1. İlk kriz:
Amerikan gemilerinin izinsiz Akdeniz'e girişi
Amerika
ile yaşanan ilk kriz, 1795
yılında Cezayir açıklarında izinsiz dolaştığı gerekçesiyle, Amerikan ticari
gemilerine el konulması ile başlamıştır. Amerika, Cezayir ve Tunus dayısı
olarak bilinen, Osmanlı'ya bağlı beyliklerle bir anlaşma
imzalayarak yılda 12 bin altın karşılığında esir edilmiş gemi
personelini kurtarmış, ticari gemilerinin güvenliğini sağlamıştır.
2. Berberi savaşları
Amerika’nın
ticari gemilerinin güvenliği için verdiği yıllık 12 bin altın, o zamanlar yeni
yeni güçlenen Amerika’yı rahatsız etmiş, 1814 yılında Amerika, Cezayir dayısına savaş açmıştır. Berberi savaşları diye de bilinen bu
savaşlarda Amerika başarılar elde etmiş, hatta Amerikan Deniz Piyadeleri
marşına bu savaşla ilgili cümleler eklenmiştir. Bu tarihten sonra Amerika
Osmanlı'dan ticari ayrıcalıklar elde etmek için çok uğraşmış, ilişkilerde dönüm
noktası sayılan 1830 tarihli “Osmanlı-Amerikan Seyr-i Sefain ve Ticaret
Antlaşması” ile istediklerini almıştır.
3. Ahmed Rüstem Bey'in soykırım yalanına tepkisi
Birinci
Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı
Devleti’nin Washington Büyükelçisi Ahmed Rüstem Bey’dir. Kendisi oldukça aktif
bir Osmanlı elçisiydi ve Osmanlı aleyhine yapılan Ermeni ve Yunan
propagandalarına karşı oldukça etkili savunmalar yapmıştı. Amerikan basınının
Türklerin “masum Ermenileri barbarca öldürdükleri” yalanını Amerikan halkına
servis etmesini var gücü ile engellemeye çalışmıştır. Ahmed Rüstem Bey bir gün Türklere
yapılan suçlamalara karşı verdiği beyanatta, Ermeni toplumunun uzun yıllar
Osmanlı içinde barış içinde oturduğunu ancak büyük devletlerin politikalarına
uyduklarını söyleyip, Amerikan basınının esas İngiltere, Fransa ve
Amerika’nın Cezayir’de yaptığı katliamlara ve zencilerin Amerika’da çektiği
ızdıraplara bakması gerektiğini söylemiştir. Bu beyanata çok kızan Amerikan başkanı Wilson, Ahmed Rüstem Bey'in
özür dilemesini yoksa istenmeyen şahıs olarak sınır dışı edileceğini
söylemiştir. Rüstem Bey ise
sözlerini geri almayacağını, dediklerinin arkasında olduğunu belirtmiştir. Rüstem Bey bu kararı doğrultusunda Amerika’dan ayrılıp yurda
dönmüştür.
4. Diplomatik ilişkilerin kesilmesi
Birinci
Dünya Savaşı esnasında Almanya’nın müttefiki olan Osmanlı Devleti, 2 Nisan 1917 yılında Amerika’nın
Almanya’ya savaş ilan etmesinden sonra Amerika’ya savaş ilan etmemiş fakat
diplomatik ilişkilerini kesmiştir.
5. ABD Senatosu Lozan Antlaşması'nı onaylamıyor
Birinci
Dünya Savaşı sonrası gerçekleşen Kurtuluş Savaşı ile Türkiye bağımsızlığına
kavuşmuş, Lozan Antlaşması ile bu
durum tescillenmiştir. Amerika Lozan’a Osmanlı ile savaşmadığı için sadece
gözlemci statüsünde katılmış ancak Boğazlar, Ermeni sorunu,
kapitülasyonlar gibi her başlıkta aktif bir şekilde tartışmış ve sürekli
İngiliz tezlerini desteklemiştir. Lozan
Antlaşması imza edildikten sonra İsmet İnönü Lozan
kentinde bir süre daha kalmış, Amerikan temsilcisi Joseph Grew ile Lozan Antlaşması’na çok yakın “Suçluların İadesi”ne yönelik bir anlaşma imzalamıştır. “Genel Antlaşma” olarak bilinen bu
antlaşma Amerikan kamuoyunda çok büyük tepkiler alınca ABD Senatosu hem “Lozan Antlaşması”nı hem de “Genel Antlaşma”yı
onaylamamıştır. Durum bir krize dönüşmüştür. 1927 yılında imzalanan “Geçici
Antlaşma” ile kriz bitmiştir.
