Esas olarak ezilen bir ulusun bağımsız bir devlet kurma hakkına sahip olduğunu ifade eden “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” kavramı, yakın tarihte sosyalizmin inşası süreci içerisinde ayrı, emperyalizmin ulus devletleri parçalayarak etnik veya din esaslı küçük devletçikler yaratma projesi içerisinde ayrı anlamlar içerdi ve farklı amaçlar için siyasi literatürde yerini aldı.
Kavramın kaynağı Batı Avrupa’da feodalitenin tarım ve din devletlerinin tarih sahnesinden silinip, burjuvaların kapitalist ulus devletlerinin isimleri ve coğrafyalarının belirlendiği 1648 Vestfalya Antlaşması ile milliyetçiliğin yükseldiği 1789 Fransız devrimleri ve nihayet İngiliz, Fransız ve İtalyanların ardından 1871 yılında birliğini sağlayan Alman Prensliklerinin ulus devletlerini kurmasıyla sonlanan, “Burjuva Demokratik Devrimleri” süreci içerisindedir. Bu bakımdan “Ulus Devlet” kavramı ağırlıkla 19. asra ait modern bir kavramdır. Süreç sona erdiğinde Batı Avrupa devletleri farklı halklara ve dini topluluklara hükmeden feodal, tarım ve ümmet topluluğu değil fakat aynı ulusu içeren, milli sınır içerisinde sanayileşmiş, kapitalist üretim tarzına-pazara, tek dil ile anlaşan ortak kültüre sahip modern ulus devletler haline gelmişti. Bu nedenle uluslar kendi kaderini ilerici bir sınıfın öncülüğünde zaten tayin etmiş oldukları için, böyle bir program Batı Avrupa’nın gündeminde yoktu.
BURJUVA DEVRİMLER ZİNCİRİ
Doğu Avrupa’da ve Asya’da ilk Rusya’da 1905, İran’da 1906, Türkiye’de 1908 ve Çin’de 1911 yılında burjuva devrimleri başladı. Bu ülkelerde kapitalizmin ve burjuvazinin gelişme seviyesi Batı Avrupa’dan farklı olması veya devlete karşı sanayi burjuvazisinin yeteri kadar güçlü olmaması nedeniyle devrimler toplumsal dönüşümü sağlayamadılar, ancak meşrutiyet elde edildi anayasal yönetime geçildi. Dönüşüm Rusya’da 1917 Ekim Devrimi, Türkiye’de 1923 Cumhuriyet Devrimi ve Çin’de 1949 Halk Devrimiyle gerçekleşti. İran kendi koşulları elvermediği için 1979 İslam Devrimini yaşadı.
SOVYET DEVRİMİ’NİN BAŞARISI
Kavram, “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” makalesinde 1913 yılında ilk kez Lenin tarafından kullanıldı. O zamanda dünyanın en büyük topraklarına sahip Rus İmparatorluğu içerisinde farklı dinler ve etnik kökenden oluşan sömürülen halkların, çarlığın ‘Büyük Rus Gururu’nda ifadesini bulan Rus milliyetçiliğine karşı, sosyalist devrim mücadelesi saflarına katmak için, Lenin’in geliştirdiği isyana katılma çağrısıydı.
1. Dünya Savaşı’nda Çarlık ordularının askerlerin önemli bir bölümü Orta Asya, Kafkaslar, Sibirya’nın köylü halklarından meydana gelmişti ve devrimciler emperyalist amaçlara hizmet ettiğinden, savaşmamaları için askerleri teşvik ediyorlardı. “Milletler Hapishanesi” denilen Rus Çarlığı’nın ezdiği ve İmparatorluğun batısına göre daha az kapitalist ilişkilere sahip halklara kendi ulusal devletlerini kurma hakkı veriliyordu. Nitekim “Ulusal Sorun” adıyla formüle edilen bu tez, stratejik başarıya ulaştı ve çarlık ordusunun askerleri savaşmadı. Tam aksine isyana katıldılar.
