Askerde bir üsteğmenimiz vardı. Tatbikat sırasında savaş ortamını canlandırmak için yüksek sesle bağırırdı: “Sarıldınız! Her yer ateşler içinde! Her taraf düşman dolu!”
Türkiye’nin jeopolitik/ekonomik tercihleriyle ilgili yazıları okurken üsteğmeni hatırladım.
Atlantik ve Avrasya tercihlerini anlatan yazılarda rakamlar havada uçuşuyor. Klasik iktisatçıların (Ricardo, Smith) “mutlak ve nisbî üstünlükler” teorisini hatırlıyoruz. Sanki rahat bir müşteriyiz, hesap kitap yaparak hangi firmayla iş tutacağımızı kararlaştırıyoruz.
Türkiye’nin yerinden oynadığı kesin. NATO’nun bize düşman olduğunu, AB’nin kapısında bağlı kalmanın bizi çürüttüğünü, yeni bir jeopolitik tercihte bulunamazsak dağılacağımızı nihayet idrak ettik. Bu noktaya nasıl gelindiği şimdilik önemli değil. Bu noktadan nereye gidileceğini de bilemeyiz. Fakat Türkiye’de Atlantik sistemi ilk kez devlet katında sorgulanmaktadır. Geri dönüşü olmayan nokta budur ve tarihi önemdedir.
Peki şimdi ne olacak? Öncelikle AKP ve CHP içindeki Atlantik sistemine bağlı unsurların panik halinde yükselen itirazlarını işiteceğiz. Sisteme en yakın olanlar feryada başladı bile. Mesela Bakan Mehmet Şimşek: “AB büyük bir başarı hikâyesidir” ve Selin Sayek Böke: “Türkiye-AB işbirliği artık vazgeçilmezdir.”
Buna paralel olarak işbirlikçi burjuvazi, devlet bürokrasisi içindeki AB’ye yakın unsurlar ve NATO yanlısı subaylar, askeri standartlarımız, ticaret ve yatırım ortaklığımız vs diyerek gizliden ve açıktan harekete geçecekler.
Demek ki kolay iş değil, içeride bir mücadele olacak.Ülkeye hâkim olan, rotayı tayin edecektir. Türkiye’nin Atlantik sisteminden kopabilmesi için, özelleştirilen bütün kuruluşların kamulaştırılması, neo-liberal iktisat politikalarının terk edilmesi, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı bütün kuruluşların laik ve bilimsel eğitimi temel alan bir anlayışla yeniden yapılandırılması, TSK’nin reformdan geçirilmesi şarttır.
Aksi halde biz Avrasya’ya doğru giderken Atlantik sistemi mevcut iktisadi yapı ve siyasi kültür içinde kendisini sürekli biçimde yeniden üretecektir. Rahat bir yolculuk söz konusu değil. Atlantik’ten kopmak devrim niteliğinde bir olaydır; millî demokratik devrimin çok önemli bir merhalesidir. “AKP bunu yapabilir mi?” sorusunu okurlara bırakıyorum.
Bir diğer nokta Avrasya’ya bakışımızla ilgili. Rusya ve Çin emperyal güçlerdir. Rusya, çevresindeki bölgesel devletlerle kendi merkezinde karasal bir entegrasyon oluşturmayı amaçlıyor. Çin ise sermaye ihraç ederek ve altyapı üretip-satın alarak yayılmaya çalışıyor. Atlantik saldırısına birlikte direniyor olsalar da Rusya ile Çin’in jeopolitiğini ve bu iki güç arasındaki, sosyalizm döneminde bile ağırlığını kaybetmeyen tarihi sorunları dikkate almak gerekir.
Aleksander Dugin, 2003 yılında şöyle yazıyordu: “Tibet-Sincan-Moğolistan-Mançurya, hep birlikte Rusya’nın güvenlik kuşağını oluşturmaktadır… Çin açısından da sözü edilen kuşak, Kazakistan ve Sibirya’ya, potansiyel ‘Kuzeye atılım’ için bir köprübaşı addedilmektedir… Rusya bu köprübaşını Çin’den koparmalı, Çin’i güneye itmeli”dir (Rus Jeopolitiği, çev. Vügar İmamov, Küre Yayınları, s. 190-101). Bir başka yerde de şöyle diyor: “Çin, Güneyde Rusya’nın en tehlikeli jeopolitik komşusu sayılır. Onun rolü bir bakıma Türkiye ile aynıdır” (s.186). Bugünün dünyasında paylaşım hatları çok yönlü ve haritada görülebilecek kadar açıktır.
Tam bağımsızlık bütün güçlere eşit mesafede durmayı, hepsiyle eşit ilişki kurmayı, hiçbirinin jeopolitik “çevre ülkesi” olmamayı gerektirir. Bunu başarmak bugünün dünyasında bir devrimdir. Şimdiki halde, “Her yer ateşler içinde”dir!
Yavuz ALOGAN
Aydınlık/29.11.2016