16 Kasım 2014 Pazar
15 Kasım 2014 Cumartesi
CONİYE ÇUVAL KİMLERİ RAHATSIZ ETTİ ?
Türkiye
Gençlik Birliği (TGB) üyesi gençler önceki gün Sarayburnu’nda demirleyen ABD
savaş gemisinden Eminönü’ye çıkan 3 askerin başına çuval geçirdi.
TGB’liler
benzer bir eylemi 2011 yılında Bodrum’da da gerçekleştirmişlerdi. Orada da
yakaladıkları ABD askerlerinin kafasına çuval geçirmişlerdi.
Neden
çuval? ABD 4 Temmuz 2003′te Irak’ın Süleymaniye kentinde 11 subayımızı esir
alıp kafasına çuval geçirdiği için. Bu tarihten evvel de bu topraklarda ABD
askerleri protesto edilir ama kafasına çuval geçirilmezdi. Yani ABD başlatmış
oldu.
Nitekim
ben de üniversite yıllarımda Dolmabahçe açıklarındaki bir savaş gemisinden
karaya çıkan ABD askerlerini protesto etmiş, yumurta atmıştım. O zamanlar çuval
yoktu…
Yani
çuval da yumurta da sembolik anlamları olan araçlardır. Derdimiz ABD askerini
yaralamak olsa örneğin, yumurta yerine taş atardık!
CONİYE
KALKAN OLANLAR
Bazılarınıza
“gereksiz” gelecek bu girişi, TGB’nin anlamlı eylemine gelen kimi tepkilere
yanıt vermek için yazdım.
Zira
TGB’nin eylemi Türkiye genelinde büyük coşku yarattıysa da, küçük ama tatsız
eleştiriler de aldı.
Hatta
eleştiri bile denmez. Çünkü “dudak bükenden”, “ayıp ettiniz”e kadar varan bir
‘coniye kalkan olma’ cephesi oluştu önceki gün sosyal medyada…
Kimisi
“20 kişinin 3 kişiye çullanması devrmci eylem midir?” diyerek kafa bulandırmaya
çalıştı…
Kimisi
“gariban bir çocuğu korkutmak bize yakışmaz” diyerek aklınca eylemi küçümsemeye
çalıştı…
Hatta
“Şu TGB’lilere bakın. Deniz Gezmiş‘i taklit ediyorlar akılları sıra ama Deniz
savunmasız gençlere asla saldırmazdı” diye yazan 68′li bile vardı…
ABD
TELAŞINA ORTAK OLANLAR
Önce
sonuncuyu düzeltelim. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Dolmabahçe’de
denize döktüğü 6-7 Amerikalı asker de neticede savunmasızdı. Karaya çıkarlarken
yanlarında silah yoktu.
Deniz
Gezmiş ve 68′liler o
gün neden o askerleri denize döktüyse, bugün de Çağdaş Cengiz ve
arkadaşları 3 ABD’li askerin kafasına çuvalı o nedenle geçirdi.
Her
iki eylemin de sembolik anlamı vardı. Birinde ABD’li askerler Kurtuluş
Savaşı’na gönderme yapılarak “denize dökülmüş”, boğaza atılmıştı. Diğerinde de
ABD’li askerlerin, tıpkı kendilerinin yaptığı gibi kafalarına çuval
geçirilmişti.
TGB’nin
derdi 3 ABD askerine fiziksel zarar vermek değil elbette, sembolik olarak
çuvalla ABD emperyalizmine Ortadoğu politikaları nedeniyle mesaj vermek!
Nitekim
ABD o mesajı aldı. ABD Büyükleçiliği’nden Pentagon’a kadar ABD yetkilileri
telaşla açıklamalar yaptı. Hatta ABD Türk askerlerine çuval geçirdiğinde “ne
notası, müzik notası mı” diyerek Washington’a sessiz kalan AKP’nin yönettiği
Dışişleri Bakanlığı da, TGB’in eylemine tepki gösterdi!
ABD’nin
ve taşeronlarının bu telaşına “ama savunmasızlardı” diyerek ortak olmak ve son
tahlilde coniye kalkan olmak, bir 68′liye hiç yakışmamıştır ve Deniz Gezmiş‘in
devrimciliğinin hatırasına büyük saygısızlıktır!
ÇOCUK
DENİLEN ÇOCUK ÖLDÜRÜYOR!
Gelelim
ABD askeri için “gariban, çocuk” diyenlere…
Rockefeller‘in yeğeni bahriye çavuşu olmayacağına
göre, o asker mutlaka sıradan bir Amerikalıdır. Zaten konu onun sınıfsal
konumu, adı, sanı değildir.
O
gün ABD savaş gemisinden karaya çıktığı için seçilmiştir ve varlığı TGB için
semboliktir.
Bu
gerçeği eğip büküp “çocuğu korkuttular” diye ağlayanlar, Ortadoğu’da öldürülen
halkların son tahlilde o “çocukların” kurşunlarıyla can verdiği gerçeğini
bilmezler mi?
20-22
yaşındaki ABD askerine “korkutulan çocuk” muamelesi yapmak, Ortadoğu’da ölen
gerçek çocuklara yapılan vicdansızlıktır!
AMERİKANCILAR
DAHA ÇOK AĞLAYACAK
Bakınız
bu bir nevi Stockholm sendromudur, celladına aşık olma durumudur. ABD askerleri
milyonları katlederken, emperyalizme mesaj vermek adına yapılmış bir çuval
eylemini “savunmasız çocuğa saldırmak” diye yorumlayanlar, kötü niyetli
değillerse, cellatlarına aşık olmuşlardır!
Zira
gerçek çırılçıplak ortadadır: TGB’liler ABD askerine fiziksel bir zarar vermek
için değil, onun şahsında sembolik çuval eylemiyle Washington’a bir mesaj
vermek derdindeler. O mesaj da görüldüğü gibi alınmıştır.
Tabi
bitirirken şunu da belirtelim: Çuval eylemi semboliktir ama ABD’nin
bölgemizi ve ülkemizi hedef alan politikası sürdüğü müddetçe daha sert eylemler
de zorunlu hale gelecektir!
Amerikancılar
asıl o zaman ağlaşsın!
Mehmet
Ali Güller
Aydınlık
Gazetesi
14
Kasım 2014
Etiketler:
ÇUVAL OLAYI
ARŞİVDEN; 2005 YILINDA, "MİLAS ANADOLU LİSESİ ÖĞRENCİSİ ÇAĞDAŞ CENGİZ GÖZALTINA ALINDI"
Nâzım şiiri okudu, gözaltına alındı
Milas Anadolu Lisesi tarafından düzenlenen şiir
gecesinde sunuculuk yapan bir öğrenci, şair Nâzım Hikmet’in şiirini okuduğu
gerekçesiyle bir süre gözaltına alındı.
