Devletime, 47 yıllık askerî bilgi ve tecrübe birikimimle, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde hizmet verme imkânından mahrum bırakıldığım bu yargı sürecinde yapacağım hukuk mücadelesi, “Türkiye‟nin Çağdaş Hukuk Devleti standartlarına ulaşma” idealinin gerçekleşmesine mütevazı bir katkı sağlarsa, bir nebze müsterih olacağım ve buruk bir memnuniyet duyacağım. İçinde yaşadığımız dönemde, tarihin ve talihin omuzlarıma yüklediği misyonun bu olduğuna inanıyorum.
Şunu da önemle belirtmek isterim ki; durum ve şartlar ne olursa olsun, aziz vatanıma, yüce milletime, Ata‟mızın emaneti sevgili Cumhuriyet‟ime sadakat ve muhabbetle hizmetimin, Vatan Şairimiz Namık Kemal (1840-1888)‟in “Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin, / Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten.” dizelerinde ifade edilen kararlılık içinde, son nefesimi verene kadar süreceğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bunları anlatmaktan maksadım kesinlikle, ayrıcalıklı bir statü imasında bulunmak veya duygusal bir etki yaratmak değildir. Çünkü, “Mahkeme önünde kimsenin farklı bir görünüşü yoktur” (İn judiciis non est acceptio personarum habenda)
özdeyişinin çok yerinde, değerli ve önemli bir hukuk kuralını ifade ettiğini düşünüyorum. İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 7‟nci Maddesindeki “Herkes yasa önünde eşittir ve ayrım gözetilmeksizin yasanın korunmasından eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir” hükmünün daima dikkate alınmasının; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 10‟uncu Maddesindeki “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmü ile, Türk Ceza Kanununun 3‟üncü Maddesindeki “Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefî inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiç bir kimseye ayrıcalık tanınamaz” hükmünün herkese, her zaman, her yerde, her hal ve şartta, hiçbir etki altında kalınmadan, tavizsiz olarak uygulanmasının gerekliliğine gönülden inanıyorum.
Ancak, burada doğru olarak anlaşılması gereken husus, arzu edilenin “Kişiyi itibarsızlaştırmaya yönelik kaba ve hoyrat davranışta eşitlik” değil, “İnsan onurunun korunmasına hassasiyet göstermeye matuf, nezaketli ve uygar davranışta eşitlik” olduğudur. “Ergenekon Operasyonları” olarak isimlendirilen sürecin, bu anlayışla yürütüldüğünü söylemek mümkün değildir. Şüphesiz, 21‟inci Yüzyılın medeni aleminin bir üyesi olan ve Anayasa‟sında “Hukuk Devleti” olduğu yazılı bulunan Türkiye Cumhuriyetine, söz konusu süreçte yaşanan ilkel davranışlar hiç yakışmamaktadır. Yayımlanan ve yalanlanmayan Wikileaks Belgelerine göre; Türk Polisinin, Ergenekon Operasyonlarının başlatılması ve sürecin yürütülmesi konusunda brifing verdiği, görüş ve önerilerini aldığı, Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçilerinden James JEFFREY, Washington D.C.‟ye gönderdiği raporda, soruşturmaların yürütülme şeklini kendi ülkesi ile karşılaştırarak, şunları ifade etmiştir: “Amerika‟da savcılar benzer bir durumda, bir generali sorgulama ihtiyacı ortaya çıktığında onları ziyaret eder; Onlara iddianame hakkında bilgi verir, sahip olduğu hakları anlatır. Tutuklama gibi bir durum ise, ancak ciddi bir kanıt birikiminin sağlanması, mahkemede kabul edilmesi yüksek ihtimal olan bir iddianamenin hazırlanmasıyla mümkün olabilir. Burada ise durum farklıdır. Bilgi sahibi olduğundan şüphelenilen isimler bile otomatik silah taşıyan polisler tarafından ele geçiriliyor, basın önünde adeta küçük düşürülüyor. Her zaman bu şekilde gerçekleşen bu süreç, son zamanlarda üst düzey askerler ve onların arkadaşları için de aynen uygulanmıştır.”