- Cumhurbaşkanı Erdoğan “Sincar ve Kandil’i vurabiliriz” diye uyardı, ertesi gün Kandil’de hedefler bombalandı. Muhalefet, harekâtı seçim öncesi bir sandık yatırımı olarak değerlendiriyor. Öyle mi, yoksa stratejisi ve zamanlaması doğru bir hamle mi?
Seçimlerde taraflar kazanmak isterler. Kazanmak için de elinden geleni yapar. Ama burada adil olmak lazım. Birileri eğer doğru bir şey yapmaya devam ediyorsa, bunu seçim yatırımı olarak görmek doğru bir hareket olmaz. Türkiye’nin çıkarlarında iktidar ve muhalefetin birleşmesi kanaatindeyim. Muhalefet demek her şeye itiraz etmek demek değildir. Türkiye’nin yaptığı bu harekât, yurt dışında PKK’yla yürüttüğü mücadelenin bir parçasıdır.
Suriye’de sınırda kurulmuş olan koridor, Irak’ın içine kadar gidiyor. Bu bölgeyi kontrol etmek gerekiyor. Türkiye gayet tabii Bağdat’la konuşacak, gerekli desteği görmediği takdirde tıpkı Afrin ya da Fırat Kalkanı’nda yaptığı gibi kendi sınırını korumak için böyle bir harekât yapacaktır ve bu meşrudur.
Bakın Amerika’nın Irak ve Suriye’de bulunuşu uluslararası hukuk açısından gayrimeşrudur. Bir ülkenin başka bir ülke topraklarında bulunabilmesi iki şarta bağlıdır: Ya o ülkenin sizi davet etmesi ya da Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu kararı olması gerekir. İki şart da ABD’ye uymuyor. Bizimki meşru. Sınır güvenliğimizi temin etmek için oradayız. Amerika bizimle birlikte hareket ederek orada meşru kalabilmek derdinde. Menbiç meselesinde de bu var.
- Kandil terör örgütü için hâlâ bir beka sorunu mudur?
PKK o kadar uzun yıllardır oralarda yerleşmiş vaziyette ki Kandil onlar için çok önemli. Ancak başka yerler de var. Sincar’a ve bazı kantonlara üst yöneticilerini kaydırdı. Kandil hâlâ önemlidir, Afrin’in de ne kadar önemli olduğunu oraya girdikten sonra gördük. Eğitim ve genç insanları devşirme merkezleri haline gelmiş vaziyetteydi.
Burada İran da önemli. Kandil dağlık bir arazi ve üçte biri İran’lıların tarafında. İran da bundan müşteki, çünkü Amerika diyor ki “Biz İran’daki rejimi devirmek istiyoruz, yerine kendimize göre bir rejim koyacağız”. Kandil’e harekât yaptığımızda bunu bir şekilde İran ile de görüşmüş olmamız gerekir. Çünkü oraya kaçıp, saklanır ve geri gelebilirler.
İran’ın da Suriye’de içinde bulunduğu açmazlar var. Mesela şu anda hiç konuşulmuyor, İdlib çok önemli, 40 bin civarında aşırı dinci terörist var. Orada bunları kontrol etmek üzere 12 üs kurduk, görevimizi yaptık. Astana süreci de Amerikalılara rağmen yürürlüğünü koruyor. Bunu yapmak zorundayız. Rejim kuvvetleri kuzeye doğru çıkıyor, İdlib’e girdiğinde oradaki teröristler nereye kaçacak, buraya gelecek. Bizim bunun önüne geçmemiz lazım. İmha etmek yollardan biri ama insanları beyin yıkayarak bu hale getirdiler, ters beyin yıkama yapmak lazım. 40 bin hasta adam üretilmiş, bu çok tehlikeli. Seçimlerden sonra yapmamız gereken ilk iş İdlib’dir. Bölgesel işbirliğiyle halletmek lazım, Amerikalıların hedeflerine hizmet edecek halimiz yok, bizim çıkarımıza ters.
