15 Ekim 2017, çağdaş Kürt tarihine 17 Aralık 1946’dan çok daha büyük bir travmanın tarihi olarak geçecek gibi gözüküyor.
17 Aralık 1946, 11 aylık Mehabad Cumhuriyeti’nin; 15 Ekim 2017 ise 25 Eylül referandumu ile kazanılması öngörülen 20 günlük “bağımsız Kürdistan”ın sonunu ifade ediyor.
Merkezi hükümetlerin zayıflığının yarattığı fırsat ve vaat edilen dış destek, bu iki bağımsız Kürt devleti tecrübesinin de ortak hareket noktasını oluşturuyor.
Mehabad Cumhuriyeti, 2. Dünya Savaşı şartlarında İran üzerinde İngiltere ile nüfuz mücadelesi veren Rusya’nın desteği sayesinde 22 Ocak 1946’da kurulmuş; şartların değişmesi ve İran merkezi hükümetinin kontrolü ele alması sebebiyle de yıkılmıştı.
Irak Kürdistan Bölgesi ise ABD’nin 1991’de 36. Paralelin kuzeyinde oluşturduğu uçuşa yasak bölge sayesinde oluşan ve Irak işgalinden sonra da 2005’te anayasal statü kazanan bir yapıydı.
25 Eylül’deki referandum, fiili bir durum yaratarak bağımsız devlet kurma girişimiydi; ancak 15 Ekim’de Irak ordusunun tartışmalı bölgeleri yeniden kontrol altına alması, sadece bu fiili durumu ortadan kaldırmakla kalmadı, yasal niteliği olan özerk yönetimin geleceğini bile tehlikeye düşürdü.
Çağdaş Kürt tarihi açısından 15 Ekim 2017’nin 17 Aralık 1946’dan daha büyük bir travma olarak tanımlanması, ikinci girişimin çok daha kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanmasından kaynaklanmıyor.
22 Ocak-17 Aralık 1946 başarısızlığı, Kürtleri birliğe ve bağımsız devlet idealine motive etmiş ve yeni bir örgütlenme modeli yaratmışken; 25 Eylül-15 Ekim 2017 başarısızlığı, Kürtlerin birliğine ölümcül bir darbe vurdu ve yasal kazanımlarını bile riske soktu.
Mesud Barzani’nin başarısızlığını, Kadı Muhammed’in başarısızlığından daha ağır kılan etken işte bu.
Kürdistan’ın geleceğinde artık ‘olumlu senaryo’ devre dışı
15 Ekim’i bir ‘trajedi’ olarak nitelemelerine ve birbirlerini ihanetle suçlamalarına rağmen hala bağımsız devlet vurgusunu canlı tutmaya çalışıyor olsalar da Iraklı Kürtlerin 25 Eylül öncesi konumun bile çok gerisine savrulduğu açık.
Iraklı Kürtlerin 25 Eylül öncesi statüden daha geri bir pozisyona savrulduğu tezi abartılı bulunabilir; ancak ‘15 Ekim trajedisinin’ sebepleri bu tezin gerçekçi olduğunu gösteriyor.
Çünkü 15 Ekim’den sonra Kürdistan Bölgesini, “Kürdistan için iki senaryo, Barzani için iki muhtemel gelecek” başlıklı yazıda belirtilen ve Barzani’ye ‘Atakürt’ konumu kazandıran ‘olumlu senaryo’ çerçevesinde bir gelecek beklemiyor.
15 Ekim’den itibaren artık Süleymaniye’nin Erbil’den ayrılması ve Barzani’nin ‘Saddam’ konumuna düşmesi ihtimallerini gündeme getiren ‘olumsuz senaryo’ söz konusu.
Bu nedenle 25 Eylül’de tek taraflı bir şekilde atılan bağımsızlık adımının başarısızlık nedenleri Kürdistan Bölgesi’nin geleceğini şekillendirecek temel faktörler olarak okunabilir.
25 Eylül tecrübesi İran ve Haşd Şabi yüzünden mi başarısız oldu?
Barzani tarafı, başta ABD olmak üzere uluslararası tarafları etkilemek için ‘15 Ekim trajedisini’ İran ve Haşd Şabi faktörleriyle açıklamaya çalışsa da uluslararası tarafların zekasını çok hafife alan bu propaganda, sadece ve sadece kendine acımayı çok seven Kürt avamını kışkırtmakta etkili olabiliyor.
