Cumhuriyet gazetesinin yazar, çizer ve yöneticilerinin aralarında bulunduğu 12’si tutuklu 19 çalışanı, 24 Temmuz'da Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde hakim karşısına çıktı. Cumhuriyet çalışanları ve yöneticileri 'FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek' iddiasıyla yargılanıyor. Cumhuriyet çalışanlarına ve yöneticilerine yönelik suçlamalara, meselenin hukuksal boyutuna hiç girmeyeceğiz. Cumhuriyet’te dönen alengirli idari işlere de hiç değinmeyeceğiz, zaten bu işlere aklımız da ermez.
Dört gündür savunmaları ve sorguları dikkatle izliyoruz. Savunmalar haliyle ortak bir politik konumlanışın ürünü. Herkes yaşanan hukuk sürecinin politik bir mücadelenin yansıması olduğunun farkında. En fazla da Cumhuriyet yöneticileri ve çalışanları farkında. Peki, yargılanan Cumhuriyet çalışanları ve yöneticileri yaşanan süreci hangi politik denklemle açıklıyor? Yani Cumhuriyet’in mevcut yöneticilerinin politik konumlanışının kaynağı ne? İşte biz meselenin burasındayız. Zaten meselenin özü de burada.
SAPLA SAMANI BİRBİRİNE KARIŞTIRMAK
Savunmalardaki ortak politik saptama şu, "AKP-FETÖ çatışması, gericiler arası iktidar kavgasıdır”. Bu saptama Türkiye siyasetini salt iç dinamiklerle okuyanlar açısından geçerli, ama meselenin bütünsel gerçekliği açısından geçersiz bir saptamadır. Yalnız, gerçeğin çok uzağında olan bu saptama maalesef AKP’ye muhalefet eden kesimler içerisinde sıkça dillendiriliyor.
Dünyada bir avuç devletin, dünyanın diğer bütün devletlerine ekonomik ve politik baskı/sömürü kurması bir asrı aşkındır yaşanan nesnel bir durumdur. Bu çağa emperyalizm çağı deniyor. Dünyanın gelişmekte olan uluslarına/devletlerine baskı kuran bir avuç mutlu azınlığın/devletlerin, dünyaya egemen olmak için inşa ettikleri istihbarat, askeri, ekonomik ve politik örgütleri de var. Bu örgütlerin gelişmekte olan devletlerde, o devletlerin işleyişine müdahale etmek için kurulan uydu örgütlenmeleri de var. İşte FETÖ böyle bir örgütlenme, ABD ile olan ilişkisini bu düzlemde işleyeceğiz.
Çağımızın hala egemen ideolojik karakteri olan emperyalizmi göz ardı ederek yapılan saptamalar hatalı ve yanlıştır. O yüzden bugünkü yaşananları “AKP ve FETÖ arasındaki kavga” olarak tanımlamak gerçeğin küçük bir tarafı üzerinden, gerçeğin bütünlüğüne savaş açmak anlamına geliyor.
Öncelikle her şey tarihseldir. Tarihsel olan her şey de bir sürecin ürünüdür ve o süreç çelişmelerle doludur. Haliyle AKP de, FETÖ de ve ilişkileri de tarihseldir. Ortaya çıkmaları, birliktelikleri ve ayrışmaları hepsi politik bir sürecin ürünüdür. Meseleyi bütünsellikten kopararak “bu gericiler arası iktidar kavgasıdır” çıkarımı yapmak en iyi ifadeyle ezberciliktir ve bugün açısından politik sorumlulukları ağırdır. Hayat bu kadar basit değil. Neden 2012’de ayrıştı AKP-FETÖ ittifakı, neden daha önce değil? Eğer mesele salt güç mücadelesiyse neden bu kadar geç tutuştular kavgaya? FETÖ pekala daha önce hamle yapabilirdi. Değil mi?
Her şeyi iç dinamiklerle ve tarihsellikten kopuk bir biçimde açıklamaya kalkarsanız bu sorulara verdiğiniz yanıtlarla duvara toslarsınız. Açıklayalım.
