5 Ocak 2016 Salı

Başkasının gözüyle

Verdiğimiz izlenim başkalarının bize yönelik davranışlarını belirler. Art niyetli, hep gizli gündemi olan, yalan söylediği sabit, çıkarları söz konusu olduğunda at pazarlığına girişen biri muhataplarında önce kuşku, sonra güvensizlik ve nihayet tepki yaratır.

Ülkeler için de aynı şey geçerlidir.

1648’den (Westfalya) bu yana geçen dört asır boyunca, imparatorluklar, giderek uluslar, uluslararası ittifaklar pek çok tanımlamaya, tarihi dönemlere ve koşullara göre sınıflandırıldı.

Huntington’ın 1993’te yayımlanan “Medeniyetler Çatışması” başlıklı makalesinde yaptığı sınıflandırmanın, özellikle İkinci Körfez Savaşı’yla (2003) birlikte, Batı’daki siyaset aleminin zihnine kazındığını ve Türkiye’ye yönelik politikaları alttan alta belirlediğini söyleyebiliriz.

Bu sınıflandırmaya göre Türkiye “kararsız ülkeler” sınıfına giriyor. Huntington bu ülkelerin “yeniden tanımlanan bir kimlik” edinmeyi, içinde bulundukları medeniyeti terk ederek başka bir medeniyete geçmeyi amaçladıklarını söyler. Ancak bu çaba başarısızlıkla sonuçlanır, çünkü girişimin kendisi, kurumsal uyum sorunlarına, kültürel çatışmalara yol açan kesintili ve acılı bir süreçtir.

KARARSIZ ÜLKE

III. Dünya Savaşı’na böyle bir geçiş süreci denemesinde yakalanan Türkiye’nin Batı tarafından “kararsız ülke” olarak görüldüğü kesindir. İktidarın ortalığa dökülen yolsuzlukları, bölgesel düzeyde bir tür Müslüman Kardeşler koalisyonu oluşturma çabaları, gizli gündemleri, mesela zuladan IŞİD’i desteklemesi, her konuda yaptığı “at pazarlığı” (Bush’un Türkiye’nin dış politikası için yaptığı tanım) ve en önemlisi Kemalist Kurucu İlkeler’i terk ederek toplumu bir Sünni Ümmeti’ne dönüştürme çabaları, bu “kararsız” görünümün başlıca belirtileridir. Batı, Türkiye’yi kararsız, Batı ve Doğu uygarlıkları arasında kalarak kültürel parçalanmaya uğramış, bölünerek küçültülmesi gereken bir ülke, esasında bir askeri üs ve enerji otoyolu olarak görmektedir.

Peki, Doğu nasıl görmektedir? Mesela Rusya, Çin, Suriye, Irak, Lübnan gibi ülkeler... Onlar da Türkiye’yi güvenilmez bir ülke, bir NATO ülkesi, ABD’nin sadık Kuzey Atlantik müttefiki olarak görmektedirler. Rus uçağı düşürüldüğünde, Başbakan’ın hemen koşup NATO’ya haber vermesinin, BM Güvenlik Konseyi’ne mektup yazdırmasının, hemen ardından düveli muazzama’nın uçaklarıyla ve gemileriyle sanki kendi ülkeleriymiş gibi kolayca gelip misakı milli sınırları içindeki üslere ve limanlara yerleşmesinin, Türk uçaklarının ABD uçaklarıyla birlikte güneyde devriye uçuşlarına çıkmasının, Doğu ülkelerinde nasıl bir izlenim yaratmış olabileceğini düşünelim. Buna bir de “potansiyel işgalci” izlenimi eklendi.

Böyle bir ülkenin, doğu toplumları tarafından Asyalı, hatta “samimi Müslüman, Sünni vs”, yakın geleceğin güvenilir ya da potansiyel müttefiki olarak görülmesi mümkün mü? Irak’a giden taburu Fetih Ordusu gibi, sınırdaki Türk devriye uçaklarını ise kendilerini yıllarca bombalayan ABD uçakları olarak görüyorlar. Bu durumda Türkiye’yi bölmek isteyen güçleri desteklemelerinde şaşılacak bir şey olabilir mi? Türkiye’yi zayıflatmak için ellerinden geleni yapacaklardır. Rusya, Suriye sınırından silah ve petrol geçirildiğini, Türkiye’nin tek başına sınırı kapatmaya muktedir olamadığını söyleyerek, “size yardım edelim,” dedi. Bundan daha alaycı ve aşağılayıcı ne olabilir?

YARIN ÇOK GEÇ OLACAK

Bir iktisadi krizin patlak vereceğini, bunun üzerine halkın harekete geçeceğini düşünmek, her ne kadar Marksist bir tahlil olsa da, yağmur duasına çıkmak gibi bir şey. Gerçi gökyüzünde bulutlar var, ancak yağışın şiddeti, süresi ve yaratacağı etkiler bilinmiyor. Toplum yumuşatıldığı ve örgütsüz bırakıldığı için yağışlar hiç istenmeyen, çok daha gerici taşkınlara bile neden olabilir.

Bu yüzden sağcı, solcu, komünist, sosyalist Cumhuriyetçiler, “aydın” dediğimiz kimseler, bütün devrimci öğrenciler, hatta birahane solcuları, entel-lümpen arkadaşlar bile, bir an önce birleşip, başı sonu belli olan disiplinli bir antiemperyalist cephe içinde örgütlenmelidirler. En azından, başkasının gördüğünden farklı bir Türkiye’nin var olduğunu, halkın bir kesiminin uyanık ve bilinçli olduğunu bütün dünyaya göstermiş olurlar, belki hesaplar ve ezberler bozulur. Yarın çok, ama çok geç olacak.

Yavuz ALOGAN / Aydınlık- 15.12.2015