22 Aralık 2016 Perşembe

İntikam Değil İkna Bombaları

Türkiye’nin maruz kaldığı terör saldırıları son bir-iki yıl içinde giderek sıklaşan bir dönemsellik göstermeye başladı. İnsanlar haklı olarak bunun daha ne kadar süreceğini sorguluyorlar.

Üst üste yaşadığımız terör saldırılarını doğru anlayabilmek ve geleceği öngörebilmek için şu gerçeği görmek zorundayız: Türkiye bir savaşa girmiştir. Fiilen savaştayız.

Ancak buradaki savaş kavramı, terör örgütü PKK’nın yıllardır Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yürüttüğünü iddia ettiği “savaş” ile aynı anlamda değil. Türkiye’nin ulusal çıkarları ile ABD’nin ulusal çıkarlarının Ortadoğu’da uzlaştırılamaz biçimde karşı karşıya gelmesinden doğan bir devletlerarası savaştan bahsediyoruz. Türkiye ABD ile savaşa girmiştir!

ABD bize karşı savaşını terör örgütleri üzerinden vekâleten yürütürken, biz kendi öz güçlerimizle savaşıyoruz. Peki, ama neden?

ABD 20. Yüzyılın ikinci yarısına süper güç olarak girdi ama 21 yüzyılın ikinci yarısına aynı konumda gireceği çok şüpheli. Çin dünya ekonomisinin liderliğine yükseliyor. ABD’nin liderlik konumunu koruması için Çin’in en büyük ihtiyacı olan enerjiyi kontrol etmesi gerekiyor. ABD’nin Ortadoğu’daki egemenliği hem enerji üzerinden düşmanının boğazını sıkmasına hem de jeopolitik bir kontrol sağlamasına imkân verecek.

ABD açısından Çin’in yükselişini durdurmak ve kendi süper güç konumunu sürdürmek bir hayat memat meselesi. Üstelik Çin’in yükseliş hızı ve Rusya ile kurduğu ittifak dikkate alınacak olursa ABD açısından zaman sorunu da ortaya çıkıyor. Oyalanacak vakit yok.

Hatırlayalım. ABD’nin Ortadoğu egemenliğini pekiştirmesine hizmet edecek projenin adı Büyük Ortadoğu idi. 2003 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın ifadesiyle 22 ülkenin sınırı değişecekti. Rejimler ABD’ye uyumlu hale getirilecek ve bir de Kürdistan kurulacaktı.

Başlangıçta Erdoğan ve AKP yönetimi bunun kendi iktidarları için bir fırsat olduğunu düşündüler. ABD ile bir “kazan kazan” anlaşması yapılabilirdi. ABD kendi hedeflerine giderken AKP de Türkiye’yi kendi ideolojisine göre dönüştürebilirdi.

Kemalist “pısırıklığın” ifadesi olan yurtta sulh cihanda sulh politikası yerine Osmanlı mirasını canlandırmak gerekiyordu. Türklerle Kürtler federasyon temelinde birleşebilir böylece hem PKK terörü biter hem Türkiye Musul’un petrol kaynaklarına kadar inmiş olurdu.

Bu amaçla açılım başlatıldı ve bu süreçte PKK’nın bölgede güç toplamasına göz yumuldu. Bunun karşılığında silahlı unsurlarını Türkiye dışına çıkarması istendi. PKK dışarı çıkmadığı gibi, kendi silahlı gücünün meşruiyetini Türkiye’ye dayattı. Şehirlere iyice yerleşti.

Açılım, acelesi olan ABD’nin ihtiyacı idi ama Türkiye’yi bölünme noktasına taşımıştı. Türk milleti, ABD’nin gönlü olsun diye bölünmeyi kabul etmeyeceğini 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde oy dengelerinin değişmesiyle gösterdi.

Türk ordusu ABD’nin açıkça “bunlar benim müttefiklerimdir, bendendir, kara gücümdür” dediği PYD-PKK’yı vurmaya başladı. ABD derhal açılım masasına dönülmesi çağrılarına başladı. Ancak ABD’nin Ortadoğu’da izlediği ve kendisi açısından hayat memat meselesi olan politikalarıyla Türkiye’nin ulusal çıkarları uzlaştırılamaz biçimde çelişmeye başladı. ABD, PKK üzerinden vekâletle, Türkiye ise kendi öz güçleri olan kolluk kuvvetleriyle savaşa tutuştu.

Yaşadığımız terör saldırıları bu uluslararası çelişmenin bize yansımasıdır. Erdoğan açılıma dönmeye ikna edilemediği, kaset veya darbe kalkışması yoluyla alaşağı edilip, açılımcı bir hükümet kurulamadığına göre, saldırıların artarak devam edeceğini söyleyebiliriz. Ancak artış öngörüsüne yol açan bir faktör daha var.

Erdoğan bir taraftan millete seferberlik çağrısı yaparken diğer taraftan kendi eliyle –ve AKP’nin eylemleriyle- Türkiye’nin direniş yeteneğini zayıflatacak adımlar atmayı sürdürüyor.
Bir savaşın yönetilmesinin olmazsa olmaz şartları vardır. Bunların başında milletin birleştirilmesi gelir. Kendi içinde bölünmüş ve tartışmalara boğulmuş bir millet, dış cephede birliğini ve disiplinini koruyamaz.

Millete başkanlık dayatarak, anayasayı çiğneyip fiili durumlar yaratarak, Esad’la dostluğu reddederek, bürokratlar ve belediyeler eliyle dindarlık kisvesi altında hilafetçi, yobaz uygulamalar yaptırarak nasıl direneceksiniz? Halep’in Suriye rejimi tarafından kurtarılması karşısında AKP’liler büyükelçilik önünde toplanıp Rusya’yı protesto ediyor. Savaşı dostla düşmanı ayırt edemeden nasıl kazanacaksınız?

ABD’ye karşı milletçe yürütülmesi gereken savaşta, ülkeyi yönetenlerin tereddütlü, ikircikli, kararsız ve tutarsız davranışları ABD’ye sadece cesaret vermeye yarar. Kararsızlık, o bombaları patlatanları sonuç alabilecekleri ümidine sevk eder. ABD bu bombaları insanlar ölsün diye değil, bu ölümler üzerinden siyasi bir mesaj vermek için patlattırıyor. Mesaj şu: Yüzünü yeniden batıya çevir, açılım masasına otur ve senin için uygun gördüğüm kaderine razı ol!

Atılacak adımlar bellidir: Başkanlık dayatması ile Türkiye’yi yapay bir saflaşmaya itmekten derhal vazgeçilmelidir. Türk milleti başkanlık sistemi ile birleştirilemez, ayrıştırılır! Esad rejimi ile derhal diplomatik ilişki kurulmalı ve ortak hareket edilmelidir. Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkiler üst seviyeye taşınmalıdır. İç politikada ülkenin kurucu kodlarına yönelik sistematik saldırılar sonlandırılmalı, Cumhuriyet, laiklik, milliyetçilik gibi ortak değerler gözetilmelidir.

AKP bunları yapar mı? Orasını bilemem. Ama terör görüntüsü altındaki savaşı kazanmak istiyorsak ya AKP tutarsızlıktan kurtulacaktır ya Türkiye AKP’den…

Atakan Hatipoğlu