6 Şubat 2017 Pazartesi

Vesayetin Alası: AKP Vesayeti

Vesayetin oluşumu
Vesayet, Arapça asıllı “vasi” sözcüğünden türemiş, Türkçe anlamı ise “kendi kararlarını veremeyen kimselerin yerine, o kimse adına karar verme yetkisine sahip olan kimse”.
“Vesayet” sözcüğü AKP’nin siyaset arenasına çıktığı günden beri propaganda için kullandığı temel motivasyon kaynaklarının başında geliyor. Anadolu Türk halk kültüründeki  “temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak” deyimi,  AKP’nin “vesayet” sözcüğüyle ilişkisini pek özlü tanımlıyor. AKP karşısında konumlanan herkesi “vesayetçi”  ve yapacaklarına direnen her şeyi de “vesayet” olarak itham ediyor.
3 Kasım 2002 yılında hükümet olan AKP, her dönem farklı politik kılıflara büründü ve farklı ittifaklara dayandı. Nesnel olarak AKP’yi üç döneme ayırmak mümkün:
*2002-2007 dönemi
*2007-2012 dönemi
*2012’den bu yana süregelen ve içinde olduğumuz dönem
AKP bütün bu dönemlerde, mütemadiyen “mağdurdu” ve  “vesayetle” savaşıyordu.  AKP’ye göre, AKP’nin çalışmaları ve yönelimleri  “vesayet” tarafından kesintisiz bir biçimde engelleniyordu.
Kemalist vesayete karşı “büyük ittifak”(2002-2007)
AKP, 2002’de geniş bir cepheyi temsilen hükümet oldu. Cephenin içinde tarikat ve cemaatlerin neredeyse tamamı vardı. Başta Fetullahçılık olmak üzere, Türkiye’de faaliyet yürüten, irili ufaklı bütün tarikatlar cepheye dahildi.  Ortaçağ güçleri AKP sayesinde Atatürk Türkiyesi’ne karşı, bugüne kadarki en büyük saldırı için atağa geçti.
“Benim başörtülü bacım, 28 Şubat yüzünden üniversiteye giremedi” söylemi, AKP’nin ilk dönemki “Kemalist vesayete” karşı yürüttüğü mücadelenin ana motivasyon kaynağıydı.
Türkiye ve Kemalizm düşmanlığıyla nam salmış; eski solcu, dönek ve liberal takımı bu cephenin “entelektüel” ve “modern” yüzünü temsil etti. Hatta bu cephe, AKP’yi topluma, dönemsel olarak “demokrasi” havarisi olarak sundu. Keza, AKP’nin kurduğu “Kemalist vesayete” karşı mücadele cephesinin, “bir kadın memesine memleketi satan” bu liberaller takımı daha ileride, 2010 referandumunda “yetmez ama evetçi” unvanına nail olacaktı.
Ekonomik açıdan da emperyalizme bağımlı olan Türkiye’deki mafyatik örgütlenme de, AKP’nin kurduğu cephede yerini aldı.
AKP bu dönemde Anayasa Mahkemesi tarafından “laiklik karşıtlığının odağı” ilan edildi. AKP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması Fetullahçıların büyük çabasıyla engellendi.
2002-2007 dönemi, Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu Projesi eşbaşkanlığı görevinin de başlangıcıydı. KKTC’nin Batı’ya karşı direnişinde, direnişin simge ismi Rauf Denktaş AKP tarafından bu dönemde devre dışı bırakıldı.
Cumhuriyet’in tasfiyesi(2007-2012)
AKP’nin, “Kemalist vesayete” karşı eylemli saldırısı aslen 2007-2012 dönemine rast geliyor. Bu dönem, devletin bütün erklerinin Fetullahçı çeteye açıldığı dönemdi. AKP, “Kemalist vesayete” karşı; emniyetten, yargıya, yargıdan orduya, ordudan medyaya her şeyi Fetullahçı çetenin “sızmasına” değil, yerleşmesine açmıştı. TSK’ya ve yurtseverlere karşı Ergenekon tertipleri keza bu dönemde yapıldı.
