Daha önce yazdım, defalarca söyledim, bu savaş kirli bir savaştır. Kirlidir, çünkü savaşan taraflar geçmişte barışmış olan ve bir süre sonra yeniden masaya oturacak olan taraflardır. Her ikisi de pazarlık yeniden başlamadan önce elini güçlendirmenin derdindedir. Onlar kendi gizli ajandalarını işletirken en büyük bedeli siviller, masum insanlar ödemektedir. Dolayısı ile Türkiye solunun yapması gereken en doğru iş savaşa topyekün karşı çıkmak, savaşan taraflardan birinin değil sadece ve sadece halkın yanında olmaktır. Sola Doğu’da da Batı’da da kazandıracak tek yol budur. Ne var ki sol örgütlerin önemli bir kısmının, hatta tek tek solcu bireylerin bile bu tavırdan hayli uzakta bir yerde takılıp kaldığını görüyoruz.
Savaşan taraflar geri adım atmazken iki ateş arasında kalan halk canını korumak için yerleşim yerlerini terk ediyor. Çoğunun gidecek bir yeri yok. Akrabalarının yanında ya da camilerde kalıyorlar. Zaten yoksul olan bu yerlerde insanlar bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelmiş durumda. Devlet bu işi sadece bir operasyon olarak algılıyor, PKK akıl dışı hareketlerle ulusal bir destan yazmanın derdinde. Ya siviller? Çocuklar? Yaşlılar? İşsiz kalan, evsiz kalan, geleceksiz kalan insanlar?
Trajedi orada, biz neredeyiz?
Korkunç bir insanlık trajedisi bütün çıplaklığı ile orta yerde duruyor. Peki irili ufaklı sol örgütler ne yapıyor? Örgütleri geçtim, bizler, solcular ne yapıyoruz? Hiçbir şey mi? Hayır keşke hiçbir şey yapmıyor olsaydık, hiçbir şey yapmasak sanırım kendimize ve ülkeye daha az zarar verirdik. Hiçbir şeyden daha kötüsünü yapıyoruz: ezberlerimizle hareket etmeye devam ediyoruz, karşılığı olmayan sözlerimiz ve eylemlerimiz sayesinde samimiyetimizi iyice toprağa gömüyoruz, yıllardır tekrarlanmaktan anlamını yitirmiş sloganlarımızla çürüyoruz, bütün inandırıcılığımızı yitiriyoruz.
Görülüyor ki bunca acı ders, bunca yenilgi, bunca kayıp örgütlerimizin ezberini kırmaya yetmemiş. Yaptıkları başlıca iş HDP kanadından gelen içi boş barış çağrılarına alkış tutmak. Siyasi partiler, platformlar, meslek örgütleri, hepsi, adeta HDP’nin birinci derecede müttefiki gibi davranıyor. Meslek örgütlerinin, solcu sendikaların HDP çizgisinden bağımsız bir barış siyaseti, hadi siyasetten vazgeçtim bir barış dili üretebildiğini kim söyleyebilir? Siyasi partiler de aynı çıkmaza doğru koşar adım ilerliyor. Birilerinin çıkıp acı gerçeği cesaretle söylemesi lazım, kimse söylemediği için maalesef bana düşüyor, bunun adı eyyamcılıktır. Belki seçim döneminde ya da başka bir siyasi momentte kabul edilebilir bir strateji gibi algılanabilir, makul görülebilir, ama savaşın bunca acı ürettiği bir zamanda kalkıp da savaşan taraflardan birine taktik aparatlık yapmak sizi çok itibarsız bir konuma sürükler. O konumu, bırakın geniş kitleleri, kendi yandaşlarınıza, mensuplarınıza bile izah edemezsiniz, edemiyorsunuz.