- Kandil nasıl bir tarihsel döngü sonunda bu kadar önemli hale geldi?
Kandil, Afrin’den daha zor bir coğrafya. Çünkü dağ, doğal bir koruma sistemi. Kandil meselesini anlamak için biraz geriye gidelim. Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra İngilizler Musul ve Kerkük petrollerini kontrol edebilmek için Lozan anlaşmasında Irak, Suriye sınırının çizilmesini kabul etmediler. Biz de savaşmaktan yorulmuştuk, diğer tüm sınırlarımızı kontrol altına aldık, sonradan görüşülmek üzere Suriye-Irak sınırını bıraktık. Bu sırada İngilizler -ki bugün aynı fonksiyonu üstlenen Amerikalılardır- oradaki Kürt aşiretleri ayaklandırarak genç Türkiye Cumhuriyeti’ni zora soktular. 1926’da Ankara anlaşmasıyla sınır çizildi. Sınır, dağların tepesinden geçirildi.
- Ve bunun bir nedeni vardı...
Elbette, zaten sonradan İngiliz diplomatlar açıkladılar. “Biz bu sınırı eğer Türkiye dağları arkasına alacak şekilde yapsaydık, Türkler kızdığı anda soluğu Bağdat’ta alırdı” dediler. Nitekim PKK bunu kullandı. Şu anda kullandığı hâlâ bu sınırdır. Bu sınır İngilizlerin petrol menfaatlerini korumak için aldıkları önlemdir. İngilizler o gün o sınırı çizmeseydi PKK bugün bu güçte olamazdı.
- Cumhurbaşkanı “Burası Kandil’i besleyen bir kuluçka yuvası. BM’nin bu meseleyi halletmesi gerekiyor” derken Mahmur’u ilk kez telaffuz ediyordu. Ne dersiniz; size göre de Mahmur ve Sincar küçük bir Kandil midir?
Siz insanları mülteci olarak bir yerlerde barındırırsanız, bu insanlar çadırların içinde yokluk içinde yaşarsa ve bu senelerce sürerse oradan sadece terörist üretirsiniz. Bu nerede olursa olsun, sonuç değişmez. PKK da aynı taktiği uyguluyor, buraları insan kaynağı olarak kullanıyor. BM’nin gözetiminde ama bu kampların geçici olması lazım. BM’nin maalesef adı var, kendisi yok. Kaynağı donör ülkelerin verdiği para. Başında da Amerika geliyor. Terör örgütünün güçlenmesini istediği zaman o parayı keser, istemediğinde verir, bu kadar basit.
- Türkiye için Afrin’den sonra sırada Menbiç vardı. Tam ABD ile anlaşmaya varıldı derken Savunma Bakanı Mattis SDG ile çalışmaya devam edeceklerini söyledi. Bu, ABD’nin PYD inadının sürdüğünü mü gösteriyor?
Bence gösteriyor. Belki meseleye ilkesel olarak yaklaşmak lazım. Türkiye’nin ve Amerika’nın Suriye’de çıkarları nedir?
Türkiye’nin Suriye’de iki çıkarı var. Birincisi iç savaşın bir an önce sona ermesi. Bu ne kadar kısa sürede gerçekleşirse oradan gelecek göç hareketleri engellenmiş olur. Bu, Avrupa’nın da düşüncesi.
Amerika ise okyanus ötesi bir ülke olduğu ve kimse okyanusu yüzerek geçemeyeceği için rahatlıkla bu işleri yürütüyor.
Demek ki burada Amerika ile Türkiye hatta Avrupa arasında ciddi bir çıkar farklılığı var. Bir an önce bitmesi lazım bizim açımızdan. Bittiği zaman da Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalı ve farklı düşünen insanlar da parlamentoda yer almalı. Demokratik, üniter bir Suriye olmalı.