6. Küba krizi
İkinci
Dünya Savaşı sonrası Türk-ABD ilişkilerinde büyük bir yakınlaşma görülmüştür. Bu
dönemde görülen ilk kriz ise, Türkiye’nin 18
Şubat 1952 yılında NATO üyesi olmasından sonraya denk gelir. Türkiye’den
havalanan bir Amerikan casus uçağı olan U2, o zamanki Sovyet topraklarında
düşürülür. Bu durum ABD ve SSCB arasında Küba Krizi denilen olayı
tetikler. Amerikalıların Sovyetlerle yaptığı anlaşma ile dünya nükleer bir
savaşın eşiğinden döner. Anlaşmanın özü ise Türkiye’de bulunan Jüpiter Füzelerinin sökülmesi
karşılığında, Sovyetlerin de Küba’daki nükleer füzelerini sökmesidir. Bu durum
Türk halkında, Sovyetlere karşı Amerika’nın kendilerini savunmasız bıraktığı
düşüncesini oluşturmuştur.
7. Haşhaş krizi
Afyon
üretiminin Türk-Amerikan ilişkilerinde kriz olması aslında 1970’lerde başlamamıştır. 1909
yılında Şangay’da toplanan ilk afyon konferansını takiben sorun büyümüştür.
Ne Osmanlı Devleti ne de Türkiye Cumhuriyeti, Amerikan isteklerini iktisadi
çıkarlarına uygun görmediğinden konu ile ilgili imza edilen anlaşmalara uymak
istememiştir. Amerikalılar 1960’lı
yıllarda ülkelerinde görülen uyuşturucu salgınında Türkiye’yi suçlu
görmüş oysa kaynağın Güney Amerika ve Güney Asya kökenli merkezler olduğu
sonradan anlaşılmıştır. 1970-1975
yılları arasında haşhaş ekimine bağlı olarak ABD ve Türkiye arasındaki
ilişkiler krize girmiş, kopma noktasına gelmiştir. ABD Başkanı Nixon dönemin başbakanları Demirel ve Ecevit’e konu ile ilgili yoğun baskılar
yapmıştır. 1975 sonrasında
Türkiye’de haşhaş ekim alanları azaltılmış, konu Türk çiftçisi aleyhine olacak
şekilde kapanmıştır.
8. Johnson mektubu
ABD
ile yine aynı yıllarda yaşanan bir krizde Kıbrıs
nedeni ile çıkmıştır. 1961-1963
yılları arasında, Rumlar Kıbrıs’ta dengeleri kendi menfaatleri yönünde
değiştirmeye başlamışlardı. EOKA ve Enosis idealleri sonucunda patlayan
olaylar, adadaki iki toplumu birbirinden koparmış ve Rumların Türklere karşı
şiddet hareketleri başlamıştı. Türkiye, 29 Mayıs 1964’te İngiltere ve Yunanistan’a durumun kötüleştiğini
bildiren bir nota vermiş, akabinde Türk Hava Kuvvetleri Kıbrıs üzerinde uçarak
müdahale sinyali vermiştir. Bu gelişmeler üzerine 1964 Haziran ayında Türk müdahalesini
istemeyen ABD Başkanı Johnson,
Başbakan İsmet İnönü’ye tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçecek bir
mektup göndermiştir. Mektup ultimatom veren tarzı ile Türk-Amerikan
ilişkilerine derin bir darbe vurmuştur. “Türkiye garanti antlaşmasını tam
işletmeden adaya müdahale kararı almıştır. Dolayısıyla Türkiye henüz
müdahale hakkını kullanamaz. Kıbrıs'a müdahalesi onu, Sovyetler Birliği
ile bir çatışmaya itebilir. Bu durumda NATO Türkiye’yi
desteklemeyebilir. Türkiye ile ABD arasında yapılmış 12 Temmuz 1947 yardım
antlaşmasına göre; Türkiye, Amerika’nın vermiş olduğu silahları Kıbrıs’ta
kullanamaz. Çünkü bu silahlar Türkiye’ye savunma amacıyla
verilmiştir.”
