18 Ocak 2018 Perşembe

Sabiha Gökçenlerin CHP’sinden Oya Baydarların ‘CHP’sine



Bir portre çizelim.

İlk olarak TİP’e üye oldu. 1970’li yıllarda ise TSİP’e katıldı. TSİP kurucularından olan Aydın Engin’le evlendi. Sonra “Doktorcularla” ayrılık yaşayarak “TKP”li oldu. Dönemin “TKP” genel sekreteri İsmail Bilen onun için “Oyayla boyayla olmaz” dedi.

Sovyetler Birliği’nden “devrim” ihracını savundu. Yani “sosyalizmin” bile ithalini istedi(!) Milli Demokratik Devrimi savunan sosyalistleri milliyetçi olarak suçladı.

12 Eylül Amerikancı darbesi oldu. Yurtdışına kaçtı. 1990’dan sonra yurda döndü ya da gönderildi… Yoldaşları “TKP”yi legale çıkarmayı savunurken o karşı çıktı. Sovyetler Birliği bu sıralar dağıldı.

1980 öncesi, yani “sovyetçi” olduğu dönemde karşı çıktığı ABD’yi, 1990 sonrası “demokrasi” havarisi olarak tanımlamaya başladı. ABD’nin körfez işgallerini “demokrasi” adına destekledi.

“TSK faşisttir” dogmasını yeni “dünya görüşü” haline getirdi.

PKK’yı “Kürt Özgürlük Hareketi” olarak tanımladı ve Türkiye “demokrasisi” için PKK’nın olmazsa olmaz olduğunu savundu.

Laikliğe karşı, “özgürlükçü laikliği” savundu. “Özgürlükçü laiklik” ortaçağ gericiliğine özgürlük istiyordu. 28 Şubat’ın “Cumhuriyet Devrimi kanunları uygulansın” tutumu karşısında İslamcılarla bir oldu ve türbanı savundu.

AKP ve Fetullahçı çetenin Ergenekon-Balyoz kumpaslarını alkışladı. Fetullah’ın operasyonlar için Yasemin Çongar ve Ahmet Altan’a kurdurduğu Taraf’da yazdı. “Kemalist vesayete” karşı İslamcılarla kucak kucağaydı. Taraf’ta yazdığı sırada Ahmet Altan onun sosyalistliğini “pavyonda çalışan namuslu kadın”a benzetti. O da bu erkek egemen tutum yüzünden pavyondan ayrıldı(kendi ifadesi).

2010’da “Kemalist vesayeti” yargıdan “temizlemek” ve Fetullah’ın yargıyı bütünüyle ele geçirmesi için referandum yapıldı. Gülen, Erdoğan’ı ikna etti. Eski “Marksistler”, “demokratlar” ve cümle liberal takım yetmez ama evet(YAE) kampanyası başlattı. YAE’ciler “12 Eylül’den hesap sorulacak, gayrimeşru cinayetler aydınlanacak, askeri vesayet son bulacak” cayırtısı kopardı. O bu işin de başını çekenler arasındaydı.

2014’te Ergenekon-Balyoz kumpasları çöktü. Fetullahçı çete Türkiye Tarihi’nin en kanlı darbe girişimine kalkıştı. Hrant Dink’in katilinin Fetullahçı çete olduğu ortaya çıktı. Ama o hala “Hrant cinayetini cemaatin üstüne yıktılar, avrasyacı-ulusalcı-Perinçekçi derin devlet canlandı” tatavası peşindeydi. Gerçekle namuslu olmayan ilişkisi böyle zamanlarda su yüzüne çıkıyordu.

