Hiçbir terör örgütü, Türkiye’nin güney sınırlarının sıfır noktasında barındırılamaz, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde kontrol kuramaz. Bu kuşakta hiçbir yabancı ülkenin, yabancı gücün, yabancı askeri unsurun denetim kurmasına izin verilmemeli.
Bu ülkelerin, bu silahlı unsurların bölgede ittifak yaptığı çevrelerin, oluşumların, aynı kuşaktaki bütün hareketliliği daraltılmalı, engellenmeli, yok edilmeli.
Artık mezhep kimliği ile, etnik kimlik ile, çıkar ortaklıkları ile konuşma, düşünme, hareket etme döneminde değiliz. Çokuluslu işgallerin Türkiye sınırına, yüzlerce kilometrelik alana yığınak yaptığı bir dönemde, terör örgütleriyle sınırlı, etnik kimlikle bağlantılı bölge algılaması intihardır.
O örgütler dış tehdittir, yarın Türkiye’ye aynısını yapacaklar
O örgütler sadece çokuluslu işgalin, ülkeleri parçalama planlarının uzantıları, tetikçileridir. Onlar da birer dış tehdit, işgal gücü muamelesi görmelidir. Çünkü onlar bölgedeki bütün ülkelerin, milletlerin, coğrafyanın siyasi tarihinin düşmanları haline gelmiştir.
PKK öyledir, PYD öyledir, DEAŞ öyledir ve son olarak bunlara Mesut Barzani de eklenmiştir. Bu çevreler ve örgütler, kimlikler üzerinden bölgesel etkinlik kurarak, batılı istilaya zemin hazırlamakta, coğrafyayı paramparça etmenin yolunu açmaktadır. Irak işgali kadar yıkıcı sonuçlara yol açmakta, Irak’ı istila eden Batılı ordular kadar yabancı unsur olarak iş görmektedir.
Bu örgütlerin, Irak ve Suriye’de üslendikleri rolü yarın İran’a karşı, Türkiye’ye karşı da üsleneceklerine dair hiçbir kuşku yoktur. Bu ihtimali gözardı eden her ülke yarınını kaybedecek. Bu açık tehdidi göremeyen ve tavır alamayan her siyasi görüş ve hareket yarın yok olacaktır. Bu örgütlerle iş tutmaya çalışan herkes, her ülke, coğrafyanın yarınını yok edecek, Batılı istilanın bütün bölgeye yayılmasına katkıda bulunmuş olacaktır.
Bu ülke, PKK/Barzani parantezine sıkışamaz
21. Yüzyıl coğrafyası yeniden şekillenirken, bütün bölge dışarıdan gelenlerin istilasına uğrarken, yeni haritalar masa masa dolaşırken, her ülke için bölünme projeleri devreye alınırken Türkiye gibi, yüzlerce yıllık siyasi birikime ve tecrübeye sahip bir ülkenin dar anlamda örgütler arasında sıkışmış bir siyasi tavra mahkûm edilmesi düşünülemez. Barzani’ye göre, PKK/PYD’ye göre, DEAŞ’a göre politika belirlemesi, güvenlik stratejisi oluşturması beklenemez.
Tarihi derinlikle, coğrafyanın bütününü öne alarak, Türkiye’nin Selçuklu’dan bu yana devam eden siyasi aklıyla hareket etmemiz bir zorunluluktur. Çünkü bu, hem Türkiye’nin geleceğinin, bütünlüğünün, daha da büyümesinin anahtarı hem de ülkemize yönelik çok boyutlu kuşatmayı yarmanın, o kıskançlığı alt etmenin tek yoludur.
Dünyadaki bütün fay hatları hareketlendi
Hal böyle iken; dünya inanılmaz bir güç hesaplaşmasına girmişken, Doğu Avrupa’dan Pasifik’e kadar bütün fay hatları hareketlenmişken, nükleer kıyamet senaryoları konuşulurken, en güçlü ülkelerin geleceği bile tartışılabilirken, Avrupa Birliği gibi çokuluslu ortaklıklar dağılırken, uluslararası sistem tamamen çökmüşken, küresel ölçekte bir yeniden yapılanma ve bir güç haritasının biçimleneceği ortadayken Türkiye’nin sadece Barzani’nin küçük hesaplarıyla, PKK/PYD’nin terör oyunlarıyla kendini sınırlaması çok büyük bir siyasi körlük olacaktır.
Bütün bu sorunları etnik tartışma aralığına sıkıştırmaya çalışanlar, Türkiye’yi öyle yönlendirmeye çalışanlar, o siyasi aklı sulandırmaya kalkışanlar o çokuluslu işgalin ortaklarıdır, Türkiye içindeki unsurlarıdır.
Yüzlerce yıllık yöntem: ‘Şer Kuşağı’nı imha et..
Bin yıllık siyasi tarihimiz, işte bu kritik kavşaklarda aldığımız rasyonel kararlarla, gerçekçi operasyonlarla sağlandı. Bütün ajitasyonları, çığırtkanlıkları aşıp tarih, coğrafya ve gelecek okumadaki maharetlerle sağlandı. Türkiye, Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki şer kuşağını, kendini imha etmeye ayarlı dış tehdidi yine aynı yöntemlerle aşacaktır, o derin siyasi akılla hareket edecektir. Tek yolu da budur. Tarih yapıcı irade, miras, genetik budur. İşte bu yüzden, tehdit de, savunma da çok büyüktür, etkisi yüzyıllara yansıyacaktır.
