28 Aralık 2016 Çarşamba

21 Maddede Türk-Amerikan Savaşı

1. İlk kriz: Amerikan gemilerinin izinsiz Akdeniz'e girişi



Amerika ile yaşanan ilk kriz, 1795 yılında Cezayir açıklarında izinsiz dolaştığı gerekçesiyle, Amerikan ticari gemilerine el konulması ile başlamıştır. Amerika, Cezayir ve Tunus dayısı olarak bilinen, Osmanlı'ya bağlı beyliklerle bir anlaşma imzalayarak yılda 12 bin altın karşılığında esir edilmiş gemi personelini kurtarmış, ticari gemilerinin güvenliğini sağlamıştır.

2. Berberi savaşları



Amerika’nın ticari gemilerinin güvenliği için verdiği yıllık 12 bin altın, o zamanlar yeni yeni güçlenen Amerika’yı rahatsız etmiş, 1814 yılında Amerika, Cezayir dayısına savaş açmıştır. Berberi savaşları diye de bilinen bu savaşlarda Amerika başarılar elde etmiş, hatta Amerikan Deniz Piyadeleri marşına bu savaşla ilgili cümleler eklenmiştir. Bu tarihten sonra Amerika Osmanlı'dan ticari ayrıcalıklar elde etmek için çok uğraşmış, ilişkilerde dönüm noktası sayılan 1830 tarihli “Osmanlı-Amerikan Seyr-i Sefain ve Ticaret Antlaşması” ile istediklerini almıştır.

3. Ahmed Rüstem Bey'in soykırım yalanına tepkisi



Birinci Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı Devleti’nin Washington Büyükelçisi Ahmed Rüstem Bey’dir.  Kendisi oldukça aktif bir Osmanlı elçisiydi ve Osmanlı aleyhine yapılan Ermeni ve Yunan propagandalarına karşı oldukça etkili savunmalar yapmıştı. Amerikan basınının Türklerin “masum Ermenileri barbarca öldürdükleri” yalanını Amerikan halkına servis etmesini var gücü ile engellemeye çalışmıştır. Ahmed Rüstem Bey bir gün Türklere yapılan suçlamalara karşı verdiği beyanatta, Ermeni toplumunun uzun yıllar Osmanlı içinde barış içinde oturduğunu ancak büyük devletlerin politikalarına uyduklarını söyleyip, Amerikan basınının esas İngiltere, Fransa ve Amerika’nın Cezayir’de yaptığı katliamlara ve zencilerin Amerika’da çektiği ızdıraplara bakması gerektiğini söylemiştir. Bu beyanata çok kızan Amerikan başkanı Wilson, Ahmed Rüstem Bey'in özür dilemesini yoksa istenmeyen şahıs olarak sınır dışı edileceğini söylemiştir. Rüstem Bey ise sözlerini geri almayacağını, dediklerinin arkasında olduğunu belirtmiştir. Rüstem Bey bu kararı doğrultusunda Amerika’dan ayrılıp yurda dönmüştür.

4. Diplomatik ilişkilerin kesilmesi



Birinci Dünya Savaşı esnasında Almanya’nın müttefiki olan Osmanlı Devleti, 2 Nisan 1917 yılında Amerika’nın Almanya’ya savaş ilan etmesinden sonra Amerika’ya savaş ilan etmemiş fakat diplomatik ilişkilerini kesmiştir.

5. ABD Senatosu Lozan Antlaşması'nı onaylamıyor



Birinci Dünya Savaşı sonrası gerçekleşen Kurtuluş Savaşı ile Türkiye bağımsızlığına kavuşmuş, Lozan Antlaşması ile bu durum tescillenmiştir. Amerika Lozan’a Osmanlı ile savaşmadığı için sadece gözlemci statüsünde katılmış ancak Boğazlar, Ermeni sorunu, kapitülasyonlar gibi her başlıkta aktif bir şekilde tartışmış ve sürekli İngiliz tezlerini desteklemiştir. Lozan Antlaşması imza edildikten sonra İsmet İnönü Lozan kentinde bir süre daha kalmış, Amerikan temsilcisi Joseph Grew ile Lozan Antlaşması’na çok yakın “Suçluların İadesi”ne yönelik bir anlaşma imzalamıştır. “Genel Antlaşma” olarak bilinen bu antlaşma Amerikan kamuoyunda çok büyük tepkiler alınca ABD Senatosu hem “Lozan Antlaşması”nı hem de “Genel Antlaşma”yı onaylamamıştır. Durum bir krize dönüşmüştür. 1927 yılında imzalanan “Geçici Antlaşma” ile kriz bitmiştir.