9. Türkiye'nin
Kıbrıs müdahalesi
1974
yılına gelindiğinde Kıbrıs adasında çözüm hala bulunamamıştı. Nikos Sampson
yaptığı darbeyle Rum Kesimi’nde yönetimi ele geçirmiş ve ardından Makarios
İngiltere'ye kaçmıştı. Dönemin
Başbakanı Bülent
Ecevit Atina ve Londra’ya giderek
adaya müşterek müdahale teklifi götürmüş ama kabul görmemişti. Bunun
üzerine Türkiye garantörlük hakkına dayanarak Temmuz ve Ağustos 1974’de Kıbrıs’a asker çıkardı.
1975
yılında Rum yanlısı politika izleyen ABD Kıbrıs Barış Harekatı'nı gerekçe
göstererek Türkiye’ye ambargo kararı
aldı. Türkiye bu karara misilleme
yaparak bütün Amerikan üslerini kapattı. 1978 yılında Türkiye’nin Rusya’ya
yakınlaşmasından korkan ABD silah ambargosunu kaldırdı.
10. PKK
kamplarındaki Amerikan cesetleri
ABD
17 Ocak 1991 tarihinde, Irak’ın
Kuveyt’e girmesini bahane ederek, Irak’a savaş açtı. Büyük bir
uluslararası koalisyon desteği ile Irak yenildi ve Kuveyt’ten çıkmak zorunda
kaldı. 1. Körfez Savaşı olarak isimlendirilen bu saldırı, 3 Mart 1991 günü imzalanan ateşkes anlaşması ile sona erdi. Daha sonra ABD, Kuzey Irak’ta
Kürtlerin güvenliğini sağlamak bahanesi ile kurmak istediği kukla Kürt devleti
için 36. paralelin kuzeyini uçuşlara yasaklı hale getirdi ve bu alanı korumak
için “Çekiç Güç” adı altında askeri bir güç kurdu. 12 Temmuz 1991 tarihli Bakanlar Kurulu
kararıyla izin verilen Çekiç Güç, 77 uçak ve helikopter ile 1862 personele
sahipti. Yer olarak İncilik ve Pirinçlik üsleri kullanılıyordu. “Çekiç Güç” ABD’nin Kürdistan Projesi
için vakit kaybetmeksizin örtülü operasyonlara başladı. Durumdan önce
sadece şüphe duyan Türk yetkililer, Türk
ordusunun operasyonları sonucu bombalanan PKK terör örgütü kamplarını ele
geçirdiğinde, İncirlik’ten kalkan uçaklar veya Diyarbakır’dan havalanan
helikopterler vasıtasıyla, paraşütle atılmış malzeme yardımlarının yanı sıra
Amerikalı ve İsrailli uzmanların cesetleri ile karşılaştı. Bu
durum ABD yönetimine çeşitli kanallarla bildirilse de ABD konuyu sürekli
inkar etti.
11. Muavenet'in vurulması
Türkiye’nin
çekiç gücün örtülü eylemlerini engellemek için yaptıkları ve soğuk savaş
bitiminde ABD rotasından çıkma belirtileri vermesi ABD’yi son derece
rahatsız ediyordu. 2 Ekim 1992’de
Display Determination-92 (Kararlılık
Gösterisi-92) adlı NATO tatbikatı sırasında Ege’de Muavenet muhribimiz ABD uçak gemisi Saratoga’nın ateşlediği
2 adet SeaSparrow hava savunma
füzesiyle vuruldu. Füzeler geminin kalbi sayılabilecek köprü üstü ve
SHM (Savaş Harekat Merkezi) gibi yerlerin yakınına isabet etti. Füzelerin isabeti sonucunda geminin
komutanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil olmak üzere 5 şehit ve 22
yaralı verdik. Dönemin ABD
Dışişleri Bakanı Lawrence Eagleburger haberi
Washington Büyükelçimiz Nüzhet Kandemir’e
“geminizi batırdık özür dileriz” diye iletti.
Amerika’nın Türkiye’yi hizaya getirme girişimleri bu olaydan sonra da
devam edecekti.
