"Manda'nın isminden korkmayalım, isterseniz buna 'müzaheret' [yardım] diyelim. ...
Tamamiyle müstakil yaşamaya, mali vaziyetimiz müsait değildir... Şimdi istiklalimizi kurtarsak bile.." Vasıf Bey böyle diyordu.
"Harici rekabetleri ve kuvvetleri memleketimizden defedebilecek bir yardımcıya ihtiyacımız var." Halide Edip böyle yazıyordu.
'MÜZAHERET' ASKERSİZ OLMAZ
General Harbord, "tamam" demişti. "Amerika, sermayesi ile Türkiye'ye yardım etmek ister. Bunu iyi karşılayacağınızı, şimdiye kadar görüştüğümüz devlet ileri gelenlerinden ve halkınızdan anladık. Fakat bu sermayeyi korumak için bir miktar da asker getirmek ister." O zaman Kazım Karabekir, "fakat asker niye ki?" diye sormuştu. Harbord "sermayenin her duruma karşı korunması için...." yanıtını vermişti. Karabekir'in tepkisi şuydu: "siz sermayenin kazancıyla asker mi besleyeceksiniz? Bu Türkiye'yi istila etmek demektir ki, buna milyonlar ordusu gerekir... Hürriyet ve istiklalimizi alacak sermaye, bizim için ateştir."
Sivas Kongresi'nde toplanmış olanların hepsi "vatanın kurtuluşu"nu istiyorlardı; kuşku yok. Ama büyük bölümü bunun için tek umudu mandada görüyorlardı; tercihan Amerikan mandası.
GÖNLÜNÜ RAHAT TUT EVLAT!
Askeri tıp öğrencileri delegesi Hikmet, Sivas Kongresi'ne manda davası için değil, istiklal davası için geldiğini haykırmıştı. Ve demişti ki, "olması mümkün değil ama, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal'i 'vatan kurtarıcısı' değil, 'vatan batırıcısı' olarak adlandırıp lanetleriz!"
İşte o zaman doğru ses tarihe düşmüştü: "Evlat, gönlünü rahat tut... Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm!"
Vatan sevgilerinden kuşku duymayız. Ama mandacılığa kapılmış bu aydınları kötürümleştirmiş olan şey neydi?
Bunu anlamak çok önemli. Bugünü çözmek için çok önemli.
YENİ-MANDACILIK
Mandacıları anlarsak, kitaplarıyla yazılarını okuyarak yetiştiğimiz akıllı adamlarla kadınların neden "iç dinamiklerle yapamıyoruz, ancak AB sopasını kabulle demokratikleşeceğiz" diye düşündüğünü çözebiliriz.
Ortadaki apaçık yanlış politikaya neden "tamam, yanlış, ama arkasında dış dinamik, dış istek, dış destek var" diye boyun eğdiklerini açığa çıkarabiliriz.
Mandacıları anlarsak, kimi dostlarımızın neden gözlerini "arkadaki güçler"den alamayıp İslam Kalkınma Örgütü'nden yapılan cumhurbaşkanı adayı transferine teslim olma çağrıları yaptıklarını anlayabiliriz.
İster moderniteci olsun ister siyasal islamcı, her kesimde aynı teslimiyetçilik varsa, toplumun "laik - muhafazakar" diye sınıflandırılışı bir aldatmacadır. Her ikisinde de aynı teslimiyetçilik varsa, siyasetin "sol - sağ", "sosyal demokrat - milliyetçi muhafazakar" diye ayrılması büyük aldanıştır. Türkiye'de gerçek ayrışma, artık bunların hiçbiri değildir.
TEK VE DEĞİŞMEZ PAROLA
Aydınlardan başlamak üzere, siyaset ve toplum günümüzde iki ana parçadan oluşuyor:
Yeni-mandacılar, şimdi "gericiliğe karşı ancak dış müzaheretle ve kendimiz de gericileşerek var olabiliriz" diyorlar. "Ortadoğudaki ateş Türkiye'yi yakmasın" diyerek, savaş tanrılarının eteğine tutunup "cumhurbaşkanlığını ateş tanrılarına emanate verelim" diyorlar.
Bunu pek basit bir yolla, imal edilmiş sahte bir Tayyip paranoyasıyla gerçekleştiriyorlar. Samimi, kararlı, örgütlü bir hamleyle, zaten düşmeye hazır bir yaprağa dönüşmüş AKP iktidarını yenilgiye uğratmak üzere mücadele etmek yerine, ülkenin çatısını küresel diyalogçulara emanate vermeye kalkışıyorlar.
Yeni-bağımsızlıkçılar olarak bizler "esir düşmekte değil teslim olmamakta mesele" diyeceğiz. Tek ve değişmez parolayla mücadeleye devam edeceğiz:
TAM BAĞIMSIZLIK!
AYDINLIK / 22.06.2014