6. Küba krizi



İkinci Dünya Savaşı sonrası Türk-ABD ilişkilerinde büyük bir yakınlaşma görülmüştür. Bu dönemde görülen ilk kriz ise, Türkiye’nin 18 Şubat 1952 yılında NATO üyesi olmasından sonraya denk gelir. Türkiye’den havalanan bir Amerikan casus uçağı olan U2, o zamanki Sovyet topraklarında düşürülür. Bu durum ABD ve SSCB arasında Küba Krizi denilen olayı tetikler. Amerikalıların Sovyetlerle yaptığı anlaşma ile dünya nükleer bir savaşın eşiğinden döner. Anlaşmanın özü ise Türkiye’de bulunan Jüpiter Füzelerinin sökülmesi karşılığında, Sovyetlerin de Küba’daki nükleer füzelerini sökmesidir. Bu durum Türk halkında, Sovyetlere karşı Amerika’nın kendilerini savunmasız bıraktığı düşüncesini oluşturmuştur.

7. Haşhaş krizi



Afyon üretiminin Türk-Amerikan ilişkilerinde kriz olması aslında 1970’lerde başlamamıştır. 1909 yılında Şangay’da toplanan ilk afyon konferansını takiben sorun büyümüştür. Ne Osmanlı Devleti ne de Türkiye Cumhuriyeti, Amerikan isteklerini iktisadi çıkarlarına uygun görmediğinden konu ile ilgili imza edilen anlaşmalara uymak istememiştir. Amerikalılar 1960’lı yıllarda ülkelerinde görülen uyuşturucu salgınında Türkiye’yi suçlu görmüş oysa kaynağın Güney Amerika ve Güney Asya kökenli merkezler olduğu sonradan anlaşılmıştır. 1970-1975 yılları arasında haşhaş ekimine bağlı olarak ABD ve Türkiye arasındaki ilişkiler krize girmiş, kopma noktasına gelmiştir. ABD Başkanı Nixon dönemin başbakanları Demirel ve Ecevit’e konu ile ilgili yoğun baskılar yapmıştır. 1975 sonrasında Türkiye’de haşhaş ekim alanları azaltılmış, konu Türk çiftçisi aleyhine olacak şekilde kapanmıştır.

8. Johnson mektubu



ABD ile yine aynı yıllarda yaşanan bir krizde Kıbrıs nedeni ile çıkmıştır. 1961-1963 yılları arasında, Rumlar Kıbrıs’ta dengeleri kendi menfaatleri yönünde değiştirmeye başlamışlardı. EOKA ve Enosis idealleri sonucunda patlayan olaylar, adadaki iki toplumu birbirinden koparmış ve Rumların Türklere karşı şiddet hareketleri başlamıştı. Türkiye, 29 Mayıs 1964’te İngiltere ve Yunanistan’a durumun kötüleştiğini bildiren bir nota vermiş, akabinde Türk Hava Kuvvetleri Kıbrıs üzerinde uçarak müdahale sinyali vermiştir. Bu gelişmeler üzerine 1964 Haziran ayında Türk müdahalesini istemeyen ABD Başkanı Johnson, Başbakan İsmet İnönü’ye tarihe “Johnson Mektubu” olarak geçecek bir mektup göndermiştir. Mektup ultimatom veren tarzı ile Türk-Amerikan ilişkilerine derin bir darbe vurmuştur. “Türkiye garanti antlaşmasını tam işletmeden adaya müdahale kararı almıştır.  Dolayısıyla Türkiye henüz müdahale hakkını kullanamaz.  Kıbrıs'a müdahalesi onu, Sovyetler Birliği ile bir çatışmaya itebilir. Bu durumda NATO Türkiye’yi desteklemeyebilir. Türkiye ile ABD arasında yapılmış 12 Temmuz 1947 yardım antlaşmasına göre; Türkiye, Amerika’nın vermiş olduğu silahları Kıbrıs’ta kullanamaz. Çünkü bu silahlar Türkiye’ye savunma amacıyla verilmiştir.”  

