Suriye’nin istikrarsızlaştırılması ve Büyük Ortadoğu Savaşı
İngilizce’den çeviren: Onurcan Ülker
TEORİ Yazı Kurulu Üyesi
(Orijinal Metin: http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=25312)
Suriye’de, içlerinde ABD, İsrail ve Türkiye’nin bulunduğu yabancı güçler tarafından örtülü bir biçimde desteklenen bir silahlı ayaklanma ortaya çıktı. İslamcı örgütlere mensup silahlı isyancılar, ülkeye, Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırlarından geçerek giriyorlar. ABD Dışişleri Bakanlığı da, ayaklanmayı desteklediğini açıkladı. Birleşik Devletler, ülkede bir rejim değişikliği gerçekleşmesini uman Suriyelilerle bağlantılarını genişletiyor. Bu durum, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Victoria Nuland tarafından açıklandı. Kendisi, “Ülkenin gerek içinde, gerekse dışında bulunan, değişim çağrısı yapan Suriyelilerle irtibatlarımızı genişletmeye başladık” diyor. Nuland ayrıca, Barack Obama’nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a, daha önce, reformları başlatma ya da iktidardan çekilme çağrısı yaptığını da tekrarladı (Voice of Russia/Rusya’nın Sesi, 17 Haziran 2011). Egemen birer devlet olarak Suriye ve Lübnan’ın istikrarsızlaştırılmaları, ABD-NATO-İsrail askeri ittifakının en az on yıldır hedef tahtasında bulunuyor.
Suriye’ye dönük harekât, bir “askeri yol haritası”nın, bir askeri operasyonlar zincirinin bir halkası. NATO önceki komutanı General Wesley Clark’a*** göre Pentagon, Irak, Libya, Suriye ve Lübnan’ı, açık biçimde, olası bir ABD-NATO müdahalesinin hedef ülkeleri olarak tanımlamıştı: “Irak ile başlayıp, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan ile devam edecek olan beş yıllık savaş planı, toplamda yedi ülkeyi kapsıyor” (Sözlerin sahibi, General Wesley Clark’ın aktardığı üzere, bir Pentagon yetkilisidir). Modern Savaşları Kazanmak [Winning Modern Wars] adlı kitabında, General Wesley Clark şunları ifade ediyor (sayfa 130):
“2001 Kasımı’nda Pentagon’a döndüğümde, üst düzey bir askeri yetkiliyle sohbet etme fırsatım oldu. ‘Evet, halen Irak’taki işi sürdürmekle meşgulüz’, diyordu. Ancak dahası da vardı. ‘Bu, beş yıllık savaş planının bir parçası olarak tartışılıyordu’, diyordu ve ‘Irak ile başlayıp, Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali ve Sudan ile devam edecek olan beş yıllık savaş planı, toplamda yedi ülkeyi kapsıyor’.
“(…) Bunları, bu vizyona mesafeli durarak, bir serzeniş, hatta daha ziyade inançsızlık içerisinde ifade etti. Konuyu değiştirdim, zira duymak istediğim şey bu değildi. Dahası bu, ileride görmek istediğim şey de değildi… Öğleden sonra, Pentagon’u kaygı içerisinde terk ettim”.
Amaç, Suriye Devleti’ni istikrarsızlaştırmak ve İslamcı milislerin yürüttüğü silahlı ayaklanmayı el altından destekleyerek bir “rejim değişikliği” gerçekleştirmektir. Sivil ölümlerine ilişkin raporlar da, bahane yaratmak ve “Koruma Sorumluluğu” ilkesine atfen yapılacak bir “insani” müdahaleyi temize çıkarmak için kullanılıyor.
Medya dezenformasyonu
Üstü kapalı olarak kabul edilen [meşru yönetime karşı] silahlı bir ayaklanma olduğu olgusu, Batı medyası tarafından umursamaz biçimde görmezden geliniyor. Bu olgu kabul edilseydi ve incelenseydi, yayılmakta olan olaylara dönük kavrayışımız bütünüyle farklı olurdu. Bolca dillendirilen ise, silahlı kuvvetlerin ve polisin sivil eylemcileri ayrım gözetmeksizin katlettiğidir. Oysa basında çıkan haberler, eylemler başladığından bu yana, silahlı isyancılar ve polis arasında yaşanan çatışmalarda, her iki tarafın kayıp verdiğini de doğrulamaktadır. Ayaklanma, Mart ortasında, Ürdün sınırına 10 km. uzaklıktaki sınır şehri Daraa’da başlamıştı. 18 Mart’ta gerçekleşen Daraa “protesto hareketi”, her yönüyle tertiplenmiş bir olaydı; İslamcı teröristler, büyük olasılıkla, MOSSAD ve/veya Batılı istihbarat servislerince gizlice desteklenmişti. Hükümet kaynakları, (İsrail tarafından desteklenen) köktenci Selefi grupların rolüne dikkat çekiyor. Başka haberlerde ise, Suudi Arabistan’ın protesto hareketinin finanse edilmesinde üstlendiği role işaret ediliyor. 17–18 Mart tarihlerinde gerçekleşen Daraa’daki ilk şiddetli çatışmaları takip eden haftalarda açıkça ortaya çıkmıştır ki, cepheleşmenin taraflarından biri polis ve silahlı kuvvetler, diğeri ise protesto hareketine sızmış silahlı terörist unsurlar ve keskin nişancılardı. Bu çatışmaya ilişkin ilk haberlerde açıkça görülüyor ki, göstericilerin çoğu gösterici değil, fakat kasten cinayet ve kundakçılığa karışan birer teröristti. İsrail haber bültenlerine yansıyan başlık, neler yaşandığını özetliyor: “Suriye: Yedi Polis Öldürüldü”, “Eylemlerde Binalar Ateşe Verildi”.