Milas
Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından düzenlenen Şiir Gecesi’nde Nâzım Hikmet
Şiiri sorun oldu. Okul yönetimi tarafından görevlendirilen 2 sunucudan birisi
olan 17 yaşındaki Ç.C, programın öğrenciler tarafından hazırlanmasına karşın
kendi istedikleri şiirleri okuyamadıklarını belirterek, “Bizim şiirlerimiz bu
kadar değil, susturulduk. Onların şairlerinden şiirler okuyabildik. Ama yine de
size bir tane okuyacağım”
diyerek,
Nâzım Hikmet’in “Vatan Haini” adlı şiirini okudu.
KAYMAKAMIN TALİMATI
Bu sözlerin
üzerine Milas Kaymakamı Hulusi Doğan, şiirin bitmesini bekledi. Doğan, salonu
terk etmek üzereyken korumalarına polis görevlilerinin çağırılması talimatını
vererek, Ç.C adlı öğrencinin Emniyet Müdürlüğü’nde ifadesi alınması talimatı
verdi.
Emniyet görevlileri tarafından Milas Emniyet Müdürlüğü’ne getirilen öğrencinin,
ilk olarak sağlık raporu alındı. Ç.C adlı öğrencinin, ifadesinin alınmasından
sonra Nöbetçi Savcı tarafından verilen talimatlar doğrultusunda serbest
bırakıldığı öğrenildi.
VALİ AKSOY’DAN İDDİALARA YALANLAMA
NTV’ye
konuşan Muğla Valisi Hüseyin Aksoy, öğrencinin Milas Kaymakamı Hulusi Doğan’ın
talimatıyla gözaltına alındığı iddialarını yalanladı.
Ç.C’nin geceye katılan bazı öğrenci velilerinin şikayeti üzerine savcılığa
çağrıldığını ifade eden Vali Aksoy, şiir okuduğu için birinin ifadesinin
alınmasını yanlış bulduğunu da söyledi. Aksoy “Şayet gerekli bir durum varsa,
olay okul disiplin kurulunda halledilmeliydi” dedi.
AVUKATTAN TEPKİ
Konuyla
ilgili açıklama yapan Milas Kaymakamı Hulusi Doğan, “Anadolu Lisesi tarafından
düzenlenen şiir dinletisinde bir öğrencimiz okulun belirlediği program dışı bir
şiir okudu. Okunan bu şiirin siyasi içerikli olması nedeni ile şiirin yasaklı
olup olmadığının öğrenilmesi amacı ile öğrencinin ifadesine başvuruldu.
Savcılık tarafından ifadesi alınan öğrenci daha sonra gece serbest bırakıldı”
dedi.
Nâzım Hikmet Ran’a ait şiiri okuduğu için kısa süreli göz altına alınan Ç.C adlı öğrencinin avukatı Levent Anıl, “Öğrencimizin okuduğu şiirden değil, kafalarının örümceklenmesinden korksunlar. Şiirin vermek istediği mesajı alsınlar. Müvekkilim gecede sunucu kimliğinde olduğu için o anda gecenin formatına uyarak bir şiir okumuştur”’ dedi.
Nâzım Hikmet Ran’a ait şiiri okuduğu için kısa süreli göz altına alınan Ç.C adlı öğrencinin avukatı Levent Anıl, “Öğrencimizin okuduğu şiirden değil, kafalarının örümceklenmesinden korksunlar. Şiirin vermek istediği mesajı alsınlar. Müvekkilim gecede sunucu kimliğinde olduğu için o anda gecenin formatına uyarak bir şiir okumuştur”’ dedi.
Yüksel Savaş
NTV-MSNBCGüncelleme: 12:24 ET 29 Mayıs 2005 Pazar
Şiir okuyan genç kendini savundu
Milas
Anadolu Lisesi’nde gerçekleştirilen şiir dinletisinde Nazım Hikmet’in şiirini
okuduğu için gözaltına alınan son sınıf öğrencisi Çağdaş Cengiz yaşadıklarına
anlam veremiyor.
Çağdaş Cengiz on yedi yaşında Milas Anadolu Lisesi son sınıf öğrencisi.
Öğretmenlerinin çok başarılı bir öğrenci olduğunu söylediği Cengiz
derslerindeki başarısının yanı sıra sosyal aktivitelerde de ilk sıralarda yer
alıyor.
Tiyatro topluluğunda olan Çağdaş Cengiz’in şiire de merakı var. En son okullarının yıl sonu etkinliği kapsamında arkadaşlarıyla bir şiir dinletisi hazırlayan Cengiz, etkinliğin sunuculuğunu da üstlendi. Dinletide okumak istedikleri şiirlere izin verilmemesi üzerine, etkinliğin sonunda Nazım Hikmet’in ‘Vatan Haini’ şiirini okudu.
Salondakilerden alkış alan şiirin protokoldekileri rahatsız ettiği önü
sürüldü. Bunun üzerine Çağdaş Cengiz, Kaymakam Hulusi Doğan’ın talimatıyla
gözaltına alındı.
Üç saat gözaltında kalan Cengiz, “O an içimden o şiiri okumak geldi, başka bir
amacım yoktu. Şiirlerimizin bir kısmı sadece Nazım Hikmet’in adı geçtiği için
iptal edildi. İnsanların sakıncalı dediği şiirler sevgiyi, barışı anlatan
şiirlerdi, sakıncalı değildi. Şairin isminden dolayı şiirin yasaklanmasına
anlam veremiyorum” dedi.
Cengiz ailesinin tek çocuğu olan Çağdaş Cengiz ailesinden de destek gördüğünü söyledi. Cengiz,
Güncelleme: 19:58 29 Mayıs 2005 Pazar
VE BUGÜN
YILMAZ ÖZDİL ÇAĞDAŞ CENGİZ'İ YAZDI
Gene
böyle bi kasım ayında, Milas’ta dünyaya gelmişti. Sakarya ilkokulunu bitirdi,
Anadolu lisesini kazandı. İlk okuduğu roman, babasının 13’üncü doğumgününde
hediye ettiği Gorki’nin eseri Ana’ydı. Steinbeck’ten Fareler ve İnsanlar’ı,
Gazap Üzümleri’ni okudu. Harıl harıl kütüphane kurcalarken, istiklal harbi’ne,
cumhuriyet devrimleri’ne yöneldi. Atatürk’ün Bursa Nutku’nu okuduğu an,
hayatının dönüm noktası oldu, çok etkilenmişti.
Gitti
okula, koridordaki panoda ne varsa indirdi, Bursa Nutku’nu yapıştırdı. Okul
karıştı tabii… Müdür panoyu söktü, Bursa Nutku yoktur, Atatürk’e ait değildir,
uydurmadır dedi. Öyle mi? Bu sefer, Bursa Nutku’nun tarihçesini kağıtlara
yazdı, sınıfları tek tek dolaştı, sıraların üstüne bıraktı.