Bu konuda da Amerika ile ters düşüyoruz. Onlar, üniter değil eyaletlere bölünmesinden yana. Bunu şuradan anlıyoruz: PKK/PYD’yi desteklemek suretiyle kuzeyde bir oluşum yapmaya çalışıyorlar. Trump burada İsrail’de Netanyahu’nun temsil ettiği politikayla hareket ediyor. Böylece ABD’de yapmak istediği işlerde bir engelle karşılaşmayacak. Amerika’ya imalat sanayisinde tekrar eski pozisyonunu kazandıracak, tekrar üretimde bir numara olacak. Hedefe varabilmek için taviz veriyor. Suriye’den de bu yüzden çıkmak istemiyor ve PKK/PYD’yi müttefiki olarak görüyor.
- ”Suriye’de iki çıkarımız var” dediniz. Diğeri?
Terör meselesi. Türkiye, PKK ile yıllardır mücadele ediyor. Terör faaliyetini sonlandırmak ana hedefimiz. PKK’nın Suriye’de yuvalanması, burayı üs tutarak Türkiye’yi tehdit altında bulundurması demek. Amerika ise burada tam tersi bir durumda. Ne diyor? Bu benim kara kuvvetimdir. 65 bin kişilik bir kuvvet oluşturuyor ve bütçeye para koyarak destekliyor. Sözün özü, Amerika ile çıkar farklılıklarımızın devam ettiğini düşünüyorum. Mattis’in ifadesi de bunu gösteriyor. Hiçbir ülke bir ülkede seçime 20 gün kala onunla bir anlaşma yapmaz. O ülkede seçimin sonucunda başka bir hükümet ortaya çıkabilir. Kendine göre bir anlaşma zemini hazırlar, nihai şeklini vermez. Bir mutabakattır, takvime yayılır. Henüz tam bir mutabakat noktasında olduğumuzu düşünmüyorum.
- Bir iddiaya göre mutabakatın hemen ardından Suriye’de komutanları bulunan özel birlikler YPG’ye DEAŞ ile mücadelede kullanmaları için yeni silahlar göndermeye başladı...
Belli hedeflere gitmek için DEAŞ kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Devletler maalesef hedeflerine gidebilmek için terör örgütlerini silah olarak kullanır. ‘İti ite kırdırmak’ derler buna. Devletler bunu yapmasa terör örgütleri var olamazlar. Mesela elbise değiştirip, içine de biraz çeşni koyarak Suriye Demokratik Gücü diye bir şey icat ettiler. Türkiye bunu bildiği için yutmuyor.
Suriye konusunda başta yanlış yaptık. Amerikalıların yönlendirmesiyle Suriye’de işin hemen biteceğini hesap ettik. Terör unsurlarının orada yer almasına biz de Avrupa da göz yumduk. Bu, Amerikalıların İsrail şahin kanadıyla oynadığı bir oyundu. Ama bu işin içinden çıkmak için doğru işler yaptık. İran ve Rusya ile işbirliği yapmak suretiyle kalkıştığımız Fırat Kalkanı ve Afrin harekâtları doğru hamlelerdi.
Amerika’nın ve İsrail’in çıkarı şu: Suriye parçalansın. Kuzey’de bir terör devleti oluşsun. Suriye ve Irak İsrail’i tehdit etmesin. Hatta Golan bölgesi de İsrail’in kontrolünde olsun. İran devreden çıkarılsın. Özellikle Hizbullah İsrail için bir tehdit unsurudur. 2006 senesinde ilk defa olarak İsrail’e bir yenilgi tattırmıştır. Bu kapsamda baktığımızda Türkiye’nin Menbiç’e girmesi doğrudur. Türk Silahlı Kuvvetleri Menbiç’i halleder, hatta Fırat’ın doğusunu da halleder, bundan hiç şüphem yok.
- ABD’nin yalpalamasında İsrail’in baskısı ne kadar etken?
Böyle bir durum Amerika için orada kalma imkânını ortadan kaldırır. Amerika Türkiye’nin istediklerini yaparsa kendi politikasıyla ve Netanyahu’nun istekleriyle ters düşmüş olacak. Bu yüzden Amerika’nın samimi olmadığını düşünüyorum. Türkiye seçim sonrasında çıkarları doğrultusunda gereğini yapacaktır.