9. Türkiye'nin Kıbrıs müdahalesi



1974 yılına gelindiğinde Kıbrıs adasında çözüm hala bulunamamıştı. Nikos Sampson yaptığı darbeyle Rum Kesimi’nde yönetimi ele geçirmiş ve ardından Makarios İngiltere'ye kaçmıştı. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit Atina ve Londra’ya giderek adaya müşterek müdahale teklifi götürmüş ama kabul görmemişti. Bunun üzerine Türkiye garantörlük hakkına dayanarak Temmuz ve Ağustos 1974’de Kıbrıs’a asker çıkardı.

1975 yılında Rum yanlısı politika izleyen ABD Kıbrıs Barış Harekatı'nı gerekçe göstererek Türkiye’ye ambargo kararı aldı. Türkiye bu karara misilleme yaparak bütün Amerikan üslerini kapattı. 1978 yılında Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşmasından korkan ABD silah ambargosunu kaldırdı. 

10. PKK kamplarındaki Amerikan cesetleri



ABD 17 Ocak 1991 tarihinde, Irak’ın Kuveyt’e girmesini bahane ederek, Irak’a savaş açtı. Büyük bir uluslararası koalisyon desteği ile Irak yenildi ve Kuveyt’ten çıkmak zorunda kaldı. 1. Körfez Savaşı olarak isimlendirilen bu saldırı, 3 Mart 1991 günü imzalanan ateşkes anlaşması ile sona erdi. Daha sonra ABD, Kuzey Irak’ta Kürtlerin güvenliğini sağlamak bahanesi ile kurmak istediği kukla Kürt devleti için 36. paralelin kuzeyini uçuşlara yasaklı hale getirdi ve bu alanı korumak için “Çekiç Güç” adı altında askeri bir güç kurdu. 12 Temmuz 1991 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla izin verilen Çekiç Güç, 77 uçak ve helikopter ile 1862 personele sahipti. Yer olarak İncilik ve Pirinçlik üsleri kullanılıyordu. “Çekiç Güç” ABD’nin Kürdistan Projesi için vakit kaybetmeksizin örtülü operasyonlara başladı. Durumdan önce sadece şüphe duyan Türk yetkililer, Türk ordusunun operasyonları sonucu bombalanan PKK terör örgütü kamplarını ele geçirdiğinde, İncirlik’ten kalkan uçaklar veya Diyarbakır’dan havalanan helikopterler vasıtasıyla, paraşütle atılmış malzeme yardımlarının yanı sıra Amerikalı ve İsrailli uzmanların cesetleri ile karşılaştı. Bu durum ABD yönetimine çeşitli kanallarla bildirilse de ABD konuyu sürekli inkar etti.

11. Muavenet'in vurulması



Türkiye’nin çekiç gücün örtülü eylemlerini engellemek için yaptıkları ve soğuk savaş bitiminde ABD rotasından çıkma belirtileri vermesi ABD’yi son derece rahatsız ediyordu.  2 Ekim 1992’de Display Determination-92 (Kararlılık Gösterisi-92) adlı NATO tatbikatı sırasında Ege’de Muavenet muhribimiz ABD uçak gemisi Saratoga’nın ateşlediği 2 adet SeaSparrow hava savunma füzesiyle vuruldu. Füzeler geminin kalbi sayılabilecek köprü üstü ve SHM (Savaş Harekat Merkezi) gibi yerlerin yakınına isabet etti. Füzelerin isabeti sonucunda geminin komutanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil olmak üzere 5 şehit ve 22 yaralı verdik. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Lawrence Eagleburger haberi Washington Büyükelçimiz Nüzhet Kandemir’e “geminizi batırdık özür dileriz” diye iletti.  Amerika’nın Türkiye’yi hizaya getirme girişimleri bu olaydan sonra da devam edecekti.