2010 referandumu bu dönemin en can alıcı olayıydı. Zira; Erdoğan AKP’sinin Fettullahçı çete ve liberallerle birlikte “Kemalist vesayete son” mücadelesinin en somut hali 2010 referandumuydu. Yargı’daki “Kemalist vesayet “ sona erecekti ve “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” tesis edilecekti ki, nitekim istedikleri oldu. Yargı, Fetullah Gülen’in denetimine girdi.
2008’de Bakan Beşir Atalay ve MİT müsteşarı Hakan Fidan, AKP tarafından görevlendirilerek, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesini PKK’ya terk eden “açılım” ya da “çözüm” süreci başlatıldı. PKK’nın en fazla palazlandığı ve şehirlerin altlarını bombalarla döşediği dönemdi. MİT müsteşarı Fidan, bölgede PKK çalışmalarına sorun çıkaran devlet görevlilerini PKK’lılar aracılıyla fişliyor ve görevlerinden uzaklaşıyordu.
2007-2012 yılları “vesayete”  karşı mücadelenin en yoğun yaşandığı dönemdi.
İşler tersine dönüyor(2012’den günümüze)
AKP’nin son dönemi, “Kemalist vesayete” karşı, başta kurduğu cephenin dağıldığı ve AKP’nin saf değiştirmek zorunda kaldığı dönemdir.  
ABD’nin bir savaş hükümeti olarak, 2003 Irak işgali öncesi bölgede Türkiye’deki varlığını güçlendirmek için desteklediği AKP, 2012’de gelindiğinde ABD’nin bölgesel çıkarları açısında işlevsiz ve hatta engelleyici bir unsur hale gelmişti. Zira Erdoğan, ABD’ye göre haddinden fazla güçlenmişti ve Erdoğan AKP’si bölgede “oynak” bir dış politika izliyordu. ABD ile “müttefiklik” ilişkisini sürdürürken bir yandan da Çin, Rusya ve İran’la ilişki kuruluyordu. ABD; Erdoğan’ı bu süreçte, deyim yerindeyse “çizdi”. ABD bölgedeki nihai hedefi olan 2. İsrail planı için harekete geçti. 2. İsrail, Türkiye’nin güneyini, Irak ve Suriye’nin ise kuzeyini bölüp, kukla bir “Kürdistan” kurmakla mümkündü. ABD,  70 yıllık “ileri karakolu” Türkiye’den 2. İsrail’in kurulması için vazgeçti. ABD bölgede, Türkiye’deki hükümet yerine, PKK/PYD ve Fethullaçı çeteyi esas aldı.
Fetullah’la ayrışma ve mücadele MİT tırları kriziyle ortaya çıktı, 17-25 Aralık’la devam etti ve 15 Temmuz darbe girişimiyle doruğa çıktı.
PKK ile mücadele ise PKK’nın “ayaklanma” çağrısı yapması ve ABD’nin bölgede AKP hükümetini değil, PKK’yı esas aldığının anlaşılmasıyla, 24 Temmuz 2015’te başladı.
Başkanlık sistemi: Yıkıp, yenisini kuramamanın sancısı
AKP, kuruluşundaki müttefikleri ve yandaşlarıyla Cumhuriyet kazanımlarını ya da Atatürk Devrimi’ni devlet katından tasfiye etti ama yıktığının yerine, yenisini kuramadı.
AKP’nin kurucu bir misyonu yok, yıkıcı bir misyonu var. Politik ufku yok, dağın ardını göremiyor. Programı yok, ideolojisi yok. AKP telakkisinin bildiği tek şey; takıyye ve faydacılık, şirket gibi. Örneğin; 2023 gibi bir hedefi  var ama 2023’te ne olacağını Erdoğan dahi bilmiyor.