Devrimden sonra her biri ayrı “Sovyet” olarak Kafkasya’da, Orta Asya’da ve Avrupa Rusya’sında devletler ve günümüz Rusya’sında da var olan federatif yönetimler kuruldu. Kurulan Sovyet sistemi, devasa bir uluslar topluluğuydu. Bir kısmı tarihlerinde hiçbir zaman devlet kuramamış oldukları halde, her halka kendi kültür ve dilini öğrenme hakkı tanındı. Ama Sovyetler Birliği vatandaşlarının ortak dili Rusça, herkesin bir arada barış içerisinde yaşamasını sağlayan en önemli kültürel payda oldu. Lenin, “Ulusların Kaderini Tayin Hakkı” ilkesini yaşadığı ülkenin ayırt edici özelliklerini göz önüne alarak güçlü ve büyük sosyalist devletin inşası için başarılı bir şekilde hayata geçirdi.
WİLSON PRENSİPLERİ
Aynı dönemde ABD başkanı olan Wilson, Yahudilerin taleplerini de dikkate alarak 1. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni dünya düzeninin milliyetler esasına göre kurulacağını bilerek ve sonrasında adıyla birlikte anılacak ilkelerini kaleme aldı. “Ulusların Kaderini Tayin Hakkı”ndan doğrudan söz etmeden hazırladığı ilkelerin önemli bir bölümü bununla ilgiliydi. Amaç savaştan yenik çıkan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını üzerinde küçük devletçikler kurmaktı. 1919 Paris Konferansı’nda Fransız ve İngiliz devletleriyle aynı masaya galipler safında oturan ABD başkanının ilkeleri uygulanamadı.
KÜRT MESELESİ
Gelelim sıcak konumuz Türkiye’nin ulusal sorunu Kürtler meselesine. Sosyalist bir bakışla Kürtlerin böyle bir hakları var mıdır? Kürtler sol jargonu kullanarak mücadelelerinin bir haktan kaynaklandığını iddia etmektedirler ve şaşkın ördek liberaller de bunu desteklemektedirler. Kürtler’in savaşı bir özgürlük elde etme çabası değildir. Coğrafyanın petrol yataklarını başta ABD olmak üzere emperyalistlerin kullanımına sunmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamak için kendilerine verilen bölgenin güçlü devletlerini parçalamak görevini icra etmektir. Kanuni Esasi dahil şimdiki anayasanın hiçbir maddesinde, milleti oluşturan (olumlu veya olumsuz anlamda) ayrıcalıklı halk belirtilmemiş, kurucu lider ülkeyi kuran halka “Türk Milleti” denir tanımlaması yapmıştır. Etnik hiçbir ayrıma uğramadıkları, evlilik yoluyla dışlanmaları hiçbir devirde söz konusu olmadığı gibi, Kürt zenginleri ülkenin batısında Türk emekçilerinden fersah fersah lüks içerisinde yaşamaktadırlar. Ülkenin en geri kalmış bölgesinin genel olarak Güneydoğu Anadolu olduğu doğrudur. Bunda 1950 yılından sonra iş başına gelen hükümetlerin payı büyük olduğu kadar, bin yıldan fazla süregelen şıh, mürşid, mürid ilişkisinin, kültürünün geleneksel etkisi de çoktur.
PKK’NIN İHANETİ
2017 yılı Manisa depreminde kerpiç binalar yıkılınca ülkenin en batısında yer alan Türkler de evsiz kaldılar. Türkiye’nin sorunu etnik ayrımcılık değil, cehalet, fakirlik ve geri kalmışlıktır. Sefalet etnik ve dini ayrım yapmaksızın her yerde var. Güneydoğu’da şiddeti fazla. Bu onlara emperyal plânın parçası ve maşası olma hakkını vermez. İsyan edeceklerse cehalete, sömürüye ve baskıya karşı Türklerle birlikte emekten yana olarak mücadele etmeliydiler. Bölücülüğe destek veren Kürt unsurlar, PKK adıyla Türklere ve özellikle sosyalist sola ihanet içerisindeler. Emperyal mahfillerde verilen akıl, yapılan plân, sağlanan silahla kurtuluş mücadelesi olamaz.
Adil TUĞCU
Aydınlık/10.10.2017