Açık ve Özel
Mekanizma
Amerika’dan işleme konulan “demokrasi projesi” operasyonunun dibindeki
düşünce şudur:
Başka ülkelerin içişlerine, siyasi ortamına, Birleşik Devletler’in resmi
organlarınca, örneğin merkezi haber alma örgütü CIA ile doğrudan karışılması
sakıncalıdır. “Anti-komünizm” ve “hürriyet-demokrasi cephesi” adı altında, hem
ABD içinde hem de dış ülkelerde, yönlendirme,
örgütleme, dolaylı yönetme, kamplara
bölme ve çatıştırma uygulamaları
için dünyaya yayılan örgütlerin etkinlikleri, ileri sürüldüğü oranda “hür” ve
tüm dünyaya ilan edildiği oranda “temiz” olmadığından, işlerin karışması
elbette kaçınılmazdı. Ayrıca bu işlerin parasal kaynaklarının altında CIA’nın
ve CIA bağlantılı şirketlerin, kirli işler bankerlerinin ortaya çıkması devleti
zora sokmaktaydı.
Örtülü operasyondan açık operasyona geçişin ilk ciddi adımları 1967’de atılmıştı. CIA’nın dış
ülkelerde çok-kültürlülüğü pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun
bir çalışma başlatmasıyla birlikte kurulan CCF (Congress
for Cultural Freedom), CIA’nın oluşturduğu yayın ve konferans örtüsü
altında ülkelerde bağlantılar ağı kurmaktaydı. Söz konusu örtü, CIA tarafından
yönlendirilen Amerikan akademik dünyasında, yarı gizli araştırmalar ve
raporlarla dokunmaktaydı.
Bu durum, ABD üniversitelerinde rahatsızlığa yol açınca, 1967’de soruşturma başlatıldı.
Soruşturmanın sonunda, bu gibi politik amaçlı operasyonlarda CIA bağlantısının
işleri zorlaştırdığı düşünüldü. Tüm dünyada yürütülecek operasyonun finansmanı
için özel kuruluşların devreye
sokulması programlandı. Aslında bu özel
kuruluşlar, 1947’lerden beri Harvard, MIT ve Columbia
üniversitelerinde çok özel projeler için para kaynağını yaratmaktaydılar.
Ortalıkta görünenler, CIA elemanları ya da devlet memurları değil, Ford Vakfı, Carnegie Vakfı ve Rockefeller
Vakfı vb. çokuluslu şirketlerin örgütleriydi. İlk geçiş aşamasından sonra, 1980 başlarında yeni bir evreye
girildi. Yeni tür operasyona duyulan gereksinimin nedenleri şöyle
özetlenebilir:
Gizli kapaklı yöntemle, ülkelerin iç dünyasını denetleme ve yönlendirme
işlerinin, yarı gizli ve belirli kuruluşlarla ilişkileri olarak yürütülmesi,
operasyonun etkisini sınırlandırır… İşin içine kitlelerin katılması
olanaksızlaşır… Yarı gizli ilişkilerin açığa çıkması, bağımsızlığına ve onuruna
düşkün ülke halkının ABD aleyhine dönmesine yol açabilir… Eski yöntemlerle,
gizli ilişkilerle bilgi toplamak, medyaya ve öteki kurumlara, partilere,
sağcı-solcu örgütlere gizli yönlendiriciler, kışkırtıcılar yerleştirmek, hem
riskli hem de pahalıdır.
ABD çıkarlarına, ikircimsiz hizmet edecek yabancı hükümetlerin iktidarda
tutulmaları, büyük bir parasal harcama gerektirmektedir. Ayrıca halk kitlesinin
desteğini alamayan bu yönetimleri siyaseten ayakta tutmak olanaksızlaşmaktadır.
ABD çıkarlarına ne denli bağlı olursa olsun, bir yabancı hükümete, sonsuz güven
duymak sakıncalıdır. Önünde sonunda bu yabancı hükümet, bir başka dünya gücünün
kendisini destekleyeceği kanısına kapılabilir; ya da denge içinde çok yönlü bir
siyaset güderek bağımsız davranma düşüncesine kapılabilir ve ABD’ye bağlı
kalması gerektiğini unutabilirdi. Bunun yanında, yazılı anlaşmalar, değişecek
olan yasalar da yeterli güvence değildir. Çünkü ülkelerdeki sistem artık geri
döndürülemeyecek biçimde değiştirilmelidir. Kim yönetirse yönetsin, ekonomik ve
siyasal düzen değişmemelidir. En iyi çare siyasal olarak iyice zayıflatılmış
devletler ve çok etnili toplumlar…
Devlet merkezlerinin egemenlik araçları ellerinden alınarak halk
kitlelerinin merkeze olan güveni ve bağlılıkları zayıflatılmalıydı. Ulusal
yönetimler, kısa devre edilerek, dünya egemenlerinin oluşturacağı NGO, vakıf,
enstitü gibi örgütler aracılığıyla, kitlelerle doğrudan ilişkiye geçmek, daha
ekonomik ve daha kalıcı bir yöntemdir.
