22 Aralık 2016 Perşembe

Ölmediler, Öldürüldüler. Siz Öldürdünüz.

Jordan Brun- BİR CİNAYET / Akrilik-kanvas

Güne Kayseri’den gelen haberle başladık. Bugünün en somut gerçeği şudur: bu masum yavrular, bu ana kuzuları, belki bedenleri yüzlerce parçaya bölünerek, ölmüştür.

Ensesi kalın siyasetçilerin, ağaların, beylerin üzerinden kahramanlık nutukları attığı, kabadayılık gösterilerine yeltendiği bu çocuklar, artık yoksul evlerin duvarlarında cansız birer surete, gözü yaşlı anaların eprimiş cüzdanlarında taşıdığı kahredici birer anıya dönüşmüştür.

Bu yavruların yaşları en çok ondokuz, bilemediniz yirmidir. Büyük kentlerde gözünüze bile çarpmazlar, taşrada haftasonları çarşı izninde, saçlar üç numara, kuru kavruk oğlanlar. Hepsinin üzerinde aynı ucuz pantolonlar, kazaklar. Aynı kahvelerde, aynı otobüs duraklarında, aynı sabahın köründe, aynı gün batımında, doğuştan hanelerine yazılan vatan borcunun kısacık bir molasını verirler. 

Ceplerinde tezkere çizelgeleri, sevgili fotoğrafları, anaya babaya bir mektup, ucuz bir defter, bir paket sigara, kimisinin boynunda “tırnağına taş değmesin” diye anasının astığı muska, asker aynası, belki bir çakı, parası yettiyse bir loto kağıdı, bir piyango bileti…. Hayal olduğuna inanamayacağınız kadar mütevazı, çelimsiz düşler… İnsan hiç ölümü düşünür mü ondokuzunda?

Şimdi aralık ayındayız, memleketin o ücra köylerinde, çamurlu mahallelerinde sıvası dökük evlerde sobalar yanıyor. O evlerin kapısına bir cemse ya da bir cip yanaşmış, genellikle bir astsubay, en kabasından bir albay iniyor, arkada bir ambulans, belki kaymakam bey ya da onun muavini.. Bir yoksulun evine bunca rical teşrif ediyorsa, bir uğursuz haber var demektir… Uzaktan bakınca o siyah arabalar, takım elbiseler falan… bir kuzu ağılına yanaşmış akbabalar gibi..

Ölüm haberiyle geldiler abla. Ölüm. Bu kadar basit, bu kadar soğuk. Kardeşimiz öldü, yavrun öldü, evinin kınalı kuzusu… hani kız isteyecektiniz ya baharın… öldü.

Analar bacılar saçlarını yolacak, babaların kursağında bir damla su kalmamış, iki günlük traşlı dudaklar ısırılacak ağlanmasın diye.. evladımız öldü… öldü…

Açtık, yoksulduk, işsiz, boynu kirli, eli nasırlı… ama hiç değilse iki lokma ekmekle dönen bir ocağımız vardı… biraz hayal, biraz umut… tevekkül….

Evladımız yok artık…

Üşüyor mu acaba? Karnı doydu mu? Komutanı bir laf etti mi? Parası var mı cebinde? Bunların ne önemi var artık. Öldü…

Kınalı kuzumuz, gözümüzün nuru… Şimdi soğuk bir morg çekmecesinde, kimbilir kaç parçaya bölünmüş bedeniyle hükümet tabibini bekliyor, “öldü” diye yazıp kırkbeş haneli bir kağıda, altına imza atması için. Patlayıcı madddeye bağlı organ parçalanması ve ağır yaralanma sebebi ile ölmüştür.. imza mühür.

Oysa ölmedi, öldürüldü… Siz öldürdünüz.

Onu şimdi ona şehit diyen bu yağlı beyler, “siz de şehit olun inşallah” diyen kalın ağalar öldürdü.

Oslo’da Habur’da katillerin sırtını sıvazlayanlar öldürdü.

Devletin her kademesine her türden haini yerleştirenler, ikballeri için şeytanla bile işbirliği yapanlar öldürdü.

Çözüm süreci, bilmem ne prosesi diye alçaklığın pazarlamasını yapan akil adamlar öldürdü.

Ağa babaları ne yana yatsa o yana yatan, katillere övgüler düzen islamcı “gazeteciler” öldürdü.

Şehitliği piyasada alınır satılır bir şey haline getiren din bezirganları öldürdü.


Onu Amerikan uşağı Kandil derebeyleri öldürdü.

O derebeylerinin kuyruğunda “Rojava devrimini selamlayan” haysiyet fukaraları öldürdü.

Canlı bombaların, aşağılık katillerin cenazelerini onurlandıran vekiller öldürdü.

PKK buğday başağı gibi adam biçerken onun siyasetçileriyle vekil pazarlığı yapan çakma solcular, kendine komünist diyen kan simsarları öldürdü.

Cihangir’in, Moda’nın kahvelerinde oturup kurduğu her cümlede Apo’nun kıçını tartan büyük edebiyatçılar, sanatçılar, bilmem ne başları öldürdü.

Gazete köşelerinden her halta ahkam kesen, her naneyi bilen, ama iş PKK’ye gelince sus pus olup “at izi it izine karşıtı” diyen yazarlar, hoca efediler öldürdü.

Barış diye diye savaşın en ikiyüzlüsünü körükleyen aydın müsveddeleri öldürdü.

PKK saldırılarını adıyla yazamayan, mahçup başlıklarla savuşturan basın yayın bilmem neleri öldürdü.


Onu ordunun her kademesi lime lime dağıtılırken bankamatikteki maaşını düşünen onur yoksunu komutanlar öldürdü.

Katillerin adını bile anmaktan imtina edip “her tür terörizme karşıyız” diye ortaya konuşan siyasetçiler öldürdü.

Avrupa’nın Amerika’nın dizinin dibinden ayrılmayan, asker ölünce yokmuş gibi davranan danışmanlar, akademisyenler öldürdü.

Bu masum yavrunun katili böyle büyük bir şebekedir işte. İslamcısı, liberali, demokratı, sağcısı, solcusu.. hepsi bu cinayetin ortağıdır.


Evet alçaklar, evet tarihin gördüğü en adi şebekenin mensupları, buyrun eseriniz şimdi orada, paramparça bir halde Tıp Fakültesi’nin morgunda yatıyor. Sizde insanlık kalmamış, sizde vicdan, sizde onur kalmamış. Bizimse yüreğimiz yanıyor…

Ah çocuk, çocuk.. sen sadece ananın babanın değil, bu memleketin de evladısın. Sen gözümüzün nurusun. Seni söndürenlere lanet olsun.

Rahat uyu güzel yavrum, Erciyes Dağı’na and olsun, son bir nefesimiz bile kalmış olsa senin davanı güdeceğiz. Rahat uyu kınalı kuzum, er ya da geç bu cinayetin hesabını soracağız.

Deli Gaffar'ın Notları
17.12.2016