Türkiye’nin rolü
Şu anda ayaklanmanın merkezi, Türkiye sınırına 10 km. uzaklıktaki küçük bir sınır şehri olan Cisreşşuğur’a kaymış durumda. Cisreşşuğur’un nüfusu 44.000. Silahlı isyancılar, sınırı geçerek Türkiye’den geldiler. Müslüman Kardeşler üyelerinin cephaneyi, kuzeybatı Suriye’de teslim aldıkları bildiriliyor. Türk ordusu ve istihbaratının buradaki baskınları desteklediğine ilişkin belirtiler var.
MB Rebels at Jisr al Choughour
Cisreşşuğur’da, hiçbir kitlesel sivil protesto hareketi yoktu. Denilebilir ki, yerel nüfus, iki ateş arasında kaldı. Silahlı isyancılar ve hükümet güçleri arasındaki çatışma, medya ilgisinin merkezine oturan mülteci krizinin tetiklenmesine yol açtı. Buna karşılık, belli başlı toplumsal hareketlerin merkezi olan ülkenin başkenti Şam’da, muhalefetten ziyade hükümeti destekleyen kitlesel gösteriler yapıldı.
Başkan Beşar Esad, üstünkörü bir biçimde Tunus Devlet Başkanı Bin Ali ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ile karşılaştırılmaktadır. Rejimin otoriter karakterine karşın Başkan Esad’ın Suriye halkının yaygın desteğe sahip popüler bir figür olması, genel medyanın her sözünü edişte başarısız olduğu bir [çelişmeli] durumdur.
29 Mart’ta Şam’da yapılan büyük gösteriye Başkan Esad’ın “on binlerce destekçisi”nin katılmasından, hemen hemen hiç söz edilmedi. Fakat Batı medyası, benzeri görülmedik bir çarpıtmaya imza atarak, çeşitli hükümet yanlısı eylemlerin fotoğraf ve video çekimlerini, uluslararası kamuoyunu Başkan Esad’ın kitlesel hükümet karşıtı gösterilerle karşılaştığına ikna etme gayretinde kullandı.
15 Haziran’da binlerce kişi, Şam’ın en belli başlı ana caddesinde, 2,3 kilometrelik bir Suriye bayrağı taşıyarak, kilometrelerce toplu yürüyüş yaptı. Medya, gösteriyi kabul etti etmesine, ama bunu umursamazlıkla geçiştirdi.
Her ne kadar Suriye rejimi, hiçbir biçimde demokratik olmasa da, ABD-NATO-İsrail askeri ittifakının amacı da demokrasiyi ilerletmek değildir. Hatta tam tersidir. Washington’un niyeti, son tahlilde bir kukla rejim kurmaktır.
Medya dezenformasyonunun amacı, Başkan Esad’ı şeytanlaştırmak ve esas olarak da, laik bir devlet olan Suriye’yi istikrarsızlaştırmaktır. Esas amaca, çeşitli İslamcı örgütler gizli bir biçimde desteklenerek ulaşılmak isteniyor: “Suriye, yurttaşlarına karşı kaba güç kullanan otoriter bir oligarşi tarafından yönetiliyor. Ancak Suriye’deki ayaklanmalar karmaşık. Bunları, içten özgürlük ve demokrasi arayışları olarak değerlendirmek olanaksız. Suriye’deki ayaklanmalar, ABD ve AB’nin Suriye önderliğini baskı altına almaya ve sindirmeye dönük girişimlerinden biri olmuştur. Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün ve 14 Mart İttifakı, silahlı ayaklanmanın desteklenmesinde rol oynadı.