Müzik
grubunda solistti, okul tiyatrosunda rol alıyordu, edebiyat kolundaydı, yılsonu
etkinliği için şiir dinletisi hazırlamışlardı. Öğretmenlerden oluşan denetim
kurulu, çocukların seçtiği şiirleri “siyasi” buldu, şairleri değiştirtti, Melih
Cevdet Anday, Attila İlhan, reddedilmişti. 2005 senesi, bizimki henüz 17
yaşındaydı… Sunucuydu. Çıktı kürsüye… Öğretmenler tarafından onaylanan sunum
metninin son cümlesi “bu güzel mayıs akşamında şiirlerimizle gönlünüzü açmak
istedik” diye bitiyordu. Bizimki orada bitirmedi… “Gönlünüzü açmak istedik ama,
tam olarak açtırmadılar gönlümüzü, şiirlerimizi engellediler” dedi… Ve, Nazım
Hikmet’in “Vatan Haini” şiirini okumaya başladı.
“Amerikan
emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi, Hikmet / Nazım Hikmet vatan hainliğine
devam ediyor hala / bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran puntolarla / bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral
Vilyamson’un, 66 santimetrekarede gülüyor, ağzı kulaklarında / Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira / Amerikan
emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi, Hikmet / Nazım Hikmet vatan hainliğine
devam ediyor hala…”
“Evet,
vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim,
ben vatan hainiyim / vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek
defterlerinizin içindekilerse vatan / vatan, şose boylarında gebermekse
açlıktan / vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa / yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan / vatan, tırnaklarıysa ağalarınızın
/ vatan, mızraklı ilmühalse / vatan, polis copuysa / ödeneklerinizse,
maaşlarınızsa vatan / vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan
donanması topuysa / vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan / ben vatan
hainiyim / yazın üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla / Nazım Hikmet
vatan hainliğine devam ediyor hala!”
Bitti
şiir…
Salonda
çıt çıkmıyordu.
Önce
bir anne, sonra bir baba, sonra bir başka öğrenci velisi derken, bütün salon
ayağa kalktı, gözyaşlarıyla alkışladılar 17 yaşındaki
yürekli
öğrenciyi.
Protokol
ise, buz kesmişti.
Emrivaki
şiirle, ters yumruk almış kroke vaziyetteki boksör gibi olmuşlardı.
En
ön sırada oturan kaymakam, öfkeyle ayağa kalktı, “alın bu terbiyesizi” dedi,
yürüdü, gitti. Aldılar hemen, gözaltına… 17 yaşındaki lise son öğrencisini,
karakola götürdüler. Anneciği salondaydı, fenalaştı, hastaneye kaldırdılar,
babası hastaneye mi koşşun, polis arabasına bindirilen oğluna mı yetişşin,
şaşırmıştı.
Haber,
manşetlerde patladı.
Hürriyet’ten
Sabah’a Milliyet’ten Zaman’a Cumhuriyet’ten Yeni Şafak’a, bütün gazeteler,
Milas Anadolu Lisesi’ndeki yürekli öğrenciyi yazdı.
AKP’nin
iktidardaki ilk dönemiydi, henüz gerçek yüzünü göstermemişti, AB kriterlerini
savunan “özgürlükler partisi” ayağına yatıyordu. Bu nedenle… Tayyip Erdoğan,
Milas’taki öğrenciyi “fırsat” olarak değerlendirdi, sahiplendi, hatta o
öğrenciyi kendisine benzetti. “Ben de aynen o genç gibi şiir okumuştum, benim
başıma da benzer şeyler gelmişti, benim şiirime nasıl baktıysanız, ona da öyle
bakın” dedi. Yani, bi tek AKP gençlik kollarına davet etmediği kalmıştı!
Seneler
akıp geçti.
Dün…
Tayyip
Erdoğan’ın “tıpkı benim gibi” diyerek, kendine pay çıkardığı o yürekli öğrenci,
11 arkadaşıyla birlikte Amerikan askerlerinin kafasına çuval geçirdi!
Çağdaş
Cengiz… Pentagon’un “eşkıyalar” dediği, AKP dışişleri sözcüsünün “kınıyoruz”
dediği, yalaka medyanın “teröristler” dediği TGB’nin başkanı.
Bizim
oralı, tipik Ege çocuğudur.
En
çetrefil durumlarda bile, hayata gülümseyerek bakar. Gazetelerde yayınlanan
gözaltı fotoğraflarına baktım mesela…
Gülümseyerek
selfie yapmış iyi mi!
Çocukken
de böyleydi bu.
Kocaman
delikanlı oldu, kahkahalarla vatan hainliğine devam ediyor hala.
SÖZCÜ /YILMAZ ÖZDİL / 14.11.2014
11 Kasım 2014 Salı
İşçi Partisi’nden Pamukoğlu’na yanıt: 16 yıllık yalana neden sarıldın
Osman
Pamukoğlu’nun, İşçi Partisi Lideri Perinçek’e karşı 1998’de kurulan tertipte
kullanılan yalanları tekrar gündeme getirmesi tepki çekti. İP’den yapılan
açıklamada, ‘Gladyo’ya neden alet oluyorsun?’ diye soruldu
Hak ve Eşitlik Partisi Genel Başkanı Osman Pamukoğlu’nun, 1 Kasım’da partisinin
sitesinde yayımlanan ve Doğu Perinçek hakkında asılsız iddialar içeren yazısına
İşçi Partisi’nden açıklama geldi. İşçi Partisi Genel Merkezi’nden yapılan
açıklamada, Pamukoğlu’nun Perinçek ile ilgili “1998 yılında PKK’ya silah
ve para yardımı yapmakla suçlanıp hakkında dava açılmadı mı? Aynı tarihte
Terörle mücadele yasası çerçevesinde 14 ay hapis cezası alıp yatmadı mı?”
ifadelerinin gerçek dışı olduğu kaydedilerek, “Ergenekon davası savcılarından
sonra Pamukoğlu da, Ankara DGM kararıyla mahkûm edilmiş bir iftirayı on altı
yıl sonra yeniden dillendirmiştir. En yakın zamanda hukuki işlem
başlatılacaktır” denildi.
‘1998
TERTİBİ’NİN İÇ YÜZÜ
Açıklamada
şöyle denildi: “1998 yılında Tuncay Güney ve Sami Demirkıran, Gladyo’nun
emriyle, sahte mühür yaparak İP Genel Başkanı Doğu Perinçek’e karşı bir tertip
düzenliyorlar. İki adet sahte mektup hazırlanıyor. Bu mektuplardan biri, PKK
Garzan Eyaleti adına, diğeri PKK’nın yan örgütü ERNK adına yazılmış, imzalanmış
ve mühürlenmiş. Tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi, yine Tuncay Güney
kullanılarak Doğu Perinçek 24 Eylül 1998 günü gözaltına alınıyor ve
tutuklanıyor. Yargılama sonunda, Ankara 1 No’lu DGM, Adli Ekspertiz ve
Bilirkişi raporları mektupların sahte olduğunu saptıyor ve Perinçek’in
aklanmasına karar veriyor. Bunun üzerine sahte mektupları Savcılığa getiren PKK
itirafçısı Sami Demirkıran hakkında şikâyette bulunuyoruz. Ankara 9. Asliye
Ceza Mahkemesi Demirkıran’ı iftira suçundan teşdiden 1 yıl 3 ay hapse mahkûm
ediyor ve hüküm kesinleşiyor.”