 Nabza göre şerbet vermek baş politik “taktikleri”. Strateji yok. Salt Erdoğan var. Bu nedenlerden dolayı AKP’nin bir geleceği yok. Ancak ülkemizin emperyalist terör saldırıları ve ekonomik tehditler yaşadığı bir politik ortamda, AKP’nin, Türkiye’nin varlığını tehdit eden ve milleti kamplara ayıran saltanat hayalleri ülkemizi daha da zora sokuyor.
Hamaset ve tehdit
Bugün gelinen nokta gerçek bir trajedi. AKP; mafya bozuntularının, futbolcuların, popçuların ve padişah torunlarının “evet” çağrıları eşliğinde, yine “vesayete”  karşı ve bu sefer, “Gülenist ve Kemalist vesayete” karşı  bir kampanya başlattı.
AKP’nin köşe yazarları, TV programcıları ve “entelleri” yapılacak referanduma ilişkin propagandalarında, hamaset ve tehdit dışında hiçbir şeye başvurmuyorlar. “Vesayet” zırvası üzerinden,  boş teneke misali gürültü çıkarıyorlar.
Vesayet asıl şimdi
AKP’nin millete dayattığı anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi, ülkemizi geri dönüşü olmayan bir kaosa sürüklüyor. Türkiye’ye bir deli gömleği giydirilmeye çalışılıyor. Milletin özgür, bağımsız ve çağdaş yaşama iradesinin çiğnenmesine kılıf hazırlanıyor.
Olası anayasa değişikliğiyle ve başkanlık sisteminin gelmesiyle birlikte meclisin yürütmeyi denetleyen yetkileri ortadan kalkacak, milletin yegane temsilcisi TBMM fiilen işlevsizleşecek.
Mevcut Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı, 184 milletvekilinin önergesiyle sadece vatana ihanet suçlamasıyla yargılanabiliyor.
Yeni düzenlemede Cumhurbaşkanı’nın göreviyle ya da vatana ihanet konusuyla yargılanabilmesi önce 360 milletvekilinin oyunu gerektiriyor. Cumhurbaşkanı’nın Yüce Divan’a suçlanarak sevk edilebilmesi için 400 milletvekilinin oyu gerek.
Cumhurbaşkanı, olağanüstü hal ilan edildiği takdirde kişisel haklara ilişkin her türlü düzenlemeyi de kararnameler ile yürütebilecek. Cumhurbaşkanı’nın kendi atayacağı, seçimle gelmeyen yardımcıları ve bakanları da aynı koruma kalkanına sahipler. Ülkeyi milletin vekilleri değil, başkanın keyfine göre belirlediği “adamlar” yönetecek.
Bugünkü sistemde kanun ile kurulabilen bakanlıklar, yeni il ya da yeni idari bölgeler yaratılması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle olacak ve Meclis’in bunu denetleme olanağı yok. TBMM’ye darbecilerin veremediği hasarı yeni düzenleme veriyor. TBMM, hükümet marifetiyle fiilen feshediyor.
12 Eylül Anayasası ile tırpanlanan yargı bağımsızlığı ve güçler ayrılığı, 2010 yılında Gülen’e devredilerek ağır bir darbe almıştı. Şimdi ise yargı, Devlet Bahçeli’nin “koltuk değneği” rolüyle başkana,  yani “tek adama” bağlanıyor.  Artık, Erdoğan’ın nefret ettiği ve nefret duygularını ifade etmekten hiçbir zaman çekinmediği güçler ayrılığı( yasama, yürütme, yargı) olmayacak, güçler birliği başkanda toplanacak. “Başkan” her şeye kadir olacak.
Aklı ve vicdanı olan herkese soruyoruz: Vesayeti kim kuruyor, demokrasiyi kim felç ediyor, üstünlerin hukukunu kim tesis ediyor?
Sonuç olarak; vesayetin alası ya da daniskası, kuralsızlık ve adaletsizlik üzerine yükselen; 15 yıl ilmek ilmek örülen AKP vesayetidir.
Kerem YILDIRIM
Aydınlık/05.02.2017