12. Eşref Bitlis suikasti



Amerikalılar 90'lı yılların başında PKK atakları karşısında başlarda bocalayan Türk Ordusunu gördükçe Kürdistan devleti için oldukça umutlanmışlardı. Ancak çok kısa sürede toparlanan Türk Ordusu, doğru komutanlar ve eylemlerle PKK varlığını yok etmeye başladı. Aynı zamanda Çekiç Güç” varlığına ve ABD Ortadoğu ajandasına karşı ordu içinden itirazlar artmaya başlamıştı. Bu durumdan rahatsız olan Amerikalılar Muavenet Muhribimizi vurduktan iki ay sonra, 17 Aralık 1992 yılında, yapılan başarılı bir operasyonla ilgili Barzani ile görüşmeye giden Orgenaraller, Necati Özgen ve Eşref Bitlis’in içinde bulunduğu helikopteri bile düşürmeye çalıştılar. Necati Özgen olayı şöyle anlatmıştı:  “1992’de Orgeneral Eşref Bitlis'le birlikte Barzani'nin karargahına gidiyorduk.  Zaho'yu geçtik... Birdenbire 1.500 metre yüksekte iki Amerikan F15'i belirdi. Biri aşağıdan diğeri de yukarıdan helikopterimizi yalayarak geçti. Motorlarımız durmak üzereydi ki aynı sahne ikinci kez yaşandı. Kaptan pilot Jandarma Yarbay Öner Yaktuğ'a ne olduğunu sorduğumuzda 'Komutanım jetlerin egsoz gazı helikopterin motorlarını dolduruyor. Bu yüzden motorlar oksijensiz kalıyor ve güç kaybediyoruz. Neredeyse durma noktasına geldik' dedi.” Ne yazık ki ilk denemede başarılı olamayan güçler, 17 Şubat 1993 yılında Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağına sabotaj yaparak düşürdüler. Orgeneral Bitlis Ağustos 1992’de dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a ABD - PKK ilişkisini belgeleyen bir rapor sunmuş, raporda Kürt sorununa yönelik çözüm önerilerini de sıralamıştı.  Bitlis’in planı MGK gündemine gelmiş, 27 Ağustos 1992 MGK bildirisi Bitlis’in planından esinlenmişti. Orgeneral Bitlis 7 Şubat 1993’de ABD’nin PKK’ya yardım ettiğini açıkladı, bu tarihten on gün sonra ise uçağı sabotajla düşürüldü. Eşref Bitlis’in şehit edilmesinden sonra Türk kamuoyunda ABD karşıtlığı hızlı bir şekilde arttı.

13. Çelik Harekatı



ABD’nin Kuzey Irak’ta PKK’ya verdiği örtülü desteğin Türk topraklarına sürekli ve yoğun saldırılar şeklinde dönmesi üzerine, dönemin askeri otoriteleri Kuzey Irak’a geniş kapsamlı bir harekat planı yaptılar. Plan dönemin başbakanlığı tarafından da onaylandı ve uygulamaya konuldu. Bu plan doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak topraklarında 'Çelik' adı verilen sınır ötesi operasyonu 21 Mart 1995 tarihinde düzenledi ve 43 gün sürdü.  35 bin asker, tankların eşliğinde 4 koldan Kuzey Irak'a girerek, PKK kamplarını hedef aldı.  Türkiye 64 askerini kaybederken, PKK'nın kayıp sayısı 568 olarak açıklandı.  Harekat PKK güçlerinin ağır bir yenilgi alıp dağılması ile sonuçlandı.  Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu operasyon sırasında doğu yönünde, Hakkari altındaki kamplar olan Hakurk ve Basyan kampında çatışmayı yürütürken, batıda ise yani Çukurca’nın altındaki Zap kampındaki çatışmayı o zaman Tümgeneral olan eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ yönetti.  Bu bölgelerde 37 gün süren sıcak çatışmaların içinde yer alan İlker Başbuğ, bir keresinde de emir subayı sayesinde ölmekten kurtuldu.