YALANLARINIZIN
ARKASINDA MISINIZ?
Açıklamanın
devamında, “Osman Pamukoğlu’na soruyoruz. Bütün belgeler ve bilgiler ortadayken
neden bu iftiralara başvuruyorsunuz? Ergenekon Davası sürecinde de mahkeme
salonlarında çürüttüğümüz “1998 Tertibi” ile ilgili düzmece iddiaları ısrarla
gündeme getirerek neden Gladyo’ya alet oluyorsunuz? Hala bu yalanlarınızın
arkasında mısınız?” denildi.
Etiketler:
Osman Pamukoğlu'na Yanıt
OSMAN PAMUKOĞLU'NA BİR "AMİRAL"DEN YANIT: "Osman Pamukoğlu komutanıma cevabımdır!"
Osman Pamukoğlu komutanıma
cevabımdır!
Kitaplarını büyük bir beğeni
ile okuduğum, televizyon programlarını nefesimi tutarak izlediğim ve siyasi
faaliyetlerini ilgi ile takip etmeye çalıştığım Komutanımın Sözcü gazetesinin
internet sitesinde yayımlanan sözleri büyük bir şaşkınlık yarattı. Hep birlikte
kısa bir bölümüne göz atalım.
1998 yılında PKK’ya silah ve para yardımı yapmakla suçlanıp (Doğu Perinçek)
hakkında dava açılmadı mı? Aynı tarihte terörle mücadele yasası çerçevesinde 14
ay hapis cezası alıp yatmadı mı? 2014 yerel seçimleri arifesinde gazetelerde
boy boy İP ilanları çıktı, başlık: “132 general ve subay yerel seçimlerde İP’i
destekliyor. ”Kimliklerini siyasi malzeme yaptıran onların da aklına şaşayım!”
Ben de naçizane, 18 yıl hükümle Silivri zindanlarında vatan görevine devam
ederken, İP’i destekleyen ilana imza veren aklına şaştığınız askerlerden birisiyim. İP mensubu olmadığımı da bu vesile ile
vurgulayarak cevap hakkımı kullanmak istiyorum.
Komutanım, belki siz farkında değilsiniz ama emperyalizm, iç ve dış destekçileri ile Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden Türkiye’ye karşı, tarihin bile tanıklık etmediği kirli ve çirkin bir operasyon başlattı. Hedef Türkiye’yi savunan sözde değil özde direnç noktalarının çökertilmesiydi. Bu operasyon Ergenekon, Balyoz ve diğer isimli davalar ile sürdürüldü. Eğer cezaevi listelerini inceleseydiniz, emperyalizmin en büyük tehdit olarak, Deniz Kuvvetleri ağırlıklı olarak TSK’yı ve İşçi Partisi’ni gördüğünü hemen anlardınız. Çünkü rakamlar asla yanılmaz! Bu iki kurumun A takımına saldırıldı!
Komutanım, belki siz farkında değilsiniz ama emperyalizm, iç ve dış destekçileri ile Türk Silahlı Kuvvetleri üzerinden Türkiye’ye karşı, tarihin bile tanıklık etmediği kirli ve çirkin bir operasyon başlattı. Hedef Türkiye’yi savunan sözde değil özde direnç noktalarının çökertilmesiydi. Bu operasyon Ergenekon, Balyoz ve diğer isimli davalar ile sürdürüldü. Eğer cezaevi listelerini inceleseydiniz, emperyalizmin en büyük tehdit olarak, Deniz Kuvvetleri ağırlıklı olarak TSK’yı ve İşçi Partisi’ni gördüğünü hemen anlardınız. Çünkü rakamlar asla yanılmaz! Bu iki kurumun A takımına saldırıldı!
Bundan şu sonucu çıkarabilir miyiz? Emperyalizm pragmatiktir. Diğer bir ifade
ile aklını çıkarları için kurnazca kullanır. Önündeki gerçek engellere yönelir;
sanal tehditlerle asla uğraşmaz ve bu tür sözde karşı çıkanlara karşı sadece
laf kalabalığı yapar. Çok iyi bilir ki kaynaklar sınırlıdır ve mutlaka gerçek
hedefler üzerine odaklanılmalıdır. Batı,
hem küresel stratejik çıkarlarını genişletmek hem de Türkiye’deki Cumhuriyet
rejimini çökertmek için mutlaka TSK ve İşçi Partisi’nin etkisizleştirilmesi,
geri kalanların da susturulmasını ön koşul olarak belirlemiş ve tüm uğursuz
plânlarını bu yönde geliştirmiştir.
Zararsız, farkında olmadan başkalarının yararına çalışan, suya sabuna dokunmayan veya incir çekirdeğini doldurmayan işlerle uğraşanlar asla hedef olmazlar. Deniz Kuvvetlerinin tutuklanan bir mensubu olarak bu durumdan gizli bir gurur duyduğumu açıkça ifade etmeliyim.
Zararsız, farkında olmadan başkalarının yararına çalışan, suya sabuna dokunmayan veya incir çekirdeğini doldurmayan işlerle uğraşanlar asla hedef olmazlar. Deniz Kuvvetlerinin tutuklanan bir mensubu olarak bu durumdan gizli bir gurur duyduğumu açıkça ifade etmeliyim.
Bu karanlık süreci
zatıâliniz ve partiniz HEPAR huzur içinde balkondan, “ne olacak şu memleketin
hali” sohbetleri ile seyretti. Kimse sizi ve partinizi bir engel olarak görüp peşinize
takılmadı! Komutanım, düşmanlarımızın sizi fazla ciddiye almadığını söylersek,
haksızlık mı etmiş oluruz! Bizler, kendi ülkelerinde esir düşen subaylar
olarak, sizlerin ne desteğini gördük ne de bir siyasi parti olarak durumu
analiz eden değerlendirmelerinize tanık olduk. Açıkçası
içimizden şu da geçmedi değil: “İşin içine emperyalizm girdiği ve pabucun
pahalı olduğunu gördükleri için ‘PKK’yı asarız, keseriz!’ söz savaşları ile
durumu idare ediyorlar…
Komutanım, “PKK’ya
yönelik karşı tedbirlerinizi ve iktidarınızda uygulayacağınız önlemlerinizi”
inanın çok değerli buluyorum. Ama üzülerek söylemeliyim ki resmi biraz
genişletmeniz gerekiyor. Emperyalizme cepheden karşı çıkmadan
PKK ile etkili bir savaş yürütemezsiniz. PKK’yı üzerimize salan emperyalizmdir
ve bu ana cephede başarı kazanmadan kesin bir sonuç alamazsınız! Batı
başkentlerini devreden çıkarabilirseniz, PKK tükürükle boğulur ve sizin
tedbirlerinize de gerek kalmaz. Atatürk’ün
“iç siyaset dış siyasetten ayrılamaz!” sözlerini bilmem hatırlatmaya gerek var
mı?