- F35’lerin teslimatında bir sorun yaşanacağını düşünüyor musunuz?
Amerikalılar ile Türkler arasındaki çıkar farklılıklarından biri silah sanayisi konusunda. Türkiye mümkün olduğu kadar hava savunma sistemi kurmak için uğraştı. Bunu zamanında Amerikalılardan alamadık. Yerli yapım payımız 2000’lerde yüzde 20’ydi, şimdi yüzde 50’nin üzerinde. Türkiye bunu başardı. Yeni aldığı sistemlerde de bunu yüzde 90’lara çıkarmak istiyor.
S400’leri Rusya’dan almak gayet iyi fikirdi. Amerikalılar “Bu bize ihanettir” diyor. Çünkü Türkiye başka şeylerde de kızarsa Rusya’dan alır, Amerikalılar’a ihtiyaç kalmaz. Türkiye F35 siparişi verdi, her biri çok değerli. Parasını da ödüyoruz. 600-700 milyar dolarlık bir proje. Amerikan senatosunun F35’leri vermemesi akıllı bir hamle olmaz. Nasıl hava savunma sistemlerinde Amerika’dan alamayınca Ruslar’dan aldık, yeni nesil uçaklarda da aynı şeyi yapabiliriz. Bir tek F35 mi var? Bu Amerika’nın kaybı olur. Bunu yapmayacak, yapmaması gerekir. Amerika’nın bu bölgede gücünü ortaya koyabilmek için Türkiye’ye ihtiyacı var. İsrail, Ürdün ya da Körfez ülkeleriyle bu açığı kapatamaz.
Bu konuda aşırı adımlar atamaz ama başka şeyleri kullanabilir. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar var, aşılabilir. Borç yapmadan, ithalat ihracat dengesini korumak gerekir. Tarımda ihracatçı olmalıyız. Çin’in, İran’ın gıdaya ihtiyacı var. Üretin, satacak yer var. İhracat fazlası verince, Türk Lirası baskı altında olmayacak.
Aynı şekilde sanayide de öyle. Mesela otomobilde yerli yapım payı yüzde 40 civarında. Bu en az yüzde 85, 90 olmalı. Baskılanan ülke olmamak gerekiyor. Bugün sevinerek duydum, Enerji Bakanı Berat Albayrak bor konusunda bir anlaşma imzalandığını açıkladı. Bu doğru bir yaklaşım. Ekonomik olarak güçlenirseniz sizi baskılayamazlar. Döviz konusunda ve Zarrab davasıyla siyasi olarak oynayabilir. Amerika’nın bu aşırılıkları Avrupalıları da kızdırıyor. Dolar dünya para birimi olmaktan çıkabilir. İş oraya gidiyor.
- Çok önemli bir şey söylüyorsunuz...
Elbette. Mesela İran’daki nükleer anlaşmadan çıktı, diyor ki “İran’la ticaret yapmayacaksınız”. Ama Avrupalıların bu konuda birçok menfaati var. İran bir günde 2.8 milyon varil petrol üretiyor, bunun dörtte birini Çin alıyor. Beş yüz bin varilini Güney Kore, üç yüz bin varilini Hindistan alıyor. 150 bin varil Türkiye, 150 bin varil İtalya alıyor.
“Sen bunu alırsan, benim bankacılık sistemimi kullanamazsın” diyor. Çinliler İranlılara başka teklifle geliyor, “doları kullanmayın, bizim para birimimizle bu işi yapın” diyor. O zaman İran tüm alacağını Çin’den almak zorunda kalır. Aynı şeyi öbürlerine de söylüyor, zaman kazanmaya çalışıyorlar. Bir süre sonra Allah doların cezasını versin dersiniz. Nitekim Türkiye bunu yaptı. İran, Rusya ve Çin ile anlaştı, “yerel para birimleriyle ticaret yapalım” dedi. Amerika’nın tavrının sonucudur bu. Millet artık Avrupa’da “Amerika’nın ambargo oyunlarına nasıl karşılık verebiliriz” diye kafa yoruyor.
