin yazmış olabileceği tartışmalarına gelirsek; “Bazı gazeteciler ve dönemin CHP Lideri Deniz Baykal'ın işaret ettiği isim, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'di” demiştik.

Bu gazetecilerden biri o dönemde Akşam'da yazan, sonradan Ergenekon'dan yargılanan Güler Kömürcü idi. Ömer Dinçer'in o vakitler Kömürcü ile nasıl tartışıp, iddiayı reddettiğini ve Güler Hanımın Ergenekon davasından tutuklanana kadar derin devlet bağını bilmediğim için 'gazeteciler arasında konuşuluyor' şeklinde anladım” dedikten sonra, Kömürcü için, “Ergenekon'un medya elemanlarından biri olarak köşesinde görevini adım adım icra ediyordu” şeklindeki yorumunun detaylarını, Dinçer'in 9 ay önce yayınlanan “Türkiye'de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor” adlı kitabından okuyabilirsiniz.

İkinci gazeteci ise İsmet Berkan'dı. Berkan 24 Mart 2006'da Radikal'deki yazısında, CHP Lideri Baykal'ın Dinçer'in adını verdiğini şöyle duyurdu:

“... Ankara'daki gazeteci arkadaşlarım çok kibar, ben doğrudan sordum: Yani Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'i mi kastediyorsunuz? Baykal keyiflendi, 'bak' dedi, 'Ben demedim, İsmet dedi.”

Bu bölümü, Dinçer'in kitabındaki şu yorumla bitirelim:

“Zaman içinde bütün gerçekler anlaşıldı. Söz konusu olaylar içinde hiçbir surette adımız şahit olarak dahi geçmedi. Gerçek suçlular bulundu ve dava edildi. Ancak süreçte en anlaşılmaz konulardan biri, suçlamalarda bulunanlara gerek süreç sırasında, gerek gerçekler ortaya çıktıktan sonra kimsenin hesap sormamasıydı. Suçlamalar yapılırken, hiçbir savcı, 'Bir iddiada bulundunuz, nedir bunun belgesi veya gerekçesi' diyemediği gibi, davaların neticelenmesinden sonra da yine hiç kimse, 'Bu iftiraların hesabını verin' demedi.”

-Şemdinli ve PKK Açılımı Bağlantısı-

İsmet Berkan, 24 Mart 2006'daki o yazısından 4 ay sonra 31 Temmuz'da “PKK'yı tasfiye: Plan, yeni aşamada” başlıklı yazısında bir kez daha Şemdinli'ye değindi.

Bu yazıdaki ilginç noktayı aktarmadan önce yine bazı hatırlatmalar yapalım:

Şemdinli olayından 3 ay önce Ağustos 2005'te Diyarbakır'a giden dönemin Başbakanı Erdoğan “Kürt açılımının” startını verdi, “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” diyerek, “devlet adına özür diledi”. Bu açılımın mimarı olduğu belirtilen AKP Diyarbakır İhsan Arslan'dan da, “En iyi ittifak Türkiye-Barzani ittifakıdır. Bu soruna Sevr ve Lozan görüşmelerindeki perspektiften bakamayız” şeklinde bir açıklama geldi.

Bundan 6-7 ay sonra önce Fatih Çekirge, ardından 30 Temmuz 2006'da da Sabah'tan Aslı Aydıntaşbaş, MİT'in hazırladığı “PKK'yı dağdan indirme planını” yazdı. Aydıntaşbaş'ın iddiasına göre, “Bu plan yaklaşık 1 yıldır kapalı kapılar ardında K. Irak’lı Kürt gruplarla sürdürülen çok gizli temaslar sonucu” hazırlanmıştı.

Plan tepkilere ve sert tartışmalara yol açtı. İşte hemen ertesi gün İsmet Berkan, 1 yıl önce “Devletin en üst güvenlik birimlerinden birinin başındaki üst düzey görevlinin odasında yaptıkları sohbeti” şöyle açıkladı:

“Şemdinli bombalamasını izleyen günlerdi. Ankara'da, devletin en üst güvenlik birimlerinden birinin başındaki üst düzey görevlinin odasında Murat Yetkin'le birlikte sohbet ediyoruz... Sohbetimiz, gazetecilik kuralı gereği 'deep background' yani yazılamaz değil, ama kaynak belirtmeden ve sadece 'bilgi' olarak kullanılabilir nitelikte.”

Berkan devamında yine o “üst düzey kaynağa” dayanarak, MİT'in PKK konusunda hem devlet içinde, hem Talabani-Barzani nezdinde yürüttükleri çalışmaları aktardı. “En büyük sıkıntının eyleme karışmamış teröristlerin affı” konusunda yaşandığını belirtirken de şunları yazdı:

“Üst düzey güvenlik yetkilisi, en çok bu konuda bir uzlaşma yaratmakta zorlandığını, aslında hâlâ daha Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve bazı askeri birimlerin bu konuda ciddi bir direniş sergilediklerini söylemişti... Söz konusu tasfiye planını uygulamak istemeyen veya bozmak isteyen kimi kişiler (kurumlar değil, kişiler, dikkat!) başka şeyler de yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar."

Berkan'ın o yazısında, Aydıntaşbaş'ın konuştuğu kaynak, galiba bizim kaynağımızla aynı kişi” dediğinin altını da çizelim.

-Şemdinli Dosyası Niye Açılmıyor?-

Şemdinli'den sonra Ergenekon, Balyoz vs. süreçleriyle “Kürt açılımının” nasıl at başı gittiğini, “direniş gösteren” kurumların medya desteğiyle de nasıl “hizaya getirildiğini” anlatmaya gerek yok.

Şuraya geleceğim:

Soner Yalçın 4 gün önce “Mesele vasatlık” başlıklı yazısında, İsmet Berkan'ın Fetullah Gülen “dönüşümlerini” gündeme getirip, “Meselem İsmet Berkan değil. Meselem İsmet Berkanların vasatlığıdır!. Medyanın sıradanlığıdır; Her devrin gazetecisi olma kurnazlığıdır” dedi ya;

Benim de meselem İsmet Berkan değil, Şemdinli kumpasının aydınlanmasıdır.

Astsubay Ali Kaya Muğla, Astsubay Özcan İldeniz Aydın, Veysel Ateş de Kandıra Cezaevinde.

Her kim ne biliyorsa, niye konuşmuyor?.. Bu davanın yeniden açılması konusunda neden ayak sürünüyor?

Bir takım “gizli” bağlantı ve planların ortaya çıkması mı istenmiyor?

PKK'dan mı korkuluyor?

Ve sahi tam da Şemdinli davası gündemdeyken, “2 bin 800 PKK'lı Şemdinli'yi kuşattı” şeklinde bir iddianın ortaya atılması neyin nesidir; Tesadüf mü, “Şemdinli dosyasına dokunmayın” uyarısı mı?

Müyesser YILDIZ
21 Ağustos 2016