Ergenekon salgınının daha ilk günlerinde, kimse ne olduğunu anlamamışken,
ortalık toz dumanken Doğu
Perinçek, yüksek
bir öngörü ile “Bu davanın hedefi TSK’dır!” demişti. Devletin yapamadığını yapıp,
emperyalizm kaynaklı Ermeni yalanlarını hem de kendi mahkemelerinde mahkûm
ettirmişti. İşçi Partisi, sırtına saplanan hançerden kan
damlarken, demir parmaklıkların ardına sıkıştırılmışken, tertip davalardan,
bölünme anayasasına, TC’nin kaldırılmasından, ulusal bayramlarımızın
yasaklanmasına kadar her milli meselede göğsünü siper ederek yiğitçe ve fedakârca mücadele etti.
Beni lütfen mazur görünüz efendim, belki de esir tutulduğum için fark edemedim
ama kan gövdeyi götürürken, siz ve HEPAR nerelerdeydiniz?
Komutanım, yazımın ikinci paragrafının başında yer alan Doğu Perinçek ile
ilgili iki soru cümleniz, bence sizin gibi bir değere hiç yakışmadığı gibi,
korkarım siyasi yaşantınıza büyük bir darbe vuracak gibi görünüyor! Hatırlayın, Kilise Galileo Galilei’yi
mahkûm etti ama dünya hâlâ güneşin etrafında dönüyordu. Gerçek anlaşılınca,
Kilise öylesine büyük bir itibar kaybına uğradı ki bugün bile bu utancı
üzerinden atamıyor. Umarım, sizin gibi iyi niyetli bir
vatansever için bu süreç en az kayıpla atlatılır.
Komutanım,
“az oy aldı, çok oy aldı” konusuna gelince, bu argümanı Meclis’teki partiler
belki kullanabilir ama merak ediyorum, siz ne kadar oy aldınız? Haddim
olmayarak ve affınıza sığınarak ünlü düşünür Samir Amin’in şu sözlerinin altını
çizmek istiyorum: ”Tüm
değişimler, radikaller bile, seçimler anlamında söylersek, azınlık gibi görünen
kitlelerin verdikleri mücadele sonucu ortaya çıkmıştır. Bu tür azınlıkların
inisiyatifi olmazsa -ki toplumu harekete geçiren bu güçtür- herhangi bir değişimin
gerçekleşmesi mümkün değildir.” İzin verirseniz, buna ben de
naçizane bir ilave yapayım:
“Hakikat, arınmış bir avuç insanın elinde yükselir!”
Bu talihsiz açıklamalarınızın, partinizin kurmay heyetinin size bir takım
yanlış bilgiler vermesinden kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum. Yaşanılan kritik süreçte bir takım
odakların gözüne girmek ve aferin almak için bu kulvara girmiş olduğunuza asla
inanmıyorum. Ama hatanın ve de zararın neresinden dönülürse
kârdır. Emperyalizmin topyekûn saldırıya geçtiği bir dönemde, yurtseverler
kavga değil, dayanışma içinde olmalıdır.
Kimliklerimizi siyasi malzeme yaptırdığımızı öne sürerek bizleri
eleştiriyorsunuz. Komutanım, sizin hem de bir siyasi partinin başkanı olarak
yaptığınız faaliyetler kimliğinizi siyasi malzeme yapmıyor da haksız, hukuksuz
ve siyasi nedenlerle emekli edilen, daha doğrusu tasfiye edilen bizlerin
inandığımız bir konuda görüş belirtmesi mi siyasi malzeme oluyor! Bizler siyasi bir dava ile esir
alındığımızda, İşçi Partisi dışında hiçbir siyasi partinin bu konuda siyasi bir
mücadele verdiğini görmedik. Aristo’nun, doğası itibarıyla
insan siyasi bir hayvandır! (Human being, by nature, is a political animal.)
gibi derin mevzulara girip konuyu dağıtmak istemiyorum…
Komutanım, yine aklıma şaşacaksınız ama İP önüme bugün de benzer bir ilan
getirirse, sizin partiniz de dâhil mevcut diğer siyasi partilerin durumunu
bildiğimden, hiç düşünmeden imzamı yine basarım. Bundan da onur duyarım! Ama bu
davranışım, ne sizi sevmeme ne de sizinle vatanın bütünlüğü için dayanışma
içine girmeme engel olur. Ne
olur, bu topraklar için her şeyini feda onurlu insanlarımızı karalamayalım!
Bu vesile ile en derin saygılarını arz eder; her türlü faaliyetinizde engin
başarılar dilerim.
Amiral Soner Polatulusalkanal.com.tr
10.11.2014
Etiketler:
Osman Pamukoğlu'na Yanıt
Dersimci Davutoğlu ve Dersimli Kılıçdaroğlu bilmiyorsanız, okuyun!
Ayrılıkçı, mezhepçi ve Atatürk Cumhuriyetinin düşmanı,
bölücü-gerici zihniyet son günlerde iyice gemi azıya almış görünüyor.
Laik Cumhuriyete, ulus devlete ve üniter yapımıza, isyan eden,
silah çeken, çetecilik, eşkiyalık ve kanun tanımazlık yapanları hiç utanmadan
ve de sıkılmadan “mağdur ve mazlum” gibi göstermeye çalışıyorlar. Bunlar yarın
bölücü-kanlı PKK’lıları da mağdur ilan ederse hiç şaşırmayın.
Halbuki genç Cumhuriyet, mezhep, köken ayırmadan kendisine karşı
isyan eden, silah çeken, düşmanla işbirliği yapan, eşkıya-derebeyi ve
çetecilerle hakettikleri biçimde mücadele ederek, nefsi müdafaadan başka bir
şey yapmış değildir.
Yani “Seyit Rıza” denilen derebeyini “Alevi” inancı nedeniyle
değil, bölgeye karakol, yol hastane yapımına mani olarak, karakol basıp,
silahlı isyanla Cumhuriyete karşı kalkıştığı için bertaraf etmek zorunda
kalmıştır.
Aynı şekilde, “Çerkez Ethem” Çerkez kökenli olduğu için değil,
Cumhuriyete ve TBMM’ye karşı isyan ettiği, vatanımızı işgal eden Yunan’la
işbirliği yaptığı ve onlara sığındığı için hain ilan edildi.