Zira ortalama bir akla sahip olan herhangi biri, şu basit soruları sorarak başarısızlığın temel sebebinin dış faktörler değil, öngörüsüzlük ve popülizm olduğuna dikkat çekebilir.
“İran ve Haşd Şabi, 25 Eylül’den sonra mı ortaya çıktı? Bunlar 25 Eylül’den önce Kürdistan bağımsızlığına destek mi vaat etmişti? İran ve Haşd Şabi’nin tutumu konusunda nasıl bir sürpriz değişim oldu ki Erbil, bağımsız Kürdistan rüyasını kabusa dönüştüren bu sürprizi 25 Eylül’den önce öngöremedi?”
Eğer bir sürpriz olduysa, referandum haftasına kadar nerdeyse hiç tepki vermeyerek Barzani’yi 25 Eylül’e cesaretlendiren; ancak daha sonra yalnız bırakan Amerika’nın ya da karşısına dikilen Türkiye’nin sürprizi oldu.
Amerika’nın dönemin Bağdat Büyükelçisi April Glaspie aracılığıyla Saddam’ı önce Kuveyt’i işgale teşvik ederek tuzağa düşürdüğünü ve sonra Irak’ı nasıl parçaladığını en iyi bilmesi gereken ve ders çıkarması gereken kişi Barzani’ydi.
IŞİD 2014 Ağustos’unda Erbil’e doğru ilerlediğinde henüz ABD müdahalesi ve uluslararası koalisyon yokken Urumiye’deki Karargah-ı Hamza’dan Kürdistan Bölgesine topçu birlikleri sevk ederek IŞİD ilerleyişini durduranın da İran olduğunu, en iyi bilen kişi yine Barzani’ydi.
İran, Kürdistan Bölgesi’ne değil, Irak’ın bölünmesine karşıydı ve bunu da en başından beri bizatihi Barzani’nin kendisine söylemişti.
Nitekim 26 Ağustos 2014’te Erbil’i ziyaret eden İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’le ortak basın toplantısı düzenleyen Barzani, “Biz tüm dostlarımızdan silah talep ettik. Askeri destek talebimiz karşısında bize ilk yardım eden İran İslam Cumhuriyeti oldu. Bize silah verdi ve askeri işbirliğinde bulundu. Bir kez daha İran'ın her zorlu şart altında en küçük bir beklenti içerisinde olmadan bizi desteklediği ve yardım ettiği ispat edilmiş oldu. Bu iyiliği hiçbir zaman unutmayacağız” demiş; Zarif ise Irak’ın toprak bütünlüğünü vurgulamıştı.
Zarif’in Irak’ın toprak bütünlüğü vurgusu, IŞİD saldırılarını fırsata dönüştüren ve tartışmalı bölgelere peşmerge gönderip “anayasanın 140. Maddesi kendiliğinden uygulandı” diyerek bağımsızlık meselesini gündeme getiren Barzani’ye açık bir mesajdı ve Barzani bu mesajı 25 Eylül 2017’den sonra öğrenmiş değildi.
Barzani tarafı, ‘15 Ekim trajedisinin’ sebebi olarak İran ve Haşd Şabi’yi vurgulayarak kendince hem Amerika’ya hem de mezhebi çelişkilere dikkat çekerek Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerine mesaj vermeye çalışıyor.
Ancak, şu hususlar yaşanan başarısızlığın tutumları zaten belli olan dış faktörlerden değil, siyasi liderliğin fırsatçılığından, tek taraflılığından, popülizminden ve öngörüsüzlüğünden kaynaklandığını gösteriyor.
15 Ekim trajedisine götüren sebepler
1- Ayrılma konusunda tek taraflı gerekçeler sunuldu; Bağdat’la diyalog arayışına dahi girilmedi. Irak merkezi hükümetinin IŞİD savaşıyla olan meşguliyeti fırsata dönüştürülmek istendi.
2- Barzani, Irak’ın savaş meşguliyetinin sona ermemesi için acele etti; IŞİD’le meşgul olan Irak’ın Kürdistan’a müdahale edemeyeceğini düşündü.
3- Yasal olarak üçüncü kez başkan seçilmesi mümkün olmayan Barzani, bağımsız Kürdistan’ın kurucu lideri sıfatıyla ebedi başkanlığı garanti altına almak için Kürdistan meclisini ve hükümetini devre dışı bıraktı ve referandum kararını tek başına aldı. 25 Eylül referandumunun Kürt ulusal kararı değil, Barzani kararı olmasından dolayı da 15 Ekim’deki çöküş çok hızlı oldu.