- Yunanistan’ın kaçak 8 askeri serbest bırakması üzerine Ankara geri kabul anlaşmasını durdurdu. AB ile mülteci anlaşması bu karardan etkilenir mi?
Geri kabul anlaşmasının yürürlükten kaldırılması en çok Yunanistan’a zarar verir. Yunanistan’a bir akım başlayabilir. Zaten ekonomik sıkıntı içinde.
- Yunanistan’ın derdi iddia edildiği gibi doğalgaz pazarında Türkiye’yi yalnızlaştırmak mı?
Birinci Dünya Savaşı sonunda İngilizler maalesef Yunanlıları kullandı, bizim üzerimize saldılar.
Türkiye ile Yunanistan esasen birbirini tamamlayan iki ülkedir. Birbiriyle savaşmaları için bir neden yoktur. Yunanistan’ı şimdi İngiltere yerine Amerika üzerimize itmeye çalışıyor.
Ruslar, Avrupa Birliği’nin çok önemli bir gaz tedarikçisi. Borularla olan taşımada Rusya çok önemli. Rusya, bu hatları Ukrayna üzerinden bağlamıştı. Amerikalılar, Ukrayna’yı Rusya’ya karşı isyana sevk ettiler. Kırım Rusya tarafından ilhak edildi, Ukrayna parçalandı. Ruslar, Mavi Akım’la doğalgazı direkt Karadeniz’in altından bağlayarak –ki dünyada bir ilktir- yaptılar, Ukrayna krizinin geleceğini biliyorlardı demek ki. Baltık Denizi’nin altından Almanya ile Rusya birbirine bağlandı. 55 milyar metreküp gaz geliyor oradan. İtirazlara rağmen stratejik ortak haline geldiler. Şimdi ikinci Kuzey Akım projesini yapıyorlar, Amerika yapamazsınız diyor ve ambargo uygulamaya kalkıyor. Aynı esnada paralel olarak Güney Akım diye bir proje Bulgaristan’dan gidecekti, 2014’te Putin Amerikalılar’ın oyununu anladı, “Biz bunu Türkiye’ye getiriyoruz, adını da Türk Akımı koyuyoruz. Türkiye’den Yunanistan’a, oradan İtalya’ya, Makedonya üzerinden de Avrupa’ya gönderiyoruz” dedi. Bunun üzerinden bir sene geçmeden Rus uçağı düşürüldü, Rusya’yla Türkiye’nin arası açıldı. Tekrar düzeldi, 15 Temmuz oldu, sonra Rus elçi öldürüldü.
- Ve şimdi Makedonya da karışık...
Aynen, Makedonya’dan geçmesini istemiyorlar çünkü. Krizi çıkaran aynı güç. Demek ki Rusya ve Amerika karşı karşıya. Yunanistan’ı da oraya iteliyor. Ama Yunanistan akılsız değil, doğalgaza ihtiyacı var.
- Doğu Akdeniz’de de büyük bir hareketlilik gözleniyor. ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Mısır ve İsrail savaş gemileri çıkarma yapmış durumda. “Güneyimizdeki terör savaşı burada enerji savaşına dönüştü” diyebilir miyiz?
Bir kere orada petrol ve doğalgaz var deniyor ama ne kadar olduğunu kimse bilmiyor. Belki de sanıldığı kadar çok yok. Ama Yunanistan’ı nasıl üstümüze sürüyorlarsa Doğu Akdeniz’deki petrol-gaz olayını öne sürmek suretiyle de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni bizden kopararak orayı bir Rum adası haline getirmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin bundan vazgeçmesi Antalya Körfezi’ne mahkûm olması demek. Bütün bunlar hayal.
İpek ÖZBEY
Hürriyet / 12.06.2018