Şeyh Sait ile “Sûnni-Nakşi” inancı nedeniyle değil, laik-milli
Cumhuriyete yabancı devletlerin desteği ve kışkırtmalarıyla isyan ettiği ve
silah çektiği için mücadele etmiş ve cezalandırmıştır.
Bugün, Dersim kışkırtması yapan iktidarın, nasıl mezhepçi ve
ayrımcı militan siyasal İslamcı politikalar izlediğini artık dünya alem biliyor
ve görüyor.
Dersimi kaşıyarak ve gerçekleri çarpıtarak, laik Cumhuriyet
sayesinde eşit yurttaş statüsüne kavuşan ve Ebu-Suud kafasının zulmünden
kurtulan Alevi-Bektaşi yurttaşlarımızı, akıllarınca Atatürk Cumhuriyetine karşı
kışkırtmaya çalışıyorlar.
Alevi-Bektaşi inancına sahip sayılarının 15 milyonu aşkın olduğu
bilinen yurttaşlarımızın, ezici bir çoğunluğu; Horasan
erenlerinden-Oğuz-Türkmen kökenli özbe öz Türk evlatları olarak, Laik
Cumhuriyete gönülden bağlıdırlar ve Atatürk’e minnet ve saygıyla doludurlar.
Onlar, gerici-yobaz takımıyla da, bölücü-ayrılıkçı zihniyetle de
asla bir ve beraber olmazlar, olmadılar ve olmayacaklar.
Yeni Osmanlıcı ve taze Dersimci Ahmet Davutoğlu da, onun
“Dersim-Kerbela” benzetmesine ve çarpıtmasına sükut ederek, sesini çıkarmayan
Dersimli Kemal Kılıçdaroğlu da bunu bilsinler, bilmiyorlarsa bu yazımızı
dikkatle okusunlar.
Okusunlar da, Anadoluyu vatan yapan Horasan ereni binlerce Oğuz
Türkmen evladını 7’den 70’e kuyulara doldurarak soykırım uygulayan, Yavuz
Selim’in, Ebu-Suud’un, Kuyucu Murat’ın ve Kürt derebeyi İdrisi Bitlisi’nin
yaptığı, kanlı Alevi-Bektaşi katliamı ve zalimlikleriyle yüzleşsinler.
Sonuç olarak iyi bilinsin ki, Alevi-Bektaşi inanç ve kültürüne
sahip özbe öz Türk ve Türkmen kökenli olan milyonlarca yurttaşımız, bugün;
onbinlerce Oğuz-Türkmen çocuğunu gaddarca katleden, bunun yanısıra kendi öz
kardeşlerini, yeğenlerini, babasını ve hatta dedesini dahi iktidar hırsıyla
öldürten Yavuz Selim’i bu kıyım ve zulümlerinden dolayı Hz. Hüseyin’i katleden
“Yezid” gibi algılarlar. Bu nedenle Yavuz’u ve onun yobaz maşası Ebu-Suudları
öven ve baş tacı yapan bugünkü iktidar zihniyetinin Dersim yalanlarına,
kışkırtmalarına hiçbir biçimde itibar etmezler.
Dersim yaygarası ve istismarını bırakın da, kanlı zalimlerin, 40
bin Alevi-Bektaşi Oğuz-Türkmen evladını sırf inançları ve mezhepleri nedeniyle
katleden, kuyucu Murat’ların Ebu-Suud’ların, Kürt derebeyi İdrisi Bitlisi’lerin
yaptığı Alevi-Bektaşi soykırımından bahsedin bakalım.
Ufuk SÖYLEMEZ / Aydınlık- 11.11.2014
10 Kasım 2014 Pazartesi
ATATÜRK'ÜN VEFATI SONRASI CUMHURİYET ARŞİVİNDEN SEÇMELER
9 Kasım 2014 Pazar
ROJAVA'DA GERÇEKTEN DEVRİM Mİ OLUYOR ?
Suriye ve Suriye’deki gelişmeler, bölge
ve dünya gündemini belirlemeye devam ediyor. Yaklaşık dört yıldır gerici ve
Emperyalist saldırı ile karşı karşıya kalan Suriye halkı, yoğun saldırılar
karşısında direnmesini ağır bedeller pahasına sürdürüyor. Suriye direndikçe,
saldırgan güçlerin tüm dengesi bozuluyor ve her gün yeni yöntemlere ve
ittifakları deneyerek, bölgede etkinlik sağlamaya çalışıyorlar.
80 değişik ülkeden Suriye topraklarına
taşınan gerici, cihatçı güçlerin 4 yıldır katliamlarla sürdürdükleri saldırılar
sonuçsuz kalınca, bu kez Kürtler üzerinden yeni tezgâhlar sahnelenmeye
başlandı. Bölgede yaşayan ağırlıklı olarak göçmen
olan Kürt halkı kullanılarak, emperyalist gerici güçlerin, insani yardım adı
altında bölgeye girişlerinin kapısı aralanmaya çalışıyor.
IŞID adıyla bilinen selefi terör örgütü
yaklaşık iki yıldır Suriye’nin değişik kentlerinde ve Irak’ta kanlı
saldırılarda bulunarak, halkın direnme gücünü kırmaya ve ele geçirdiği
bölgelerde Hilafet kurmaya yönelmiştir. IŞID Suriye coğrafyasına girdiği
ilk gün Rakka kentinin yarısını ele geçirdikten sonra Suriye ordusu tarafından
durdurulabilmişti. Küçük bir ordu donanımıyla, eğitimli ve sert savaş
karakterine sahip olan IŞID, sıkıştığı her noktada intihar eylemlerine
başvurarak kısa sürede bölgede etkili olmayı başardı. Ölmeyi ve öldürmeyi
bilen, gözü dönmüş, ruh hastalarından oluşan bu katliam çetesinin selefi islam
anlayışı, İslami kesimde sempati görmeye başlamasıyla, hızla genişledi.
Suriye’de Sıkışan ve ilerleyemeyen IŞID,
çare olarak savaşı genişletmeye ve yaygınlaştırmaya, başka bölgesel
dinamiklerin de sürece çekerek bölgede etkinliğini sürdürme yöntemine yöneldi. Savaşın
dar alana sıkışması ve Suriye ordu birliklerinin sürekli saldırıları karşısında
IŞID’ın savaş cephesini genişletme dışında başkaca var olma zemini ortadan
kalkmıştı. IŞID’ın Irak’a saldırı gerekçesi budur. Kürtlere yönelmesinin
gerekçesi budur. Yakın bir süreçte başka ülkelere ve Türkiye’ye de
saldırıda bulunmasının gerekçesi bu olacaktır. IŞID var olmak için savaş
cephesini genişletmek zorundadır. Bölgedeki diğer dinamikleri harekete geçirmek
zorundadır. Aksi durumda sınırlı sayıda olan gücü ile ayakta kalması ve
varlığını sürdürmesi olanaklı değildi. Ne kadar katliam yaparsa yapsın, ne
kadar dehşet saçarsa saçsın, kalıcı olma ve yaşama şansı yoktur…
Yaklaşık 2 yıldır, Suriye de her türlü
katliam saldırılarına rağmen Rakka ötesine ilerleyememiş, Suriye ordusu ağır
kayıplar pahasını IŞID’ı durdurmayı ve belli bir alanda sıkıştırmayı
başarmıştır.