4- 25 Eylül kararı Bağdat’ın çaresizliği ve dış desteğin büyüklüğü öngörüsüne dayalı olarak alınmış bir karardı, bu yüzden Bağdat’ın “onurlu barış” önerisi Erbil tarafından reddedildi.
Halbuki Pavel Talabani’nin açıkladığı üzere Barzani eğer Bağdat’ın “K1 askeri üssü” ile ilgili önerisini kabul etseydi, “Kerkük’ün düşmesi faciası önlenebilirdi.”
Barzani’nin KDP’yle organik ilişkisi de bulunan Kürt gazeteci Rebwar Kerim’in verdiği bilgiler ise Barzani’nin bütün yumurtalarını Amerikan sepetine koyduğunu ve çatışma ve kan üzerine plan yaptığını gösteriyor.
Rebwar Kerim Sputnik’ten Gazeteci Ceyda Karan’a yaptığı açıklamada şunları söylüyor:
“Açık konuşmak gerekirse aslında Barzani referandum sonrasında tartışmalı bölgelerde bir çatışmanın çıkmasını istiyordu. Ortada aslında böyle bir plan vardı. Çatışma çıksın uluslararası toplum ve ABD araya girsin isteniyordu…. İran ve KYB, Barzani'yi bu sefer çok zayıf noktasından yakaladılar. Çatışmasız bir şekilde Kerkük'ü ve diğer bölgeleri teslim ettiler. Çatışma çıkmayınca ne BM ne ABD araya girebilmiş oldu. Yani Barzani'nin bu planı tutmadı.”
Kürdistan Bölgesi’nin bölünme riski
Kürdistan’ı bağımsızlığa ve kendisini de ebedi başkanlığa taşıyacak süreci çıkacak çatışmaya ve Amerikan müdahalesi ihtimaline bağlayan Barzani tarafı, fazla kan dökmeden çekildiği için KYB’yi ihanetle suçluyor. Bununla birlikte KDP’ya bağlı peşmergelerin neden hiç çatışmaya girmeden çekildiğini ise açıklama gereği duymuyor.
Kosret Resul Ali ve Talabani ailesinin 15 Ekim konusunda zıt kutuplarda yer almaları, KYB’nin kendi iç bütünlüğünü sarsıyor.
Barzani tarafının KYB’ye yönelik ihanetle suçlayıcı dili ve tek taraflı adımları, Erbil-Süleymaniye birliğini aşındırdığı için Kürdistan Bölgesi’nin geleceğini tehdit ediyor. KYB Siyasi Bürosu yetkililerinden Molla Bahtiyar, bu iki duruma işaretle KYB’nin ve Kürdistan Bölgesinin bölünebileceği yönünde endişelerini dile getiriyor.
Öte yandan KDP muhalifi Kürt partilerinin Irak hükümetiyle Süleymaniye, Halepçe ve Kerkük’ü içeren yeni bir federal bölge kurma konusunda anlaşmaya vardığı iddia ediliyor.
Eğer bu iddialar doğru çıkarsa bu durum, Kürdistan Bölgesi’nin birbirine düşman iki bölgeye ayrılması anlamına gelir.
Saddam, Kuveyt’i Irak’ın 19’uncu ili yapayım derken Kürdistan’ı kaybetmiş ve Irak’ı parçalanmaya götüren kişi olarak tarihe geçmişti.
Barzani ise tartışmalı bölgeleri de ilhak edip bağımsız Kürdistan kurayım derken Kürdistan’ı bölen kişi olarak tarihe geçebilir.
1946’da Mehabad Cumhuriyeti, 1990’da Saddam’ın Kuveyt’i işgali, 1991’de 36. Paralelin kuzeyindeki uçuşa yasak bölge, 2005’te Kürdistan Bölgesi; Kürt liderleri ve Kürt aydınları açısından eşsiz bir tarihsel hafıza kaynağıydı.
Bu tarihsel hafıza, merkezi hükümetle ve yakın çevre ile ilişkilerin nasıl kurulması gerektiğine, dış güçlerin teşviklerinin hangi tuzakları içerebildiğine, en küçük yasal statünün bile, büyük fiili durumlardan daha kalıcı ve değerli olduğuna dair zengin ibretler içeriyordu.
25 Eylül’de bağlayıp 15 Ekim’de sona eren 2017’deki başarısız bağımsız Kürdistan macerasına bakıp bu tarihsel tecrübelerin ne ölçüde dikkate alındığını anlamak mümkün.
Alptekin DURSUNOĞLU
YakınDoğuHaber
22.10.2017