Örgütlerin anlamak istemediği şey şudur: HDP savaşın bir tarafıdır. Çünkü herşeyden önce PKK ile organik bağları vardır, bu hareketin sivil ayağını oluşturmaktadır. Üstelik çatışmayı dindirmek yönünde adımlar atacağına hiçbir alt yapısı olmayan ve sadece insanları ateşe sürmek anlamına gelen “özerklik” kavramında ısrar etmekte, devlete sorumsuz hareketleri için bulunmaz kıymette bir gerekçe sunmaktadır. Özerklik ilanlarının PKK’nin bir oldubittisiyle ortaya çıktığını, HDP’li yöneticilerin çoğunun bu işten haberinin bile olmadığını, hatta örgüte karşı bazı çatlak sesler çıktığını anımsayın, demek ki geçen zamanda PKK, HDP üzerindeki gücünü göstermiş, “Türkiye siyaseti” arzusunda olanları deyim yerindeyse hizaya getirmiştir.
Türkiye’nin çalışanlarını, emekçileri, laik yaşamdan yana olan insanları temsile yeltenen bir örgütten, önce olaylar karşısında kişilikli bir tavır sergilemesi beklenir. Falanca partiyle dayanışma mesajı yayınlamanın ya da feşmekan örgütün “barış” çağrısına dahil olmanın adı siyaset olamaz. Sol için siyaset, en evvel, kendi ilkelerinize uygun, makul ve ilerici tavırlar göstererek netleşir. Kaldı ki bugün savaşın her iki tarafı da insanları “barışa” davet ediyor. “Hendekleri kapatın” bile diyemeyen bir örgütün barış çağrısı ne kadar inandırıcıdır? Halkın ve emekçilerin ezici bir çoğunluğunun buna inanmadığını anlamak için müneccim olmaya gerek yok sanırım.
Bireylerin hali örgütlerden beter
Birey olarak bizlerin hali belki örgütlerden, partilerden bile daha vahim. Hepimiz yarı-bilinçli bir şekilde, savaşa “enformasyon” cephesinden katılıyoruz. Çoğunlukla PKK/HDP kaynaklarından ya da T24, Diken, Cumhuriyet gibi liberal maniplasyon odaklarından servis edilen bilgileri, fotoğrafları feysbuka koyup “falanca yerde çocuklar ölüyor…” yazıp gönder tuşuna basıyoruz. O haberlerin pek çoğunun yalan/yanlış olması bir yana, gerçekten ölen çocuklar için, aslında hiçbir şey yapmamaktan bile kötüsünü yapıyoruz. İki klavye vuruşuyla vicdanımızı rahatlatıp kahvemizi içmeye koyuluyoruz. Bu tavır bizi önce acılara yabancılaştırıyor ve tekrar edildikçe, yavaş yavaş çürütüyor. Moda’da, Cihangir’de, Karaköy’de her gün yeniden üretilen bu iki yüzlü yaşam biçiminin bizi o cinayetleri işleyenlerle aynı noktaya taşıdığının farkına bile varmıyoruz.
Örgütler ve bireyler olarak bizler bu haldeyken öte yanda savaş olanca dehşetiyle sürüp gidiyor. Gerçekten de çocuklar, anneler ölüyor, insanlar evsiz, aşsız kalıyor. Ve bu halimizle savaşın kaybedenlerinden biri de biz oluyoruz.
İslamcılar nasıl kazanıyor?
İslamcılarsa hep olduğu gibi kazanıyorlar. Hileyle, hırsızlık yaparak ya da kandırarak mı? Hayır, böyle düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz, inanın öyle değil. İslamcılar kazanıyorlar, çünkü çalışıyorlar, kendi bağımsız hatlarında ve tam da savaşın gerektirdiği gibi çalışıyorlar.
Savaşa karşı olmak, onun taraflarının değil mağdurlarının yanında olmakla başlar. Mağdur deyince aklınıza ne geliyor? Öldürülen insanlar değil mi? İşte İslamcı örgütlerin bizden üstünlüğü ilkin burada başlıyor. Sur’da Cizre’de ya da başka bir yerde oluşan mağduriyetin bizim dikkatimizi çekebilmesi için çocukların ölmesi, cenazelerin günlerce sokakta kalması gerekiyor. Oysa silahların patladığı anda mağduriyet başlıyor, korku başlıyor, yoksulluk başlıyor, göç başlıyor. İslamcılar bütün bu mağduriyeti görüyor ve ona göre siyaset üretiyor. Bizse sadece en trajik görüntüleri, o da feysbukta falan paylaşılırsa fark edebiliyoruz.