ESAS KAVGA KİMLER ARASINDA?
Türkiye 1945 sonrası ABD’nin öncülüğündeki Batı kampına dahil oldu. Türkiye’ye bu kampta biçilen rol “özgür dünyanın”, “komünist tehlikeye” karşı ileri karakolu olmasıydı. Türkiye bağımsızlığından ve cumhuriyet kazanımlarından olarak, bu rolü ABD işbirlikçisi hükümetler eliyle başarıyla oynadı. 1990 sonrası Sovyetler Birliği yıkıldı. Batılı emperyalistlerin dünyanın bütününü Pazar haline getirmelerine engel olan “komünizm tehdidi” artık “reel” olarak ortadan kalkmıştı. ABD öncülüğündeki emperyalist Batı; Kafkasya’da, Doğu Avrupa’da darbeler tezgahladı, Pasifik’e askeri yığınak yapmaya başladı, Ortadoğu’ya ise “komünist tehdide” karşı kendi yarattığı “islami terörü ve diktatörlük rejimlerini” bahane ederek sıcak müdahalelerde bulundu. Irak’a iki kere saldırdı. Emperyalist yağmacıların başı olan ABD’nin bölgeyi baskı altına almak için ikinci bir İsrail’e ihtiyacı vardı. Irak’ın bölünmesiyle kuzeyde oluşan “Kürt bölgesi” 2.İsrail’in inşası için ilk adımdı.
İşte Türkiye de için işler burada değişti. Türk Devleti, ABD için yarım asır karakolluk yapmıştı ancak ABD, Türk Devleti’ni tehdit eden bir “Kürt” devletinin kurulmasına hamilik ediyordu. Bu gelişmeyle birlikte Türk-Amerikan ilişkileri, Kıbrıs meselesi sonrası ilk kez böylesine gerilmeye başladı.
Fetullahçılar tam da bu süreçte devreye girdi. ABD soğuk savaş döneminde, “komünizim tehdidine” karşı diğer dinci örgütlenmelere verdiği destek gibi Fetullahçıları da desteklemişti. Ancak ABD’nin istihbarat örgütü CIA, Fetullahçılarla daha özel bir ilişki kurdu.
CIA’nın Fetullahçılarla kurduğu bu özel ilişkinin asıl işlevi 1990 sonrası gözle görülür hale geldi. NATO’nun yeraltı örgütü gladyo örgütlenmesinin Türkiye’deki merkezi 1990’dan sonra TSK içinden Emniyet’e taşındı. Bu değişikliğin iki sebebi vardı. Birinci sebebi, TSK içerisinde ABD’ye yönelik tepki gelişmesiydi. İkinci sebep ise Emniyet içerisindeki Fetullahçı örgütlenmenin varlığıydı.
Emniyet, TSK’ya göre çok daha güvenilirdi. CIA bu dönemde Türkiye’deki gladyo örgütlenmesinin ana gövdesini yeniden inşa etti. Gladyo’nun yeni ana gövdesini Fetullahçılar oluşturdu. Bu süreçten sonra ABD’nin bölgesel çıkarları adına Fetullahçılar birçok yasadışı operasyon gerçekleştirdi. 15 Temmuz darbe girişimi ise bu operasyonların sonuncu ve en kanlı örneğiydi.
Şimdi burada biraz duralım. Gelelim AKP’ye…
AKP 2002 yılında, Irak işgalini destekleyecek bir hükümet olma sözüyle ABD tarafından iktidar yapıldı. Hatta Erdoğan birçok kere “BOP eşbaşkanıyım” diyerek bu ilişkinin kurumsal olduğunu açıkladı. Erdoğan bu görevi 10 yıl sürdürdü. 2012’de bu ilişki büyük ölçüde bitti. Erdoğan’ın FETÖ’ye “ne istediniz de vermedik” dediği dönem de, bu dönemdir. 2002'de ABD öncülüğündeki Batı'nın desteğiyle iktidara gelen Erdoğan'ın, Rıza Zerrab üzerinden İran ambargosunu delmesi sebebiyle Batı tarafından üzeri çizildi. Batı bu tarihten beri Erdoğan'ın üzerine gidiyor. Önce 17-25 Aralık'la Erdoğan'a operasyon yapan ABD, ardından 15 Temmuz darbe girişimiyle Erdoğan'ı devirmeyi denedi ama yapamadı.
