Baylar, İstanbul'dan gelen 19 Şubat 1920 günlü yazıda:
"İngiltere Devleti Dışişleri Bakanlığı'nın İstanbul'daki Siyasal Temsilciliği'ne gönderdiği, Siyasal Temsilciliğin de resmi olarak Hükümet'e ulaştırdığı sözlü bildirimde, Padişahlık başkentinin Osmanlı Devleti'ne bırakıldığı bildirilmiş; fakat bununla birlikte, Ermeni kırımının durdurulması ve Yunanlılar'a ve bütün İtilaf Kuvvetleri'ne karşı olan tutumumuzun değiştirilmesi istenmiş; yoksa barış koşullarımızın değiştirilebileceği de eklenmiştir."
...................
Ya da Baylar, İtilaf Devletleri, düşman eline düşmüş bölgelerdeki düşman kuvvetlerine karşı Ulusal Kuvvetler'in kurduğu cepheleri bozdurmayı, açtığı savaşları ve giriştiği hareketleri durdurmayı İstanbul Hükümeti'nin başaramayacağını iyice anladıkları için, Yunanlılarla birlikte İtilaf Devletleri'ne yapılan saldırının önlenememiş ve aslı olmayan Ermeni kırımına son verilmemiş olduğu gibi uydurma nedenlerle, İstanbul'u da mı almak düşüncesinde idiler ?!
Sonraki olaylar, bu son görüşün doğru olduğunu göstermiştir sanırım. Fakat, İstanbul Hükümeti'nin, İngiliz Temsilciliği'nin önerisinden böyle bir anlam çıkarmaya yanaşmadığı; tersine, bundan umuda kapıldığı görülüyordu.
Baylar, yapılan önerinin ne denli yersiz olduğu üzerinde bir fikir verebilmek için, biz de o günlerle ilgili bazı durumları anımsayalım. Kuşku edilmemek gerekir ki, Ermeni kırımı üzerine söylenen sözler gerçeğe uygun değildi. Tam tersine, güney bölgelerinde yabancı kuvvetlerce silahlandırılan Ermeniler, koruyucularından yüz bularak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. Öç alma düşüncesiyle her yerde acımasızca öldürme ve yok etme yolunu tutmakta idiler. Maraş'taki o acıklı olay bu yüzden meydana gelmişti. Yabancı kuvvetlerle birleşen Ermeniler, top ve ağır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman kentini yerle bir etmişlerdi. Binlerce güçsüz ve günahsız ana ve çocukları tepeleyip yok etmişlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu yırtıcılığı yapanlar Ermenilerdi. Müslümanlar ancak namuslarını ve yaşamlarını korumak kaygısıyle karşı koymuşlar ve savunmada bulunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş kırımında Müslümanlarla birlikte kent içinde kalan Amerikalılar'ın, bu olay üzerine İstanbul'daki temsilciliklerine çektikleri tel, bu acıklı olayı yaratanları, yalanlanamaz biçimde göstermekte idi.
Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılan Ermeniler'in süngü baskısı altında, her dakika ölüm tehlikesiyle karşı karşıya idiler. Canını ve bağımsızlığını korumaktan başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu kıyım ve yok etme siyasası, uygar insanlığın dikkatini çekecek, acıma duygularını uyandıracak nitelikte iken, olayların tam tersini ileri sürmek ve bundan vazgeçilmesini istemek gibi bir davranışa nasıl güvenilebilirdi ?
İzmir ve Aydın bölgesinde durum buna benzer ve belki daha da acıklı değil miydi ? Yunanlılar her gün kuvvetlerini, savaş gereçlerini artırıyor ve saldırı hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Bir yandan da bölge bölge saldırıdan geri durmuyorlardı.
......
Gerçek olan şu idi ki, ulusumuz hiçbir yerde, hiçbir yabancıya nedensiz saldırmıyordu...
GAZİ M.KEMAL ATATÜRK- SÖYLEV (Ord.Prof.Dr.Hıfzı Veldet Velidedeoğlu)
SAYFA:209-211