14. ABD'nin Irak'ı ikinci işgali



ABD'nin Irak'ı ikinci işgali 2001 yılında, ABD Irak’a ikinci kez saldırmaya karar verdi. Çünkü Washington, Çekiç Güç gibi sınırlı yapılarla, bölgeye yönelik “Büyük Ortadoğu Planı”nı gerçekleştiremezdi. İlk taslağı 2001 yılının sonunda hazırlanan “OPLAN-1003-98” kod adlı Pentagon’un askeri harekât planında, “ABD’nin Türkiye üzerinden bir kuzey cephesi açması” konusu da yer almıştı. Kuzey Cephesi’yle ilgili ilk resmi temas, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in 19 Mart 2002 tarihli Ankara ziyareti sırasında oldu. Hem Başbakan Ecevit’le hem de Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ile görüşen Cheney istediği desteği alamadı. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman’ın 17 Temmuz 2002 tarihli Ankara ziyaretinde, Washington’un talebi daha da somut olarak dile getirildi. Talebe direnen Ecevit-Kıvrıkoğlu ikilisi, Türkiye ile ABD arasında “siyasi-askeri danışma kanalı” açılmasını kabul ederek, zaman kazanmaya çalıştı.

15. Binyılın Meydan Okuması



ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi’ni Türk Silahlı Kuvvetleri anlamış ve çoktan direnişe geçmişti. 1998 yılında Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral Kıvrıkoğlu, ABD'nin bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğunu "açık bir dille" belirtti. Kıvrıkoğlu, Washington ziyaretini iptal etti ve NATO döneminde "ABD'yi ziyaret etmeyen ilk ve tek Genelkurmay Başkanı" olarak tarihe geçti. Kıvrıkoğlu, "28 Şubat'ı BİN YIL sürdürmeye kararlıyız" diyen bir general idi ve aslında vermek istediği mesaj ABD’nin bölgede yapacakları ne olursa olsun, direniş sonsuza dek sürecekti.  

16. Tezkerenin meclise takılması



Tezkerenin meclise takılması Türkiye’de 2001 yılında çıkartılan kriz sonrası 3 Kasım 2002’de seçime gidildi, Ecevit hükümeti düşürüldü ve AKP iktidara geldi. Bu tarihten sonra ABD, “kuzey cephesi” talebini resmi olarak 19 Kasım 2002’de Dışişleri Bakanlığı’na yaptı. Taleplerin somutlanmış son hali de, 21 Aralık 2002 günü ABD Büyükelçisi tarafından Başbakan Abdullah Gül’e bizzat elden verildi. Türk kamuoyunun itirazları, askerin tutumu, AKP’nin pazarlıkları içinde geçen süreç sonunda, “ABD’ye Türkiye’den kuzey cephesi” sağlayacak olan “Tezkere” 1 Mart 2003 günü TBMM’ye getirildi. Ancak, AKP tezkeresini TBMM’den geçirmeyi başaramadı. Bu aynı zamanda ABD-Türkiye ilişkilerinde de bir kırılma yarattı. Hem Washington, hem de AKP TSK’yı, “tezkerenin geçmesi konusunda gerekli liderliği yapamamakla” suçladı. Her şeye rağmen AKP, 20 Mart 2003 günü, TBMM’den ikinci bir tezkere çıkartarak, ABD’ye Türk hava sahasını açtı. Ve ABD de ikinci tezkereyle birlikte Irak’a saldırdı.

17. Çuval krizi



ABD Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’ten geçmesinde meclise baskı yapmaması, doksanlı yıllarda Kuzey Irak’a büyük askeri operasyonlar yapması ve geçen her gün kendi güdümünden çıkması karşısında rahatsızdı. Bu rahatsızlık kendini 4 Temmuz 2003 cuma günü tüm şiddetiyle gösterdi. ABD Kara Kuvvetleri’ne bağlı 173’üncü Hava İndirme Tugayı askerleri, Kuzey Irak Süleymaniye’deki Türk Özel Kuvvetleri Bürosu’na yaptıkları baskın sonucu 3’ü subay 8’i astsubay 11 Türk askerlerini esir aldı. Amerikalılar daha sonra başlarına çuval geçirip Türk yetkilileri 8 araçlık bir konvoyla yanlarındaki peşmerge eşiliğiyle, Irak’ın işgalinden sonra ABD güçlerinin bölgede karargâh olarak kullandığı Kerkük Havalimanı’na götürdüler. Buradaki sorgulamanın ardından Türk askerler Bağdat’a nakledildi. ABD ve Türkiye arasında süren yoğun kriz diplomasisinin ardından 60 saat sonra hepsi serbest bırakıldı. Bu kriz yıllar geçmesine rağmen hiç unutulmadı.

