18 Eylül 2017 Pazartesi

ŞERİF MARDİN'İN ARDINDAN 2

Şerif Mardin ve Avare Aydın 

YAVUZ Alogan, geçen hafta Şerif Mardin’in emperyalizme ayarlı ideolojik tutum ve yöntemini çözümlerken şu olguyu anımsattı: “1980’lerin başında vaktimin çoğunu İstanbul’da geçiriyordum. Bulunduğum çevrede en çok konuşulan iki isim Şerif Mardin ve Hilmi Yavuz idi.” (Aydınlık, 12.09.17) Bu, ülkemizde 12 Eylül sonrası gericiliğin siyasetten edebiyata hangi zeminde somutlaşıp mahalle baskısına dönüştüğüne ilişkin önemli bir ipucudur. Mardin’in bilim adamı ve düşünür kimliğindeki renk çeşitliliğinin bugün kapkara bir bozgun duygusunda tortulaşması da bu somutlukta aranmalıdır.

KENDİNİN AMACI OLAN NESNELLİK

Gerçekte emperyalizm, Soğuk Savaş’la birlikte Türkiye’yi en geç 2002 seçimlerinde şeriatçı bir ülkeye dönüştürme programını 1946’da yaşama geçirmiş, Yeşil Kuşak Süreci’ne sokmuştu. Türk edebiyatını da memleket edebiyatı çizgisinden saptırıp varoluşçu Sartre’ın bile bağımlı gelişen ülkelere önermediği Avrupa kaçış edebiyatı üzerinden Amerikan etkisine açma çabaları da 1950’lerde hemen başlamıştı. Emperyalizm için o günlerde önemli olan, Türk aydınlarının düşünsel örgüsünde çözülme yaratacak bir ilmek ucu yakalamaktı.

Şerif Mardin, bu uç olmayı başardı: İlk çalışmalarında, bilim için temel ilkeyi “kendinin amacı olan nesnellik” kavramıyla getirdi. Bu ilke, “Kemalizmin ideolojik yanılsamalarından” çıkış arayan sözde Marksistlere “özgür” bir bakış açısı getirirken, postmodernizmin her türlü hurafeyi dolduracağı açık alanın hemen öncesinde sisli bir geçiş alanı oluşturmada kullanıldı.

İlk bakışta, özgürlüğe ve zenginliğe açılan bir karmaşa ve çeşitliliğin arakesiti görünümü verse de, ülkenin uzun erimli çağdaşlık programıyla oluşan kurumsal yapılanma ve geleneğin çözülüp dağılmasından sonraki yönsüzlük ülkeyi tam bir çöküş ve teslimiyet sürecine sokacaktır. Şerif Mardin, Niyazi Berkes’in “tek olumlu saptaması” olarak gördüğü gerçeği, böylece kendisinin ve yıkıcı tüm müttefik ideologların ereğine dönüştürür. “Türkler,” diyordu Berkes, “gerçekten dikkate değer insancıl toplumlar oluşturan insanlar olmakla beraber”, iki olay karşısında kritik bir duruma düşerler: “Ekonomik yaşamları sarsıldığı ya da devletleri sarsıldığı zamanlar. Ekonomileri ya da devletleri yıkıldı mı dağınık, yönsüz bir hale gelirler.”

PİŞMANLIK DÖNGÜSÜNÜN PERGELİ

Türkiye’nin 50 yıllık karma ekonomi ve ulusal devlet kurumsallaşması; emperyalizm cehennemini sevimli gösteren iyi niyetli liberal eleştirilerin ve mazlum gericilik safsatasının resmî olan her şeyi kapsaması doğrultusunda Batı’nın özgürlükçü ve Osmanlının hoşgörücü büyük tarihsel geleneklerinin bileşkesine yaslanarak önceleri usul usul kertilirken, 12 Eylül sonrasında dost ateşlerine gizlenme gereği bile duymaksızın her koldan saldırıya uğratılır.

Aydınların Cumhuriyet’le başlayan halklaşma sürecinde oluşturduğu geleneği çağdaş aydınlanma ve emek çizgisinde ilerletme yönündeki düşünsel ve sanatsal yaratıcılık, “bilginin kendi için nesnelliği” adına sendeletilince, sözüm ona yerli gelenek adına, Şerif Mardin ve Hilmi Yavuz gibilerce yalnızca din afyonuna bulanmış olgular, artık her düzeyde kalemşorun kullandığı çerezlere dönüşür.

Yeni Dünya Düzeni’yle Şahin Alpay, topluma karşı açık düşmanlığı Popper’in felsefi bağlamıyla üstlenirken; sürecin estetik programını Varlık Dergisi’nde yaşama geçirmek ve “Türk edebiyatının yatağını değiştirmek” üzere, Hasan Bülent Kahraman da Herkül kahramanlığına soyunur. Selim İleri, Zaman’da Hilmi Yavuz’un ayartmasıyla dolgu işlevi gören yazarların en parlak örneğini verir.

Yüzlerce aydınımızın balıklama üstüne atladığı, “özgürlük arayışı niyetine Şerif Mardin’in aydındaki vicdan ve şeytan kesişmesine ilişkin” belirlemelerini de bu ışık altında okumak gerekir. Son bakışta, Türk çağdaş düşünce yaşamında Peyami Safa’dan beri avare aydınlarda süregelen pişmanlık döngüsünün pergeli de bu ayaklarla iş görüyor. Lenin, “gerçek, devrimcidir” demişti. Gerçek, bütün kaotik bulandırmaların er geç üstesinden gelir.

Seyyit NEZİR
Aydınlık/18.09.2017