21 Eylül 2017 Perşembe

Devrimci Mücadelenin İki Düzlemi

EYLEME geçen düşünce saflığını koruyamaz. Her şart altında saflığını korumayı amaçlayan bir düşünce de eyleme geçemez. Bir noktaya kazık çakıp tarihin o noktaya doğru gelişmesini bekleyenler hayatlarının sonuna kadar kendi düşüncelerinin bekçiliğini yaparlar. 

Elbette bu hareketsizlikte tutarlı bir yan vardır. Fakat bu tutarlılığın bedeli iki bakımdan çok ağır olabilir: Birincisi, tarih hızlanırken hareketsiz ve tutarlı kalanlar zamanla olayların seyircisi durumuna düşerler ve somut koşullar değiştikçe görünmez olurlar; ikincisi, kendilerini akıllarının ucundan bile geçmeyen koşullarda, varlıklarının inkârı anlamına gelen bir durumda bulurlar. Birincisine örnek, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde görülen, “demokrasi” adına Suriye’de Esat karşıtlarını ya da Ukrayna’da işbirlikçi hareketleri destekleyen, 1940’lardan kalma marksist gruplardır; ikincisine örnek, Irak’ta Koalisyon güçleriyle işbirliği yapan Irak Komünist Partisi’dir.

Tarihin şimdiki akış istikameti ülkemizdeki sosyalist solun iki düzlemde mücadele etmesini gerektiriyor: Emperyalizme karşı ve gericiliğe karşı. Yükselen bir işçi hareketi yok (hep bekleniyor ama yapısal/örgütsel ve ideolojik nedenlerden ötürü bir türlü gerçekleşmiyor). Verilen mücadeleler daha ziyade 1980 öncesinden kalma dağınık güçlerin fırsat kollamasından ya da 2007’de ve 2013’te gericiliğe karşı yükselen kitle hareketlerinin artçı sarsıntılarından ibaret. Bu koşullarda süreklilik ve birleşmeden çok emperyalizmin saldırısı ve gericiliğin baskısı altında kesintiler ve dağılmalar görülüyor.

Sisteme bağlı iki cephe oluşmuş durumda. Bir yanda, CHP yönetimi-PKK/HDP- merkez partisi girişimi-her türlü FETÖcü; öte yanda, Saray-MHP-Devlet’in baskı aygıtlarının büyük bir bölümü. Birincisini ABD denetliyor ve yönlendiriyor. Öte tarafta MHP hızla eriyor. Devlet’in şimdilik ayakta tuttuğu Saray ise uluslararası alanda hızla Noriega ve Saddam konumuna doğru itiliyor. Mevcut siyasi iktidar Türkiye’nin küresel müttefiklerini değiştirebilecek güce, ülkeyi bölmek isteyen güçlere karşı Devlet’in ve halkın güvenilir temsilcisi olma niteliğine sahip değil. Sahip değil, çünkü dış politikada deneysel ve pazarlıkçı; iç politikada ise “çözüm süreci” gibi bedeli çok ağır olan tutarsızlıkların faili. Üstelik sınıfsal tabanı, yani yoktan var ettiği zenginler sınıfı, neoliberal iktisat politikalarını terk edip kamusal ve planlı ekonomiye geçmesine izin vermeyecektir.

Bu iki cephenin tabanında yer alan ve aynı zamanda kendisini arada sıkışmış hisseden, hem bölücülüğe/bölücülere hem de ümmetçiliğe/tarikat cemaat hâkimiyetine karşı olan çok geniş bir kitle var. 2007’de ve 2013’te sokakları dolduran milyonlarca insan buharlaşmadı herhalde. O kitlenin içinde CHP üyesi, merkez sağcı, sosyalist, MHP’li, TGB’li, her görüşten insan vardı. Laiklik başta olmak üzere cumhuriyet değerlerinde birleşmiş bir kitleydi.

Cumhuriyet devrimlerine bağlı bu muazzam kitleyi CHP-HDP’nin işbirlikçi çizgisine ya da merkez partisi gibi oluşumlara kanalize ederek sisteme geri dönüştürmeye çalışan güçlere karşı üçüncü bir siyasi çizginin oluşması gerekir. Siz ülke çapında Mustafa Kemal Yürüyüşü yapmazsanız birileri HDP’yle kol kola “adalet” yürüyüşü yapar. Emperyalizme karşı ümmetçilerle ya da ümmetçilere karşı emperyalizmle iş tutmayan siyasi bir kurucu irade oluşmazsa ülke felakete sürüklenecektir. Bunca patlayıcı madde uzun süre bir arada kalamaz.

Yavuz ALOGAN
Aydınlık/16.09.2017