Peki neden böyle dersiniz? İslamcılardan daha vicdansız olduğumuz için mi göremiyoruz? Hayır, daha vicdansız değiliz ama sanırım daha akılsısız. Olaylara akıl ve mantık çerçevesinde bakmaktansa PKK/HDP’nin bize uzattığı dürbünden bakmayı tercih ediyoruz. O dürbünse (savaşanlardan birinin dürbünü olduğu için) bize gerçeğin sadece bir kısmını gösteriyor.
PKK/HDP tarafından bakacak olursak devlet Cizre, Sur vb. yerleri ağır silahlarla işgal etmiştir ve buralarda yaşayan halk top yekün devlete karşı direnmektedir. E manzara bundan ibaret olursa vicdanımıza kala kala devlet güçlerince öldürülmüş sivil insanlar kalır!
Oysa gerçekte halkın büyük çoğunluğu savaşa karşıdır ve savaştan kaçmaktadır. İnsanların sadece %15’inin örgütün savaş politikasını onayladığı, kalanların bir an önce silahların susmasını istediği ve nüfusun neredeyse tamamının bu yerleşim yerlerinden kaçtığı biliniyor. Devlet, kentleri neredeyse tamamen yıkacak denli çılgınca bir siyaset güdüyor. Örgüt, sivilleri kendine kalkan yapıyor, savaştan kaçmaya çalışanları tehdit ediyor, öldürüyor.
İşte bizim göremediğimiz bu gerçeği islamcılar görüyorlar, görmekle kalmayıp harekete geçiyorlar. Bizim örgütlerimiz HDP’nin PKK’ye alan açmaktan başka bir işe yaramayan çağrılarına koşarken islamcı kuruluşlar çoktan Cizre’ye Sur’a vardılar bile. Hem de kamyonlar dolusu yardım malzemesiyle. Onlarca islami örgüt “muhacirler” için yardım kampanyaları düzenliyor. Her yaştan gönüllü kar kış demeden insanlara yardım etmeye koşuyor. Bu manzara karşısında solun, solcuların, bizlerin hali gerçekten içler acısıdır.
Savaş bitecek ve hiçbir şey unutulmayacak
Türkiye solu maalesef şu anda kendisini, kaybetmenin adeta garanti olduğu bir poziyona mahkum ediyor. HDP’yi vs’yi bir yana bırakıp doğrudan halka temas eden dayanışmacı adımlar atmazsak hem doğuda hem batıda bir kez daha kaybeden taraf olacağız. Hatta belki daha fecisi olacak, savaşanlar barışınca yine bizi günah keçisi ilan edecekler. Her iki tarafın da birbirine hakaret ederken kullandıkları “ateist”, “dinsiz” gibi sözcüklere dikkat edin. Sizce kimleri kast ediyor olabilirler?
Dünyanın hiçbir savaşı sonsuza dek sürmez. Bu savaş da bitecek. Silah tutanlar için yeniden barış masaları falan kurulacak. Ama bu savaş, ona maruz kalanların benliğinde çok derin yaralar açacak. Geriye dönüp baktıklarında savaşı çıkaranları, o savaşa alet olanları anımsayacaklar, bir de onlara karşılıksız yardım eli uzatanları, savaşın karşısında, onların yanında duranları. Ve acilen birşeyler yapmazsak korkarım ki biz bu insanların hayırla yad ettiklerinden olamayacağız. Bir kez daha biz kaybedeceğiz, bir kez daha islamcılar kazanacak.
insanbu.com
(alıntı:deligaffar.com)
10.01.2016