12. Eşref Bitlis suikasti
Amerikalılar
90'lı yılların başında PKK atakları karşısında başlarda bocalayan Türk Ordusunu
gördükçe Kürdistan devleti için oldukça umutlanmışlardı. Ancak çok kısa
sürede toparlanan Türk Ordusu, doğru komutanlar ve
eylemlerle PKK varlığını yok etmeye başladı. Aynı zamanda “Çekiç Güç” varlığına ve ABD Ortadoğu ajandasına karşı ordu
içinden itirazlar artmaya başlamıştı. Bu durumdan rahatsız
olan Amerikalılar Muavenet Muhribimizi
vurduktan iki ay sonra, 17 Aralık 1992
yılında, yapılan başarılı bir operasyonla ilgili Barzani ile görüşmeye giden Orgenaraller, Necati Özgen
ve Eşref
Bitlis’in içinde bulunduğu helikopteri bile düşürmeye çalıştılar. Necati Özgen olayı
şöyle anlatmıştı: “1992’de
Orgeneral Eşref Bitlis'le birlikte Barzani'nin
karargahına gidiyorduk. Zaho'yu geçtik... Birdenbire 1.500 metre
yüksekte iki Amerikan F15'i belirdi. Biri aşağıdan diğeri de yukarıdan
helikopterimizi yalayarak geçti. Motorlarımız durmak üzereydi ki aynı
sahne ikinci kez yaşandı. Kaptan pilot Jandarma Yarbay Öner Yaktuğ'a ne
olduğunu sorduğumuzda 'Komutanım jetlerin egsoz gazı helikopterin motorlarını
dolduruyor. Bu yüzden motorlar oksijensiz kalıyor ve güç
kaybediyoruz. Neredeyse durma noktasına geldik' dedi.” Ne yazık
ki ilk denemede başarılı olamayan güçler, 17 Şubat 1993 yılında Orgeneral
Eşref Bitlis’in
uçağına sabotaj yaparak düşürdüler. Orgeneral Bitlis Ağustos 1992’de
dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a
ABD - PKK ilişkisini belgeleyen bir rapor sunmuş, raporda Kürt sorununa yönelik
çözüm önerilerini de sıralamıştı. Bitlis’in planı MGK gündemine gelmiş, 27 Ağustos 1992 MGK bildirisi Bitlis’in
planından esinlenmişti. Orgeneral Bitlis 7 Şubat 1993’de ABD’nin PKK’ya
yardım ettiğini açıkladı, bu tarihten on gün sonra ise uçağı sabotajla
düşürüldü. Eşref Bitlis’in şehit edilmesinden sonra Türk kamuoyunda
ABD karşıtlığı hızlı bir şekilde arttı.
13. Çelik Harekatı
ABD’nin
Kuzey Irak’ta PKK’ya verdiği örtülü desteğin Türk topraklarına sürekli ve yoğun
saldırılar şeklinde dönmesi üzerine, dönemin askeri otoriteleri Kuzey Irak’a
geniş kapsamlı bir harekat planı yaptılar. Plan dönemin başbakanlığı
tarafından da onaylandı ve uygulamaya konuldu. Bu plan doğrultusunda Türk
Silahlı Kuvvetleri, Irak topraklarında 'Çelik' adı verilen sınır ötesi
operasyonu 21 Mart 1995 tarihinde
düzenledi ve 43 gün sürdü. 35 bin asker, tankların eşliğinde 4 koldan
Kuzey Irak'a girerek, PKK kamplarını hedef aldı. Türkiye 64 askerini
kaybederken, PKK'nın kayıp sayısı 568 olarak açıklandı. Harekat PKK
güçlerinin ağır bir yenilgi alıp dağılması ile sonuçlandı. Emekli
Tümgeneral Osman
Pamukoğlu operasyon sırasında
doğu yönünde, Hakkari altındaki kamplar olan Hakurk ve Basyan kampında
çatışmayı yürütürken, batıda ise yani Çukurca’nın altındaki Zap kampındaki
çatışmayı o zaman Tümgeneral olan eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ yönetti. Bu bölgelerde 37 gün süren sıcak
çatışmaların içinde yer alan İlker Başbuğ, bir keresinde de emir subayı
sayesinde ölmekten kurtuldu.
