19 Mayıs 2011 Perşembe

DR.HİKMET BORAN (TIBBİYELİ HİKMET)

   Hikmet Boran (d. 1901 - ö. 1945); Balıkesir'in Savaştepe bucağında doğmuştur. Posta-Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in oğludur. Ailesi Abhazya'dan sürülerek Çerkes göçmenleri arasında Trabzon'a gelmiştir. 1922 yılında askerî Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Orhan Boran'ın babasıdır.

 Ancak 31 delegenin katıldığı Sivas Kongresi’nde, Mustafa Kemal'e hitaben yaptığı konuşması ile tanınmıştır. Hikmet Boran, Milli mücadele sırasında İzmir'e giren ilk birlikte subay olarak görev almıştır. Mustafa Kemal'in, eserini emanet ettiği, Türk Gençliğinin aynasıdır. Hikmet bey; savaş yıllarından sonra hayatını genel cerrah olarak sürdürmüş, yakalandığı veremden kurtulamayarak genç yaşta vefat etmiştir.

1919'un Mart ayında, İstanbul'da, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, İngiliz birlikleri tarafından işgal edilmişti. Tıbbıye öğrencileri, okulu kurtarmak için çare aramaktaydılar. Okulun kuruluş yıl dönümü olan 14 Mart'ı topluca kutlamaya karar verdiler. Asıl maksatları işgal kuvvetlerine karşı ayaklanmaktı. Aynı gün, tıbbıye 3. sınıf talebesi olan Hikmet Bey önderliğinde büyük bir gösteri yaparak okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı astılar. Bunu gören işgal kuvvetleri, olaya müdahale ettilerse de durduramadılar. Bu sebeple 14 Mart, tıp camiasının emperyalist güçlerin karşısına resmen çıkışının yıl dönümü ve bugünkü Tıp Bayramı'nın sebebini oluşturdu. Tıbbıyelilerin, temsilci olarak seçtikleri Hikmet Bey, İstanbul'dan kaçtı ve Sivas'a giderek Sivas Kongresi'ne iştirak etti.

İstanbul Askeri Tıp okulu 3. sınıf öğrencisiyken, Tıp öğrencilerinin temsilcisi olarak katıldığı Sivas Kongresi’ndeki konuşması ile tanınmıştır. 7 Eylül 1919’da yapılan ikinci celsede verilen önergede Hikmet Bey'in de imzası vardır. Kongrenin 9 Eylül 1919 gecesi, mandacılık tartışmasında bu konuyla ilgili olarak Atatürk’e hitaben yaptığı konuşmada, 

« Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal (örnek olarak), manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz (lanetleriz). » 

demiştir. Bu sözler, duyduğu çoşku ve heyecanla söylenmiş olup büyük etki yaratmıştır.

Bu konuşmayı Mustafa Kemal şu sözleriyle değerlendirmiştir:

« Arkadaşlar, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın butun ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır,’" diyerek Hikmet Bey’e dönmüş ve "Evlat; müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamiz tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm! »

Mustafa Kemal'in bu sözleri üzerine Hikmet Bey de yerinden fırlayarak: "Var ol Paşam!.." demiş ve Mustafa Kemal’in elini öpmüştür.


Mustafa Kemal Atatürk, milli meselelerde askeri tıp öğrencilerinin öncü olduğu kanaatini çeşitli zamanlarda dile getirmiştir. Sivas Kongresi'nde Hikmet Bey'i alnından öperek; "Daima ilerici ve devrimci fikirlere alemdarlık etmiş olan tıbbiye’nin mümessili olan genç." diye tanıtması, Türk hekimleri için bir övünç kaynağı olmuştur.


Cumhuriyetin ilanından sonra bir gün sofra sohbetlerinde Atatürk, Hikmet Bey'i hatırlayarak, kendisinin bulunup milletvekili olmasını emretmiştir. Ancak bulunamayınca, yanlış bir haber olarak "öldü" denmiştir. Buna çok üzülen Atatürk, sofra sohbetini sona erdirmiştir. Atatürk'ün 1938'de vefatından sonra ise Hikmet Bey'in sağ olduğu ve Albay rütbesiyle bir askerî hastanenin başhekimliğini yapmakta olduğu öğrenilmiştir.

Kongreden sonra Hikmet Boran, yakın arkadaşı Yusuf Balkan’la birlikte, Dr. Adnan Adıvar’ın başhekim olduğu Ankara Cebeci Askeri Hastanesi’nde, bakteriyoloji uzmanı Tabip Albay İbrahim Tali Öngören’in başında bulunduğu laboratuvarda aşı yapımında çalıştılar. İki arkadaş, İbrahim Tali Bey’le beraber kendi üzerlerinde tifüs aşısı denenmesini, gönüllü olarak kabul ettiler. Bu davranış, kobay olarak kullanılmayı kabul etmek demekti. Gösterdikleri bu fedakârlık üzerine, Mustafa Kemal tarafından Hikmet ve Yusuf Beyler’e rütbe verilmiş ve maaş bağlanmıştır. Daha sonra da bu genç Tıp öğrencileri, Mustafa Kemal’den izin alarak Kurtuluş Savaşı’na katılmışlardır. Bir yıl kadar sonra Hikmet bey, tekrar İstanbul'a dönerek tahsilini tamamlamıştır.

1940'lı yıllarda, siyasetten uzak durmak için, kendi arzusuyla şark hizmetine gitmiştir. Sarıkamış'ta görev yaparken, bir erin, kar yüzünden, mahsur kaldığını öğrenmiş ve ona yardım etmeye gitmiştir. Ere ulaşmış, fakat bu sefer de ikisi birden mahsur kalmışlardır. Geceyi karlar arasında geçirdikten sonra, sabah birlikleri tarafından kurtarılmışlardır. Genç er sağlığına kavuşmuş, fakat Hikmet Bey tüberküloza yakalanmıştır. İstanbul'a senotoryuma nakledilen Hikmet Bey son 1 yılını burada geçirmiştir. O sırada Galatasaray Lisesi'nde yatılı okuyan oğlu Orhan Boran, bu bir yıl boyunca her hafta sonunu babası ile birlikte senotoryumda geçirmiştir. Fakat, maalesef, Hikmet Bey, streptomisinin bulunuşundan 1 yıl önce tüberküloz nedeniyle vefat etmiştir.

Tabip Yarbay Hikmet Boran'ın kabri, Karacaahmet Kabristanı'nın içindeki şehitliktedir.