“Suriye’deki şiddet, iç gerilimlerden çıkar sağlama amacıyla, dış güçler tarafından körükleniyor… Suriye Ordusu’nun şiddetli tepkisi bir yana, medya yalanlarına başvuruluyor, düzmece videolar havada uçuşuyor. Suriyeli muhalefet gruplarına, ABD ve AB tarafından para ve silah akıtılıyor… Bir taraftan Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye zulalara gizlenmiş silahlar sokulurken, öte taraftan uğursuz ve halkın sevmediği yurtdışındaki Suriyeli muhalif kişilere parasal kaynak sağlanıyor.”
İsrail-Türkiye ortak askeri ve istihbarat anlaşması
İstikrarsızlaştırma sürecinin jeopolitiği geniş kapsamlıdır. Türkiye, isyancıların destekçileri arasındadır.
Türk hükümeti, silahlı ayaklanmayı destekleyen sürgündeki Suriyeli muhalif grupları resmen tanıdı. Türkiye ayrıca Şam’a, Washington’un rejim değişikliği taleplerine boyun eğmesi yönünde baskı da yapıyor.
Türkiye, NATO’nun etkili askeri güce sahip bir üyesidir. Dahası, İsrail ile Türkiye arasında, uzun süredir yürürlükte olan ve açıkça doğrudan Suriye’yi hedef alan bir askeri-istihbarat ortaklığı anlaşması var.
“(…) 1993 tarihli bir Mutabakat Zaptı, sözde bölgesel tehditlere karşı devreye sokulacak (İsrail-Türk) “ortak komiteleri” kurulmasına yol açtı. Bu zapta göre, Türkiye ve İsrail, ‘Suriye, İran ve Irak’a dönük istihbarat toplamada işbirliği ile terörizm ve bu ülkelerin askeri olanakları ile ilgili değerlendirmelerini paylaşmak üzere düzenli olarak bir araya gelme’ konularında anlaştı.
“Türkiye, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF-Israel Defence Forces) ve İsrail güvenlik güçlerinin, Suriye ve İran hakkında, Türkiye üzerinden elektronik istihbarat toplamalarına izin vermeyi kabul etti. Karşılığında İsrail, Türk güvenlik güçlerine, Suriye, Irak ve İran sınırları boyunca yürüttüğü teröre karşı savaşta donanım ve eğitim desteği sundu.
(…)
“Zaten daha Clinton yönetimi zamanında, ABD, İsrail ve Türkiye arasında bir üçlü askeri ittifak ortaya çıkmıştı. ABD Genelkurmay personeli güdümündeki bu “üçlü ittifak”, bu üç ülke arasındaki Büyük Ortadoğu’ya yönelik askeri komuta kararlarını bütünleştiriyor ve eşgüdümlüyor. Tel Aviv ve Ankara arasındaki güçlü bir karşılıklı askeri ilişkinin eşlik ettiği bu ittifak, sırasıyla ABD, İsrail ve Türkiye arasındaki yakın askeri bağlara dayanmaktadır.
“Üçlü ittifak ayrıca, ‘terörizme karşı mücadele ve ortak askeri tatbikatlar’ gibi ‘ortak ilgi alanına giren’ pek çok konuda, 2005 NATO-İsrail eşgüdüm anlaşması ile birleştirilmiştir. İsrail ordusu, NATO ile kurulan bu askeri eşgüdüm bağlarını, ‘başta İran ve Suriye olmak üzere, kendisini tehdit eden potansiyel düşmanlara karşı İsrail’in caydırıcılık kapasitesini arttırma’nın bir aracı olarak görüyor.”
Silahlı isyancıların Türkiye ve Ürdün kanalıyla gizli bir biçimde desteklenmeleri, hiç şüphesiz ortak İsrail-Türkiye askeri ve istihbarat anlaşması çerçevesinde koordine edilmektedir.
Tehlikeli kavşaklar: Büyük Ortadoğu Savaşı
İsrail ve NATO, 2005 yılında geniş kapsamlı bir askeri işbirliği anlaşması imzaladı. Bu anlaşma uyarınca, İsrail, NATO’nun de facto bir üyesi sayıldı. Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon başlatıldığı takdirde, İsrail büyük olasılıkla (NATO-İsrail karşılıklı anlaşmasına dayanarak), NATO güçlerinin yanında askeri girişimlere katılacaktır. Türkiye de etkin bir askeri rol oynayacaktır.
Uydurma insani gerekçelerle başlatılacak Suriye’ye dönük bir askeri müdahale, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan Orta Asya’ya, Doğu Akdeniz’den Çin’in Afganistan ve Pakistan ile olan Batı sınırına kadar uzanan geniş bir alan üzerinde ABD-NATO liderliğinde savaş tırmanışını başlatacaktır. Bu durum bir yandan Lübnan, Ürdün ve Filistin’in siyasi istikrarsızlaştırma sürecini besleyecek, diğer yandan da, İran’la olası bir çatışmaya zemin hazırlayacaktır.