14. ABD'nin Irak'ı ikinci işgali
ABD'nin
Irak'ı ikinci işgali 2001 yılında,
ABD Irak’a ikinci kez saldırmaya karar verdi. Çünkü Washington, Çekiç Güç gibi
sınırlı yapılarla, bölgeye yönelik “Büyük Ortadoğu Planı”nı
gerçekleştiremezdi. İlk taslağı 2001 yılının sonunda hazırlanan “OPLAN-1003-98” kod adlı Pentagon’un
askeri harekât planında, “ABD’nin Türkiye üzerinden bir kuzey cephesi
açması” konusu da yer almıştı. Kuzey Cephesi’yle ilgili ilk resmi
temas, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in
19 Mart 2002 tarihli Ankara ziyareti
sırasında oldu. Hem Başbakan Ecevit’le
hem de Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ile görüşen Cheney istediği desteği alamadı. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz
ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman’ın
17 Temmuz 2002 tarihli Ankara
ziyaretinde, Washington’un talebi daha da somut olarak dile getirildi. Talebe
direnen Ecevit-Kıvrıkoğlu ikilisi, Türkiye ile ABD arasında “siyasi-askeri
danışma kanalı” açılmasını kabul ederek, zaman kazanmaya çalıştı.
15. Binyılın Meydan Okuması
ABD’nin
Büyük Orta Doğu Projesi’ni Türk Silahlı Kuvvetleri anlamış ve çoktan direnişe
geçmişti. 1998
yılında Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral
Kıvrıkoğlu, ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu
"açık bir dille" belirtti. Kıvrıkoğlu, Washington ziyaretini iptal etti
ve NATO döneminde "ABD'yi
ziyaret etmeyen ilk ve tek Genelkurmay Başkanı" olarak tarihe
geçti. Kıvrıkoğlu, "28 Şubat'ı BİN YIL sürdürmeye
kararlıyız" diyen bir general idi ve aslında vermek istediği mesaj
ABD’nin bölgede yapacakları ne olursa olsun, direniş sonsuza dek
sürecekti.
16. Tezkerenin meclise takılması
Tezkerenin meclise takılması Türkiye’de
2001 yılında çıkartılan kriz sonrası 3
Kasım 2002’de seçime gidildi, Ecevit hükümeti düşürüldü ve
AKP iktidara
geldi. Bu tarihten sonra ABD, “kuzey cephesi” talebini resmi
olarak 19 Kasım 2002’de Dışişleri
Bakanlığı’na yaptı. Taleplerin somutlanmış son hali de, 21 Aralık 2002 günü ABD Büyükelçisi tarafından Başbakan Abdullah
Gül’e bizzat elden verildi. Türk kamuoyunun itirazları, askerin
tutumu, AKP’nin pazarlıkları içinde geçen süreç sonunda, “ABD’ye
Türkiye’den kuzey cephesi” sağlayacak olan “Tezkere” 1 Mart 2003 günü TBMM’ye getirildi. Ancak, AKP tezkeresini
TBMM’den geçirmeyi başaramadı. Bu aynı zamanda ABD-Türkiye ilişkilerinde de bir
kırılma yarattı. Hem Washington, hem de AKP TSK’yı, “tezkerenin
geçmesi konusunda gerekli liderliği yapamamakla” suçladı. Her şeye
rağmen AKP, 20 Mart 2003 günü,
TBMM’den ikinci bir tezkere çıkartarak, ABD’ye Türk hava sahasını açtı. Ve
ABD de ikinci tezkereyle birlikte Irak’a saldırdı.
17. Çuval krizi
ABD Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin, 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmesinde meclise
baskı yapmaması, doksanlı yıllarda Kuzey Irak’a büyük askeri operasyonlar
yapması ve geçen her gün kendi güdümünden çıkması karşısında
rahatsızdı. Bu
rahatsızlık kendini 4 Temmuz 2003
cuma günü tüm şiddetiyle gösterdi. ABD
Kara Kuvvetleri’ne bağlı 173’üncü Hava İndirme Tugayı askerleri, Kuzey Irak
Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yaptıkları baskın sonucu 3’ü
subay 8’i astsubay 11 Türk askerlerini esir aldı. Amerikalılar daha sonra
başlarına çuval geçirip Türk yetkilileri 8 araçlık bir konvoyla yanlarındaki
peşmerge eşiliğiyle, Irak’ın işgalinden sonra ABD güçlerinin bölgede karargâh
olarak kullandığı Kerkük Havalimanı’na götürdüler. Buradaki sorgulamanın
ardından Türk askerler Bağdat’a nakledildi. ABD ve Türkiye arasında
süren yoğun kriz diplomasisinin ardından 60 saat sonra hepsi serbest bırakıldı.
Bu kriz yıllar geçmesine rağmen hiç unutulmadı.
