6 Şubat 2017 Pazartesi

AKP Seçmeni Çantada Keklik mi?

Türkiye 6 Eylül 1987’de bir referanduma gitti. Konu 12 Eylül darbesi ile siyaset yapmaları yasaklanan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş gibi liderlerin yeniden siyasete dönmelerine evet mi hayır mı denileceğiydi. Başbakan Turgut Özal “hayır” diyordu.
Özal çok güçlüydü, karizması doruktaydı. Başında bulunduğu Anavatan Partisi, dört yıl önceki genel seçimlerde oyların yüzde kırk beşini almış ve hükümeti tek başına kurmuştu. Seçeneksizdi. Özal ile birlikte ülke “çağ atlamış”, iç çatışmayla geçen yılların ataletini üzerinden atarak bir “büyüme” dönemine girmişti. Seçmenleri Özal’a adeta tapıyorlardı. Bu koşullarda ANAP’ın onlarca yıl tek başına ülkeyi yöneteceği öngörülmekteydi.
Özal bütün gücüyle hayır sonucu çıkması için yüklendi. Devletin imkânları bu amaçla kullanıldı. Muhaliflerin propaganda yapmaları zorlaştırıldı. Basın kontrol altına alınmaya çalışıldı. Ama seçmen “evet” dedi. Siyasi yasaklar kaldırıldı. Elindeki bütün imkânlara rağmen Özal’ın gücü yetmemişti.
Referandumlarda temel mesele seçmenin yeniden harmanlanmasıdır. Parti ve lider tercihlerinin ötesinde işleyen dinamikler devreye girer. Her iki kesimde de şu veya bu oranda karşı tarafa doğru oy kaybı ve karşı taraftan kazanılan oylar söz konusu olur. 1987’de ANAP seçmeninin bir kısmı, Özal’a duyduğu bağlılık ile onun kişisel kanaat ve beklentilerini millete dayatmaya çalışması arasında bir ayrım yaparak oy kullanmıştı.
ANAP’a oy veren seçmenlerin bir kısmı sadece birkaç yıl önce Demirel’e, Ecevit’e ve diğerlerine oy vermişlerdi. Onların ülkedeki bütün melanetlerin sorumlusu olduklarına, yeniden siyaset yapma hakkı kazanmaları halinde ülkeyi kaosa sürükleyeceklerine inanmadılar. Buna karşılık ANAP’a oy vermemiş bir grup seçmen, eskiden oy verdiği liderlerin yeniden eski defterleri açabileceğinden çekindi ve buna uygun oy verdi.
Önümüzdeki referandumda AKP’nin yapması gereken tek şey, seçmenlerine ve diğer toplum kesimlerine anlatması gereken tek bir konu var: Arkada kalan on beş yılda tek başına hükümet olmasına rağmen ne yapılamadı? Parlamentoyu hukuken işlevsiz hale getirip, yargıyı başkanın eline teslim ettikten ve başkanı da denetlenemez hale getirdikten sonra daha önce başaramadığımız neyi başaracağız?
Bugün Türkiye’de siyasal partiler zemininde kurumsal olarak referandumdan evet çıkması için irade beyan eden en önemli ve hatta tek güç AKP’dir. Bu durum AKP açısından büyük zorluk oluşturuyor. Çünkü oylamaya sunulan konunun milletin geleceği ile ilgili ortak bir sorun değil, bir partinin kendi meselesini millete dayatması sorunu olarak algılanması kolaylaşıyor. AKP’nin özellikle merkez sağ kökenli, eğitimli ve kentli seçmenleri içinde sandığa gitmeme ya da hayır oyu verme eğilimini teşvik edici bir durum bu. Geriye kalan bütün partilerin parlamenter rejimin ortadan kaldırılmasına karşı oldukları görülüyor. Bu koşullarda AKP’nin referandumda halkın iradesine sunulacak meselenin gerçekte milletin meselesi olduğu algısını desteklemek adına MHP’nin desteğine olan ihtiyacı yaşamsal önemde.
Oysa bütün veriler, MHP’nin genel merkez yönetiminin kendi tabanını temsil etme yeteneğini kaybettiğini gösteriyor. Partiyi temsil etme yetkisini hukuki olarak elinde tutmayı sürdürüyor olsa da MHP yönetimi iyileşmiş bir yarayı örten ve sökülüp atılmayı bekleyen bir kabuk gibi köksüz vaziyette.
AKP seçmeni, siyasal İslamcı tezlerle gözü dönmüş, hiçbir zaman demokrasi ve birlikte yaşama diye bir derdi olmamış ya da bunların neden yaşamsal önemde olduğunu idrak edemeyecek kadar cahil insanlardan oluşmuyor. AKP 1 Kasım 2015’te yirmi üç milyon altı yüz bin seçmenin oyunu aldı. Yani bu partinin seçmeni heterojen bir yapı arzediyor. Bu kadar yüksek bir temsil düzeyi yakalamış olması, referandum türünden olaylarda sanılandan daha büyük bir engel yaratır. Bir başka deyişle bu rakam referandumda “evet” oyları için bir başlangıç noktası değil. AKP’nin seçmenlerinin bu partiye oy vermesinin nedenleri ile Erdoğan’ın kişisel beklentilerinin millete dayatılması karşısında alacakları tutum arasında fark var.
Nitekim “evet” cephesinden gelen ilk çıkışlara bakıldığında “güçlü Türkiye için” vurgusunun öne çıktığı görülüyor. Bazı kanaat önderleri ve yurttaşlar, görüşlerini ifade ettikleri mecralarda, evet oyu verecek olmalarının yegâne gerekçesi olarak “güçlü Türkiye” sloganını ileri sürüyorlar. Zaten güçlü olan yürütmeyi daha da güçlü ve üstelik denetlenemez hale getirmenin neden ve nasıl güçlü bir Türkiye yaratacağını kimse açıklayamıyor.
Erdoğan, tıpkı Özal gibi, ne kadar çok oy almış olursa olsun, devletin imkânlarını parti çıkarları için ne kadar kullanırsa kullansın, değişmeyecek bir gerçek var: Referandumlar iktidardaki partilerin fantezilerinin millete dayatılmasına vesile olan değil, milletin bugününe ve geleceğine ilişkin olaylardır. Milli kararlar, kişisellik ve keyfilik kaldırmaz. AKP’ye oy vermiş ve vermeyi sürdürecek olan ancak toplumsal sorumluluk duygusunu kaybetmemiş milyonlarca seçmeni “çantada keklik” olarak görmek büyük yanılgı olur.
Atakan HATİPOĞLU
Aydınlık/05.02.2017