Ayn Al Arap / Kobani saldırısına
böylesi bir süreçte yönelen IŞID, bölge halkının direnişiyle karşılaşmış ve
kendisine İdlip- Bab Al Hawa yolunu açacak alana girememiştir.
SURİYE'DE KÜRTLER VE KÜRT GERÇEKLİĞİ
IŞID’ın ağırlıkla Kürtlerin yaşadığı,
Türkiye sınırının sıfır noktasında olan Ayn Al Arap / Kobani ’ye saldırması ile
Suriye’de yaşayan Kürtler sorunu bir kez daha gündeme geldi. Suriye’de
yaşanan sürecin yarattığı yönetim boşluğundan yararlanmayı düşünen bazı Kürt
grupları, Suriye ordusundan aldıkları silahlarla bağımsız bölgeler ilan etme
yönelimine girdiler. Özellikle Türkiye sınırına yakın köy ve kasabalarda
mevzilenmiş olan bu güçlerin bölgedeki etkinliklerini artırmaya dönük
ittifaklara yönelmesi konunun daha bir detaylı ele alınmasını zorunlu hale
getirdi.
Ağırlıkla Türkiye’den göçen Kürtlerin
oluşturduğu PYD’nin, ÖSO ile ittifaka yönelmesi sorunu daha yakıcı bir hale
getirmiş ve bölge saflaşmasında ki yerini tartışılır kılmıştır. Emperyalizmin
ve gerici Arap ülkelerinin maşası durumunda olan ve Suriye halkına karşı 4
yıllık süreçte ciddi katliamlar yapmış ÖSO’nun Kürt örgütlerince bağımsızlık
amacını gerçeklemede, ittifak güç olarak görülmesi tam bir çelişkidir.
Böylesi ittifaklarla Suriye’de hiçbir
sonuç alınamaz. Suriye’yi bir parça tanıyan, Suriye Kürtlerini bilen herkes, Suriye
Kürtlerinin bu oyuna gelmeyeceğini bilir. Bölgede yaşayan diğer Kürtlerden
farklı olarak Suriye Kürtleri şehirlidir. Suriyeli Kürt nüfusun ağırlıklı kısmı
büyük şehirlerde yerleşik yaşarlar ve sisteme bütünleşmiş durumdadırlar.
SURİYE DE KÜRTLER NEREDE VE NASIL
YAŞARLAR
Suriye’de yaşayan Kürtleri konusunda
değişik iddialar vardır. Suriye nüfusunun 23 milyon olduğunu düşünürsek bu
oranın % 6-7’sini Kürtler oluşturmaktadır. Yaklaşık olarak 1 milyon 300 bin
olarak kabul edilen Kürt nüfus Suriye’de Araplardan sonra ikinci büyük kesimi
oluşturmaktadır.
Suriye’deki Kürt nüfusu bütünleşik bir
coğrafyada yaşamamaktadır. Suriye’de Kürt nüfusu ağırlıklı olarak birbirleriyle
toprak bağlantısı olmayan 3 bölge ile büyük şehirlerde yaşamaktadır.
Suriye’deki Kürt nüfusunun Afrin civarındaki yüzde 30’u, Ayn al-Arap
(Kobani) bölgesinde yüzde 10’u, Cezire de denilen Kamışlı bölgesinde de yüzde
40’ının yaşadığı bilinmektedir.
Ancak Suriye Kürtlerin bir kısmı,
yaklaşık olarak 150 bin- 200 bin kadarı, Suriye’nin yerlisi olmayıp
çoğunlukla Türkiye ve Irak’tan gelenlerden oluşmaktadır. Özellikle Kamışlı
bölgesinin büyük kısmı sonradan Suriye’ye göç eden Kürtlerden oluşmaktadır.
Suriye’deki Kürtler yoğun olarak Haseki, Ayn Al Arap/ Kobani, Afrin ve Halep
merkezinde oturmaktadırlar.
Haseki Kürt nüfusun en yoğun yaşadığı
kenttir. Nüfusu yaklaşık olarak 1 milyon 500 bin olduğu belirtilen Haseki
Suriye’nin büyük kentlerinden birisidir. 4 ilçesi olan 16 nahiyesi olan
Haseki’nin 1683 adet köyü bulunmaktadır.
Haseki bölgesi (yani Cezire), Osmanlı
döneminde göçebelerin otlak alanları olarak kullanılmaktaydı. Bölge kışın Kürt
aşiretlerinin yazın ise Arap aşiretlerinin otlaklarıydı. Milli, Halemban,
Dekuri, Kiki, Tatar, Harp, Muammere, Karaçine aşiretlerinin oba kurduklarını
bilinmektedir. Ayrıca Arap, Tay, Şammar, Şerabi, Beggare, Cura ve Cubur
aşiretlerinin bölgede yaşadığını tarımla da uğraştıkları da bilinmektedir.
Aşiretler arasındaki dengede Bedevi Arap aşiretlerinin daha üstün olduklarını
Milli Kebir, Harp gibi aşiretlerin Şammar aşiret reislerine vergi verdiklerini
belirtmektedir.
Arap aşiretlerinin büyük ölçüde geçmişte
yaşadıkları bölgelerde bugün de yaşadıkları görülmektedir. Arap aşiretlerinden
Şammar aşireti, Haseki vilayetinin kuzeydoğu ucunda yüzlerce köyde
yaşamaktadır. Bölgede bulunan ikinci büyük Arap aşireti ise Tay aşiretidir. Bu
aşiret Haseki merkezden Kamışlı merkezin çevresine çepeçevre yerleşmiş ve
200.000’e ulaşan bir nüfusu sahiptir. (Aşiretin 640’lı yıllarda ilk olarak İyad
bin Ganem’in bu bölgeyi Bizans’tan ele geçirdiği dönemde geldiği ifade
edilmektedir.) Bölgede bulunan üçüncü büyük aşiret ise Cubur aşiretidir. Advan
aşireti ise Rasulayn’ın batısı ile güneyinde 12.000 civarında nüfusa sahip
bulunan bir aşirettir. Harb aşiretinin ise Resulayn’ın doğusunda 10.000
civarında nüfusu bulunmaktadır. Bölgede dağınık olarak yaşayan Şerabeyn
aşiretinin tarihi ilk İslam fetihlerine kadar gitmektedir. Baggara aşiretinin
ise 10.000 kadar nüfusu ile Resulayn çevresinde yaşadığı belirtilmektedir.