18. Kumpas davalar süreci



ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) önünde en önemli engel gördüğü Türkiye’deki yurtsever birikim ve TSK’yı etkisiz hale getirmek için 2007 yılında Ergenekon operasyonunu başlattı. Bu iş için de eğittiği FETÖ elemanlarını kullandı. Ordunun komuta kademesini FETÖ’cü subaylara devretmek için de 2010 yılında Balyoz kumpasını devreye soktular. AKP iktidarının destekleriyle yürütülen bu tuzakları aynı yılda yaygınlaştırarak İzmir, Gölcük, İstanbul’da askeri casusluk davalarını başlattılar. Bu işgale direnen eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “İnternet Andıcı” adı verilen kumpas sonucu 6 Ocak 2012’de tutuklandı. 

Ergenekon operasyonuna bağlı olarak ABD karşıtı ulusalcı medyaya karşı da saldırı başlatıldı. Bu anlamda Ulusal Kanal ile Aydınlık Gazetesi basılarak başta Doğu Perinçek olmak üzere, yöneticileri ve yayın yönetmenleri tutuklandı. Peşinden Oda TV de Ergenekoncu gösterilerek yönetici ve yazarları gözaltına alındı. Diğer medya kuruluşlarındaki bağımsız yazarlar, haberciler hapisle tehdit edildiler. Son operasyonla da Cumhuriyet Gazetesi, Amerikancı bir kadronun eline verildi. Aynı saldırıdan üniversite çevreleri de payını aldı.  2009 yılında aralarında Mehmet Haberal’ın da bulunduğu yurtsever ve ulusalcı/milliyetçi akademisyenler, darbeci gibi gösterilerek tutuklandılar. Atatürkçü ve laik eğitim kurumlarını yok etmek için Ergenekon kumpası buralara da yayıldı. Aynı dönemlerde Kürt Açılımı devreye sokularak PKK’nın yeniden güçlenmesi ve etki alanını büyük şehir merkezlerine kadar yayması sağlandı. Özellikle 2010’dan itibaren tarafsız konumundaki işadamları korkutularak FETÖ’nün destekçisi haline getirildiler. Bankalar bile bu baskıdan payını aldı. Sivil toplum kuruluşları ile hayır kuruluşları bile bu saldırılarla şekillendirilip teslim alındılar. Bütün bu boşaltılan alanlara Fethullahçı askerler, gazeteciler, akademisyenler, işadamları dolduruldu.  

19. TGB'liler çuvalın öcünü aldı



12 Kasım 2014’de Karadeniz’de yapılan NATO tatbikatından dönmüş olan USS ROSS adlı ABD savaş gemisinin askerlerinin başına Türkiye Gençlik Birliği (TGB) üyeleri çuval geçirdi. 4 Temmuz 2003 yılında Irak Süleymaniye’de Türk Askerleri’nin başına ABD tarafından geçirilen çuvala misilleme olarak yapılan eylemde, 12 TGB’li gözaltına alınırken, ABD Büyükelçiliği kınama açıklaması yaptı. TGB benzer eylemleri 2013’de Hatay, 2016’da Adana’da da yapmıştı.

20. 15 Temmuz Amerikancı darbe girişimi



15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan bir grup FETÖ'cü asker tarafından askeri darbe teşebbüsü yapıldı. Darbe girişimi Türk halkı ve Atatürkçü askerler tarafından bir gecede bastırıldı. Bu girişimi yapan örgütün başı olan Fetullah Gülen, ikamet ettiği ABD’den resmen istendi. Amerikalıların var olan tüm delillere rağmen Gülen’in iadesini yokuşa sürmesi, Türk-Amerikan ilişkilerini tarihte hiç görmediği dip seviyelere indirdi.

21. Suriye'de iki ülke cephe cepheye



Başlangıçta Suriye konusunda paralel olan Türk-Amerikan politikaları, ABD’nin PYD terör örgütünü Suriye’de taşeron bir güç olarak kullanmaya başlaması ile ayrışmaya başladı. Kuzey Suriye’de hem IŞİD varlığına hem de bir “Kürt Koridoru”na izin vermeyen Türkiye, 20 Ağustos 2016’da “Fırat Kalkanı Operasyonu” ile Cerablus’a girerek fiilen ABD ve onun taşeron kuvvetleri ile karşı karşıya geldi. 

aydinlik.com.tr / 27.12.2016