Ülkelerde devlet ile halkın arasında adı sivil (!), kendileri dışarıdaki
devletin güdümünde bir dernekler, vakıflar, meslek kuruluşları ağı
kurulmalıydı. Böylece egemenler adına uzaktan yönetilebilecek bir aygıt
geliştirilecekti.
ABD iç siyasetindeki önemli bir boyut da harcanacak paranın en azından
kitabına uydurulmasıydı. ABD’nin işine gelmeyen yönetimleri devirmek için
gereken paranın sağlanmasında, ABD kongresinin onayını almak zorunludur. Ancak,
dünyaya yasallık dersi veren ABD yönetimleri kendi yasalarına uymuyorlardı.
1970’lerde Temsilciler Meclisi’nden Otis Pike ve Senatör Frank Church
başkanlığındaki komisyonların soruşturması sonucunda CIA’nın içerde ve dışarda
komplo gerçekleştirmesi kısıtlandığından operasyonlar için para ancak yasadışı
yollardan elde edilebilmiştir.
(Dış
ülkelerin içişlerine karışılması tümüyle yasaklanmadı, ama suikastler
yasaklandı. Başkan Gerald Ford, Otis Pike raporunu sansürlediyse de Philip Agee
kendisine iletilen asıl raporu yayınladı. P.Agee,
On The Run, s.143)
Nikaragua contra’ları işinde olduğu gibi, şeyhlere, zengin sultanlara,
kara paracılara, contra’ların ve CIA’nın kokain trafiğini yönetmesine muhtaç
kalınmıştır.
(Orta
Amerika ve Karaibler’de CIA ajanlarından, ‘Contra’ şeflerinden, devlet
görevlilerinden oluşan şebekenin uyuşturucu kaçakçılığı belgelenmiş ve
soruşturma raporlarıyla kanıtlanmıştır:
·
Central
Intelligence Agency, Allegations of Connections Between CIA and the Contras
Trafficking to the United States, 96-0143-IG Volume II
· CIA
Müfettişi General Frederick Hitz Raporu’ndan Robert Parry, Consortium News,
Oct.15, 1998)
CIA ile ilişkili Global Air pilotları,
giderken silah götürdüklerini, gelirken de kokain taşıdıklarını açıklamışlardır.
Joel Bainerman, The Crime of A President, s.280)
Örtülü ilişkilerle dolap çevirmek, soğuk
savaş döneminde, komünizm tehdidi gösterilerek, uluslararası yasallık içinde
kabul edilebilirdi. Ne ki, ‘Doğu Blok’unun çözüleceği öngörüsü gerçekleştikçe,
anti-komünizm dürtüsü giderek zayıflayacak ve örtülü işlerin yasallığı da buna
koşut olarak sorgulanacaktı.
Oysa ulus devletler, dünya egemenliğinin
önündeki en büyük engeldi. Çünkü ulus devletler kendi topraklarının kullanımına
ve ekonomik ortamına dışardan yapılacak girişimleri, dış siyasetlerinin
doğrudan yönetilmesini engelleyebilirlerdi. Daha da kötüsü, yandaş yönetimlerin
yerini her an daha bağımsızlıkçı yönetimler alabilirdi.
Ulusal egemenliklerinden ödün vermeye
yanaşmayan bu tür devletlerin sınırlarının eleğe döndürülmesi işi, örtülü,
kirli işlerle becerilemez ve ilgili ülke insanlarının onayı alınmadan
gerçekleştirilemezdi. Bu nedenlerle, ‘hür dünya’ işlerinden, insan hakları ve
din hürriyeti bekçiliğine evirilen operasyon ile ABD’nin uygun göreceği türden
demokrasiler kurulmalıydı.
Operasyonun adı “Project democracy” olarak
Ronald Reagan tarafından kondu. Demokrasi ihracını konu edinen bu incelemenin
amacı, 1980’lerin başından beri 92 ülkede uygulanan ve yeni mandacıların,
sömürgecilerin işbirliğiyle örülen WEB’de, yani ‘örümcek ağı’ içinde
çırpınmakta olan Türkiye’de olan bitene az da olsa ışık tutmak;
toplumsal-siyasal yaşamın yabancılar tarafından ele geçirilişini bir parça
olsun sergilemektedir. Söz konusu örümcek ağının ilmiklerinde, şu ya da bu
niyetle yer almış olanlar bu ağı örenlerin kimliğinden de, amaçlarının tümünden
de bilgili olmayabilirler. “Sivil” etiketi takınan, “saydamlığı” olmazsa olmaz
ilke olarak savunan örgütler, yabancı ilişkilerini, özellikle “bağış” adı
altında aldıkları parasal desteği çevrelerine topladıkları kişilerden ve
toplumdan saklamaktadırlar.
Bu tür destekler almak için uğraşanların,
özellikle Türkiye-Kafkasya-Ortadoğu ve Türkiye-Kafkasya-Orta Asya’da “güvenlik”
oluşturma ve “demokrasi” kurma örtüsü altında yeni sömürgeler elde etmek
isteyen Batılı devletlerin ve kartellerin aracısı olan örgütlerle ve
şirketlerle kurdukları ilişkilere dikkat çekmek gerekiyordu.
“project democracy”
sivil örümceğin
ağında
(Sayfa 16-18)