İdlib operasyonu, ‘oyun bozucu’ bir öz savunmadır
Türk askerinin İdlib’e girişi, sıradan bir güvenlik operasyonu değil, işte bu aklın ürünüdür. Sadece Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamayı değil, yeni coğrafya, harita oluşumunun önüne geçilmesi çabasıdır. Buradan bakınca İdlib’le sınırlı kalması düşünülemez. Afrin’deki dış işgali, Ayn el Arab’daki ABD/PKK varlığını, yüzlerce kilometrelik sınırdaki bütün terör ve yabancı güçlerin varlığını, Irak’ın kuzeyindeki ABD/İsrail işgalini bertaraf edecek çabalar bundan sonra izlenecek tek yoldur.
İdlib müdahalesi, ABD ve bölgedeki terör örgütlerinin Türkiye’yi çevrelemeye, kuşatma altına almaya, ardından içeriden ve dışarıdan müdahale planlarına dönük, “oyun bozucu bir öz savunma” girişimidir. Afrin’e ve terör koridorunun Doğu bölgelerine genişlemezse bu operasyon başarısız olacaktır, hedeflenen sonuç alınamayacaktır.
Barzani istihbarat ağına, PYD kriptolarına dikkat!
Fırat Kalkanı, nasıl Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonraki en ciddi jeopolitik hamleyse, bölge içi ve bölge dışı “şer ortaklığı”nın oyununu önemli ölçüde geciktirdiyse, bu operasyon da o oyunu tamamen bozacak niteliktedir ve oyun boşa çıkarılıncaya kadar devam etmelidir.
Yeter ki içeriden ve dışarıdan sabote edilmesin. Yeter ki içerideki Barzani istihbarat ağı ve PYD kriptolarına dikkat edilsin. Yeter ki müttefikler ile terör koalisyonu ortaklığının zihin karıştırıcı müdahalelerine izin verilmesin. Yeter ki İdlib’le sınırlı kalmayıp Türkiye’yi kuşatmaya dönük daha Doğu’da kurulan işgal bölgelerine doğru genişlesin.
Türkiye bu oyunu bozacak güçtedir
Türkiye, bu oyunu bozacak güçtedir. Bunun için gerekli siyasi akıl ve gelecek öngörüsüne sahiptir. Siyasi irade işte o tarihi birikimden ve coğrafya gerçeklerinden beslenmektedir. Bu iradeye alabildiğine güç vermek boynumuzun borcudur.
Bir tarih kavşağındayız. Birinci Dünya Savaşı sonrası ilk kez tarihin dönüşünü, Batı’nın durgunlaşmasını, Doğu’nun yükselişini, Türkiye’nin vesayetten kurtuluşunu, Atlantik İttifakı’nın dünyayı yönetme gücünü kaybetmesini, Ortadoğu’dan daha kötü bir şekilde Batı’da ve Doğu’daki bazı fay hatlarının kırıldığını görüyoruz.
Kimse bizi başkasının öfkesiyle korkutmasın!
Bu tarih dönüşü önümüze iki seçenek çıkardı: Ya küçüleceğiz ya meydan okuyup büyüyeceğiz. Küçülmek tarih dışına itilmektir, yok oluşumuzdur. Büyümek için cesur olmak, meydan okumak zorundayız. Kimse bizi başkalarının öfkesiyle korkutmasın. Başkalarının sopasıyla dövmeye kalkışmasın. Kimse bizi, eskinin vesayetçi efendileriyle azarlamaya kalkışmasın. Artık o dönem geçti. Elini nereye kadar uzatabiliyorsan o kadar varsın. Parmaklarını dışarıya değil içeriye uzatıyorsan, savaşı Türkiye içlerine taşıyorsun, çağırıyorsun demektir. Bizim işaret parmağımız dışa dönüktür.
Büyük mücadele başladı: Kalbimize korku salanlara izin vermeyeceğiz
Yüz yıl sonra önümüze gelen fırsatı heba etmeyeceğiz. FETÖ, PKK veya bilmen ne örgütler üzerinden gelen işgal operasyonlarını yutmayacağız. Teyakkuz halinde olacağız, diri bir mücadele eksenini sürekli hareketli tutacağız. İdlib operasyonu hem Suriye’nin bütünlüğü için, hem de Türkiye’ye güçlü bir güvenlik kalkanı oluşturmak için zorunluluktu. Bu kalkanı İran sınırına kadar taşımak, örmek zorundayız.
Akdeniz’den İran sınırına kadar “Türkiye Kalkanı”
Çünkü Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük istila haritasını ancak böyle durdurabiliriz. Bu mücadeleyi başlattık, Fırat Kalkanı ile başlattık. İdlib operasyonu ile başlattık. Yarın başka operasyonlarla devam ettireceğiz. Sesimizin kısılmasına, dizlerimizin titremesine, kalbimize korku salınmasına izin vermeyeceğiz.
Çokuluslu istilacıların yerleşmeye çalıştığı “Şer Kuşağı”nı imha etmek için Akdeniz’den İran sınırına kadar “Türkiye Kalkanı” tek yoldur..
İbrahim KARAGÜL
Yeni Şafak / 14.10.2017