II. Abdülhamid döneminde bölgeye göçebe
Kürt aşiretleri yerleşmeye başlamışlardır. Birinci dünya savaşı sonrasında
Fransız mandasında Suriye devletinin kurulması ile aşiretlerin göçü
yasaklanmışsa da, Türkiye’den aşiretlerin Suriye’ye göçü devam etmiştir. (Bu
süreçten sonra Haco Ağa Heverkan aşiretinden 400 aile ile birlikte 1926’da
Suriye’ye göç ederek bölgeye yerleştiği belirtilmektedir.) 1950’li
yıllarında Suriye devleti göç edenlere karşı tedbir almış ve 1945 öncesinde
Suriye’de yaşadığını ispat etmeyen 120.000 Kürt’ü, 1962 yılında vatandaşlıktan
çıkarmıştır.
Suriye kimliksiz oldukları ifade edilen
Kürtler, Suriye’nin yerleşik halkı olmayıp ağırlıkla Türkiye’den değişik
nedenlerle göç edenlerdir. Vatandaşlık hakkı verilmeyen ve sayıları tahminen
200 bin olduğu ifade edilen bu kesimlere de 2011 de vatandaşlık hakkı
verilmiştir. Haseki bölgesinin etnik dengesi yüzde 60-63 Arap,25-30 Kürt,
sonrasında ise sırayla Süryaniler, Ermeniler ve Çeçenler gelmektedir.
Kürtlerin önemli bir kısmı da Halep
ilinde ve bağlı ilçelerde yaşamaktadır. 5 milyona yakın nüfusu olan Halep
Suriye’nin Şam kentinden sonra en büyük ilidir. Ayn AL Arap ve Afrin ilçesi
Halep kentine bağlıdır.
Afrin ilçesi Halep kent merkezi dışında
en fazla kürdün yaşadığı merkezdir. İlçe nüfusu 2004 sayımlarına göre 172.095
kişidir. Bunun yaklaşık 70.000’i Afrin merkezde yaşamaktadır. Nüfusun
çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır. Afrin kırsalında Sünni Araplar
bulunmaktadır. İlçeye bağlı 300 köyde ise yaklaşık 200 bin insanın yaşadığı
belirtilmektedir. Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu bölgede, Araplar, Çerkezler ve
Türkmenlerde yaşamaktadır.
Halep kentinin bir diğer ilçesi olan Ayn
Al Arap 120 adet köye sahiptir. Merkez nüfusu 80 bin olan ilçenin köylerde
yaşayan nüfusunun ise 45 bin civarında olduğu belirtilmektedir. Ayn Al Arap’a
bağlı üç ilçe ile birlikte toplam nüfusunun 192 bin civarında olduğu resmi
kaynaklarca ifade edilmektedir. Ayn Al Arap
da Kürtler çoğunlukta bulunurken diğer iki nahiyesinde Tay aşiretine mensup
Araplar yaşamaktadır.
Suriye’de Kürt nüfusu büyükşehirler
dışında yoğun olarak Suriye’nin kuzeyinde birbiri ile bağlantısı olmayan Afrin-
Ayn-el Arap-Kobani ve Haseki bölgelerinde yaşamaktadırlar. Ancak bu bölgede
Kürt nüfusun % 40-45 yaşarken geri kalan nüfus ise büyük şehirlerde
dağınık olarak yaşamaktadır. Ayrıca, Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerden farklı
olarak Kürtler Suriye’de daha şehirlidir.
Suriye ordusu Haseki, Afrin ve kamışlı
merkezde halen bulunmakta ve bu bölgeleri gerici saldırılara karşı
savunmaktadır. Bölgede yaşayan Kürtler saldırı
sürecinin ilk günlerinde Suriye ordusu tarafından silahlandırılmış ve kendi
yaşam alanlarını korumaları istenmiştir. Tıpkı Lazkiye’de yaşayan Alevilerin ve
Ermenilerin olduğu gibi. Ya da Katana da yaşayan Hristiyanların ve Sünni bir
kısım aşiretlerin silahlandırılması gibi Kürtlerde Suriye ordusu tarafından
silahlandırılmıştır.
ROJAVA DEVRİM HAYALİ
Yukarıda tüm detayları bölgeyi
bilmeyenler ve Suriye Kürtlerini tanımayanlar açısından anlattım. Suriye de
Diyarbakır gibi ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bir kent yoktur. Tarihsel
olarak da yoktur, yaşam alanı olarak da yoktur. Birbiriyle coğrafi bağlantısı
olmayan 3 ayrı bölgede yaşayan Kürt nüfusun önemli bir kısmı sistemle
bütünleşmiş merkezi kentlere çok uzun süreler önce yerleşmiştir. Bölgede
kalanlar ise Araplarla birlikte yaşamış ve ortak yaşam alanları yaratmayı
başarmışlardır. Yüzlerce yıldır birlikte yaşayan halkların, milliyetçi
reflekslerle birbirlerine kırdırılması girişiminde başarılı olunamayacaktır.
Ağırlıkla Türkiye’den göç eden Kürtlerin
içinde yer aldığı PYD ve türevi örgütlerin, güdümlü siyasal tavırları Suriye
halkında karşılık bulmayacak ve ABD, Barzani ve AKP iktidarıyla çıkılan yolda
başarısız olunacaktır. Bilinmelidir ki Suriye’de Kürtlerle Kürt olmayanlar
arasındaki doğal bir sınır yoktur. Kürt bölgesi ya da Arap bölgesi yoktur.
Suriye halkı vardır.
Tek kurşun sıkmadan, hala pek çok
yerinde Suriye ordusun bulunduğu coğrafyanın adını değiştirerek “ROJAVA” da
devrim oldu demek, devrim kavramını bilmemekten öte, uydurmaktır. Devrilen
olmadan, deviren olmadan “devrim” uydurmak, halkların birlikte yaşam
iradesine müdahalede bulunmaktır. Suriye halklarını tanımamaktır. Suriye’nin
yaşadığı tarihsel süreçten, fırsat yaratmaya ve devrim üretmeye çalışan
milliyetçi refleksleri canlandırmaya çalışan hiçbir yaklaşım sonuç
alamayacaktır. Suriye halkı tüm yaşayanlarıyla birlikte gerici ve emperyalist
saldırılara karşı direnmekte ve adım adım zafere yürümektedir. Ülkenin %80’lik
kısmını kontrol (14 kentten 13’ünü) eden Suriye ordu birlikleri ve sivil
savunma birlikleri çok kısa sürede Türkiye sınırlarına dayanarak, saldırgan tüm
güçlere tarihsel bir ders verecektir. Bir halk direniyorsa ve dört yıldır
gerici ve emperyalist saldırılardan yılmadan devleti ve rejimi ile birlikte
savaşıyorsa; bu halk kazanmış demektir. Başkaca her türden çaba beyhudedir.
Ömer Ödemiş
Odatv.com /09.11.2014
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)