Irak’ın kuzeyinde Barzani üzerinden yürütülen proje ile Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD üzerinden yürütülen proje tek bir plandır. Kandil’le Erbil aynı çokuluslu müdahaleler zincirinin iki ateşli cephesi olarak tanımlanmıştır.
Irak ve Suriye gibi, Kerkük’le Halep aynı oyunun kurbanlarıdır. İki ülkenin de kuzeyi tam bir tehcire maruz bırakılmakta, bir arındırma planı uygulanmakta, ülkelerimize ve insanlarımıza tamamen yabancı bir düşman kuşak inşa edilmektedir.
Bu iki ülkede, etnik milliyetçilik ve DEAŞ kimliği üzerinden, büyük bir hesap yürütülmekte, şehirlerimize talan ve yıkım taşınmaktadır. Bu terör örgütlerinin tamamı, bölge ülkelerini dize getirmek ve küçültmek için beslenip büyütülmüş ve sahaya sürülmüştür.
Hepsi dış işgalcidir, yabancı orduların tetikçileridir. Mezopotamya ve Anadolu’yu adım adım işgal eden yabancı orduların öncü güçleridir. Bir nevi Birinci Dünya Savaşı dönemi işgal haritası uygulanmaktadır. Bir nevi Haçlıların bölgeye akınına benzer bir istilanın mensuplarıdır.
Irak ve Suriye’de tezgahlanan yıkım, bir adım sonra Türkiye’ye, İran’a, Suudi Arabistan’a yönelecektir. Bu açıktır, niyet de program da nettir. Artık bu gerçeği, bu tehlikeli gelecek planlarını görmemek büyük bir hüsrandır, akılsızlıktır, körlüktür.
Bu tehdidi, hesapları gizlemek ihanettir, bölgedeki bütün milletlere, ülkeleri, insanlara hakarettir. Hal böyle iken, sadece örgütlerin değil, arkalarındaki patronlarının ajandalarını pazarlayanlar, yarın Türkiye’nin bölünmesi için de sahaya sürülecek zihinsel terörün mensuplarıdır.
Türkiye’nin entelektüel camiası, bütün bu olanlar karşısında zihinsel karartma uygularken Bernard Henry Levy, gibi Batılı isimler, kamplarda terörist eğitimlerini denetlemeye gidiyorsa, istilacı güçler bütün unsurlarıyla coğrafyamıza akın ediyorsa, seferber oluyorsa, içeride çok büyük bir mücadele bizi bekliyor demektir.
Onlar bunu yaparken, bizimkiler, işi Kürt meselesine sıkıştırıp, etnik meseleye sıkıştırıp, durumun ne kadar “insancıl” olduğuna dair yazılar döşenmeye, televizyon ekranlarında “haklılık” gerekçeleri üretmeye devam ediyorsa, “içeriden işgal” uzantıları Türkiye için ciddi bir ulusal güvenlik meselesi haline gelmiş demektir.
Bu hat Anadolu’yu savunma hattıdır..
Bugün Suriye’de zannettiğimiz, Irak’ta zannettiğimiz şey aslında Türkiye’nin savaşıdır. Bugün oralarda yapmamız gereken savunma, sadece coğrafyanın bütünlüğünü savunmak için değil, aynı zamanda Anadolu’yu savunmak içindir. Bugün Irak ve Suriye şehirlerini yakan, enkaza çeviren fırtına, yarın Anadolu şehirlerine yönelecektir.
Bugün Suriye ve Irak’ta kuramadığımız savunma hattını yarın Türkiye içlerinde çok ağır bedeller ödeyerek kurmak zorunda kalma ihtimalimiz çok yüksektir; bence ihtimal olmanın dışında bu acı bir gerçektir.
Onlar ‘Türkiye Cephesi’ni açmak için yapıyor bunu..
Bu bilinmektedir, buna göre hazırlık yapılmaktadır ama o malum çevreler bunu da boşa çıkarmak için olağanüstü bir gayret sarfetmektedir. Bu gayretleri tamamen yabancıdır, dışarıdan talimatlıdır, bölgedeki işgallerle bağlantılıdır, ABD-İsrail garnizon planlarının parçasıdır, 15 Temmuz darbe girişiminin patronlarıyla ilişkilidir.
“Aman müdahale etmeyin, ülkeyi savaşa mı sokacaksınız” diyenler, o savaşın yarın Türkiye içlerine servis edileceğini bilmektedir ve Türkiye’yi oyalamak, hareketsiz bırakmak, milletimizi körleştirmek, “Türkiye cephesini açın” talimatı gelene kadar zaman kazanmak için çalışmaktadır.
Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’ın, tarihî gerçeklerle örülü canhıraş konuşmaları ile bu çevrelerin hesapları arasında kıyasıya bir savaş vardır. Çünkü Türkiye’nin millileşmesi ile çokuluslu irade arasında ölümcül bir hesaplaşma vardır.
Sadece son yüzyılın tarihine bir göz atsak, sadece iki akşam bir özet çıkarsak, bugün neler döndüğüne, ne kirli hesaplar yapıldığına dair anlamayacağımız hiçbir nokta kalmayacaktır. Bu tarih özeti bile bize tek başına yol yordam gösterecek, bizi uyandırmaya yetecektir. Siyasilerimize, gazetecilerimize, güvenlik çevrelerimize yol haritası çizecektir.
Bir haritadan söz ediyoruz, hala anlamayan var mı?
Burada bir etnik mesele konuşmuyoruz. Dar ölçekli konjonktürel ilişkileri, dostlukları ya da düşmanlıkları da konuşmuyoruz. Daha yüz yıl bile geçmemişken, bize dayatılan hafızasızlıktan yakınıyoruz. Bu körlüğün önümüzdeki birkaç yıl içinde ülkemize ödeteceği bedeli konuşuyoruz.
PKK/PYD üzerinden yürütülen çokuluslu işgalden, Barzani’nin de eklenmesiyle o hesabın büyütülmesinden, Irak ve Suriye’nin parçalanmasıyla çok daha büyük bir parçalanma haritasının her ülkenin önüne sürüleceğinden söz ediyoruz.
O çok bilmiş, o kibirli adamlar..
İşler böyleyken, o çok bilmiş, o kibirli, o bir takım çevrelerin hesaplarının sözcüleri haline gelmiş insanların ülkemizi, milletimizi uyutmasından, gözlerini kör etmesinden, “o çok değerli akıllarıyla” Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşadığımız her acıyı bir takım kamuflajlar altında yeniden pazarlama girişimlerinden söz ediyoruz.
Sıfır noktasından ülke korunamaz!
Hiçbir devlet tehlikeyi sınırının sıfır noktasında durduramaz. Hiçbir devlet, savaşı kendi içine taşımaya hazırlayanlara müsamaha etmez, edemez. Irak ve Suriye’de olanlara müdahale etmemek, edememek yarın içeride savaşmayı kabullenmek demektir.
Bölgede oluşturulan ve tamamen Türkiye’yi çevreleme amacı güden o terör koridoruna, o ‘İsrail kuşağı’na “Müdahale etmeyin” diyenlere şunu sormak lazım: “Ne yani yarın Sivas’ta, Maraş’ta, Mersin’de mi savaşacağız. Bize bunu mu diyorsunuz?”
Müdahaleden korkarsak Anadolu’yu savunamayız
Bu bir savaş değil vatan savunmasıdır. Afrin’e de, Mümbiç’e de, Ayn el-Arab’a da, Kuzey Irak derinliklerine de müdahale etmek vatan savunmasıdır. Çok daha büyük savaşı engelleme çabasıdır.