Kısacası yaşananlar, Cumhuriyet yöneticilerinin tanımladığı gibi “gericiler arasındaki iktidar kavgası” olmanın çok ötesindedir. AKP-FETÖ kavgası yoktur, dolaylı bir Türk-Amerikan savaşı vardır. Vahim ve trajik olan “Nasıl olsa AKP-FETÖ kavgasından AKP galip çıktı, bu nedenle AKP zorbalığını geriletecek bütün güçlerle birleş” stratejisine sarılmaktır. TSK’nın, ABD’nin kara gücü PKK’yı ezmesine “Saray savaşı” demek de bu sefil stratejinin ürünüdür. Yine “darbe tiyatroydu” safsatalarının kaynağı da bu ahmakça stratejinin bir parçasıdır. CHP’nin “Adalet yürüyüşü” de bu strateji içerisinde yapılan bir “akıl” yürüt-eme-menin sonucudur. Bu stratejiyle, FETÖ ve PKK gibi Türkiye düşmanı terör çeteleri AKP'nin karşısına mevzilendikleri için politik bir güç olarak tanımlanarak, meşrulaştırılıyor. Yine bu stratejinin sonucu olarak; Batı'nın Türkiye aleyhine aldığı politik tutumlar Erdoğan özelinde alınmış tutumlarmış gibi, Batı haklı bulunuyor. Erdoğan'ı geriletmek adına Türkiye karşıtı Batı küstahlığına payanda olunuyor.
AKP’ye karşı olan herkesle birleşmenin müthiş iktidar formülü işte budur(!) Peki yanınızda kim var? Bu strateji yanınıza kimleri getiriyor?
HDP adalet nöbetine başlıyor, Demirtaş ve FETÖ’cüler cezaevlerinden sevinç “çığlığı” atıyor. Ondan sonra bir bakmışsınız beğenmediğiniz hükümet ABD saldırganlığına karşı Rusya ile S-400 anlaşması yaparken, siz İngilizce metinlerle Batı’dan özgürlük ve adalet dileniyorsunuz. ABD Dış ilişkiler sözcüsü; PKK’nın partisi HDP yöneticilerine, Türkiye’nin en yobaz örgütü FETÖ mensuplarına ve bunlarla birlikte Cumhuriyet gazetesi yöneticilerine “adalet” istiyor. Hem de ABD bunu, PKK’nın Suriye’deki partisi PYD/YPG’ye ağır silahlar gönderirken yapıyor; ikiyüzlüce “darbeyi Gülencilerin yaptığına dair elle tutulur bir belge yok” diyerek yapıyor.
Hikmet Çetinkaya yaptığı savunmada şaşkın bir şekilde, “yıllarca ben FETÖ’yü yazdım, hatta iktidar onlarla birlikteyken uyardım, şimdi FETÖ’cü olmakla suçlanıyorum” diyor. Biz de gerçekten çok şaşkınız. Biz de ilk defa sizden okumuştuk FETÖ’nün rezil ve hain faaliyetlerini… Ama kadere bakın. Sırf AKP üzerine gidiyor diye karşısında durduğunuz operasyonlar (PKK ve FETÖ’ye yapılan), sizi yıllardır mücadele ettiğiniz “adamlarla” aynı safa getirdi. Şimdi oturmuşsunuz Demirtaşgillerle, Ekrem Dumalı’yla ve Altan kardeşlerle birlikte Batı’dan “adalet” dileniyorsunuz. Hem de yurtseverliği Erdoğan’a hediye ederek…
Kusura bakmayın ama siz “AKP’den kurtulma” pahasına memleketten vazgeçmişsiniz ve yaptıklarınızla da aslında yalnızca Erdoğan’ı güçlendiriyorsunuz. Yaşanan budur.
Kerem Yıldırım
, 29.7.2017