Bir kaset kumpası sonucu Baykal gitti, CHP’nin başına Kılıçdaroğlu geldi. Amerikancı açılım dönemiydi. Açılımcı ekip bütün gücüyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisiyle acımasız bir hesaplaşma başlattı. Bu arada o da açılımı destekliyordu. Erdoğan “Dersim” tartışması başlattı. Kılıçdaroğlu tartışmanın üzerine atladı. Hükümet –muhalefet el ele Cumhuriyet’i ayaklar altına aldılar. Ama o “yetmez” diyordu, “Ermeni soykırımı” da vardı, “Kürtler katledilmişti” bunlar da konuşulmalıydı.

CHP’de “olumlu” gelişmeler oluyordu, ama CHP “vesayetçiliğin, darbeciliğin, ötekileştirmenin, tek tipçiliğin” odağıydı. Bu yüzden içte kesintisiz bir hesaplaşma yaşanmalıydı.

Sonra diğer YAE’cilerle birlikte Erdoğan’ı destekledikleri için pişman oldu. “Kemalist vesayet” gitmiş, AKP vesayeti gelmişti. Erdoğancılık yerini Erdoğan düşmanlığına bırakmıştı.

Sonra HDP kuruldu. Öcalan, PKK’ya “Türkiye” partisi kurun dedi, PKK da kurdu. Demirtaş başta liberal takım olmak üzere, İstanbul burjuvazisinin de içinde olduğu çeşitli kesimlerce desteklendi. O da destekledi.

Şimdilerde, PKK’nın savaş ağalarının merkezi olan Kandil HDP projesini sonlandırdı. Selahattin Demirtaş 35 gün sustuktan sonra aday olmayacağını açıkladı. O’nun da içinde olduğu liberal ve “solcu” takım Demirtaş aday olmazsa HDP biter” yaygarası kopararak, Demirtaş partinin başında kalmalı” kampanyası başlattı.

Demirtaş bu kampanyanın ardından PKK’nın yayın organlarından olan Mezopotamya Ajansı’na verdiği röportajla “tasfiye falan yok, kendi irademle aday değilim” dedi.

O’nun da içinde olduğu liberal takım sustu. Büyük hayal kırıklığına uğramışlardı ki, o sırada CHP İstanbul İl Kongresi oldu. Kongre’de HDP’ci, Dersimci Canpolat’la; bir diğer HDP’ci, “1915’te Ermeniler katledildi” diyen, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını militarist bulan ve Demirtaş’ın yakın dostu Canan Kaftancıoğlu “yarıştı”.

Kaftancıoğlu’nun “zaferini” o da destekledi ve “Canan Kaftancıoğlu'nu, ‘kıçı kirli’ siyasete teslim etmeyelim” diye yazısına başlık attı ve şunları vurguladı:

"Şimdi Kaftancıoğlu’nun arkasında durmanın, parti teşkilatında ve yönetiminde “daha fazla Kaftancıoğlu” temenni etmenin, bu çizgi ve tavrı hem iktidara hem de partisinin içindeki ve dışındaki sağlı sollu ulusalcı militaristlere, “askerlere” karşı desteklemenin zamanıdır. Kıçı kirli siyasetin ülkeyi, CHP’yi, hepimizi ezip geçmemesi için."

Kim mi bu isim?

Oya Baydar…

Aslında amacımız Oya Baydar falan değil, Baydar "Yeni CHP" ya da HDP ideolojisini 1990’lı yıllardan beri tutarlı ve istikrarlı olarak savunuyor. Bu anlamda Baydar, Türkiye karşıtı ve Kemalizm düşmanı tezleri savunan, köksüz “Türk” liberallerinin müstesna bir prototipi. Meselenin anlaşılması açısından, Baydar'ın politik serüveni günümüze ışık tutuyor.

Kaftancıoğlu tartışması bir başlangıç değil, sonuçtur. CHP artık Kemalistlerin azınlıkta olduğu, Baydargillerin Türkiye düşmanı ideolojisinin ise hakim olduğu bir partidir.

CHP zıttına dönüşmüştür.

Kerem YILDIRIM
aydinlik.com.tr, 18.1.2018