18. Kumpas davalar süreci
ABD, Büyük
Ortadoğu Projesi (BOP) önünde en önemli engel gördüğü Türkiye’deki
yurtsever birikim ve TSK’yı etkisiz hale getirmek için 2007 yılında Ergenekon operasyonunu başlattı. Bu iş için
de eğittiği FETÖ elemanlarını
kullandı. Ordunun komuta kademesini FETÖ’cü
subaylara devretmek için de 2010
yılında Balyoz kumpasını devreye
soktular. AKP iktidarının destekleriyle yürütülen bu tuzakları aynı
yılda yaygınlaştırarak İzmir, Gölcük, İstanbul’da askeri casusluk davalarını başlattılar. Bu işgale direnen
eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “İnternet
Andıcı” adı verilen kumpas sonucu 6
Ocak 2012’de tutuklandı.
Ergenekon
operasyonuna bağlı olarak ABD karşıtı ulusalcı medyaya karşı da saldırı
başlatıldı. Bu anlamda Ulusal Kanal
ile Aydınlık Gazetesi basılarak
başta Doğu
Perinçek olmak üzere, yöneticileri ve
yayın yönetmenleri tutuklandı. Peşinden Oda TV de Ergenekoncu gösterilerek yönetici ve yazarları gözaltına
alındı. Diğer medya kuruluşlarındaki bağımsız yazarlar, haberciler hapisle
tehdit edildiler. Son operasyonla da Cumhuriyet Gazetesi, Amerikancı bir kadronun eline
verildi. Aynı saldırıdan üniversite çevreleri de payını aldı. 2009 yılında aralarında Mehmet Haberal’ın
da bulunduğu yurtsever ve ulusalcı/milliyetçi akademisyenler, darbeci gibi
gösterilerek tutuklandılar. Atatürkçü ve laik eğitim kurumlarını yok etmek
için Ergenekon kumpası buralara da yayıldı. Aynı dönemlerde Kürt Açılımı
devreye sokularak PKK’nın yeniden güçlenmesi ve etki alanını büyük şehir
merkezlerine kadar yayması sağlandı. Özellikle 2010’dan itibaren tarafsız
konumundaki işadamları korkutularak FETÖ’nün destekçisi haline
getirildiler. Bankalar bile bu baskıdan payını aldı. Sivil toplum
kuruluşları ile hayır kuruluşları bile bu saldırılarla şekillendirilip teslim
alındılar. Bütün bu boşaltılan alanlara Fethullahçı askerler, gazeteciler,
akademisyenler, işadamları dolduruldu.
19. TGB'liler çuvalın öcünü aldı
12 Kasım
2014’de
Karadeniz’de yapılan NATO tatbikatından dönmüş olan USS ROSS adlı ABD savaş
gemisinin askerlerinin başına Türkiye
Gençlik Birliği (TGB) üyeleri çuval geçirdi. 4 Temmuz 2003 yılında Irak Süleymaniye’de Türk Askerleri’nin
başına ABD tarafından geçirilen çuvala misilleme olarak yapılan eylemde, 12
TGB’li gözaltına alınırken, ABD Büyükelçiliği kınama açıklaması yaptı. TGB
benzer eylemleri 2013’de Hatay, 2016’da Adana’da da yapmıştı.
20. 15 Temmuz Amerikancı darbe girişimi
15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan
bir grup FETÖ'cü asker tarafından askeri darbe teşebbüsü yapıldı. Darbe
girişimi Türk halkı ve Atatürkçü askerler tarafından bir gecede
bastırıldı. Bu girişimi yapan örgütün başı olan Fetullah Gülen, ikamet
ettiği ABD’den resmen istendi. Amerikalıların var olan tüm delillere
rağmen Gülen’in iadesini yokuşa sürmesi, Türk-Amerikan ilişkilerini tarihte hiç
görmediği dip seviyelere indirdi.
21. Suriye'de iki ülke cephe cepheye
Başlangıçta
Suriye konusunda paralel olan Türk-Amerikan politikaları, ABD’nin PYD
terör örgütünü Suriye’de taşeron bir güç olarak kullanmaya başlaması
ile ayrışmaya başladı. Kuzey Suriye’de hem IŞİD varlığına hem de bir “Kürt Koridoru”na izin
vermeyen Türkiye, 20 Ağustos 2016’da
“Fırat Kalkanı
Operasyonu” ile Cerablus’a girerek
fiilen ABD ve onun taşeron kuvvetleri ile karşı karşıya geldi.
aydinlik.com.tr / 27.12.2016