Kimlik
siyasetinin temelleri:
YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER
Kimlik
kavramı 1970’lerden itibaren sosyoloji ve siyaset biliminde yoğun şekilde
kullanılmaya başlandı. Kavramın birey ve grup düzleminden toplum ve siyaset
düzlemine çıkarak sorunsallaşması yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı ile
yakından ilişkilidir. Batılı ülkelerde ırkçılığa karşı siyah hakları, 68 gençliğinin düzene yönelik anarşist protestoları, feminist hareket, gay ve lezbiyen
hareketi, nükleer karşıtları,
çevreciler ve üçüncü dünya
ülkelerindeki bazı sömürge sonrası (post kolonyal) siyasi akımlar,
yeni toplumsal hareketler olarak adlandırıldılar. Bu hareketler daha sonra kimlik siyasetine
dönüşecek olan yolu açtılar.
Tourain’e
göre, toplumdan sosyal sisteme geçiş, komünizmin çöküşü, modernleşmenin
başarısızlığı veya laneti ve psikolojik nedenlere paralel olarak günümüz
dünyasında, insanlar sadece yurttaş olarak tanımlanamazlar. Bundan
böyle daha iyi bir toplumsal düzen arayışı, insanların mesleki, ulusal, cinsel
geleneklere, görüşlere, çıkarlara ilişkin kişisel gerçeklerini dikkate almaksızın
sürdürülemez. Yeni toplumsal hareketlere ilişkin analizlerde, sınıf
mücadelesi ve ulusal kurtuluş hareketleri “eski sistem karşıtı hareketler” olarak tanımlanır. Feminizm, çevre,
etnik azınlık ve eşcinsellik ekseninde ortaya çıkan hareketlerin ise yeni
sistem karşıtı hareketler oldukları
iddia edilir. Bu hareketler, sınıf mücadelesi ve emperyalizme karşı ulusal
bağımsızlık gibi talepler etrafında örgütlenmenin geçersizliği varsayımı
üzerine kurulmuşlardır. Çünkü yeni toplumsal hareketlerin savunucularına göre “sistem”den
anlamamız gereken, emperyalizm ve sınıflı toplum düzeni değildir. Bu hareketler
mücadele hedefi olarak emperyalist tahakküme ve iktidarın sınıfsal yapısına
karşı kördürler.
Yeni toplumsal hareketlerin mücadele
stratejilerinde ekonomik ve sınıfsal sorunlar geri plandadır. Temel meseleleri
kimliklerini rahatça ifade edebilmek isteyen kesimlerin talepleri, katılım ve
sivil hakların elde edilmesi ya da korunmasıdır. Bu nedenle amaçları iktidarı ele geçirmek
değildir. Eşcinsellik veya çevre hareketi türünden
hareketler siyasi parti aracılığıyla verilecek mücadeleye mesafeli dururken,
etnik azınlık partileri kendilerini kültürel ve yerel siyasi taleplere
bağlamış, dernek-benzeri bir çizgide konumlanmışlardır. Touraine bu
hareketlerin tam da bu nedenle, “yeni”
olduklarını savunur. Stratejik hedefleri toplum içinde ve kültürel algı
kalıplarında karşımıza çıkan dışlayıcı, ötekileştirici eğilimlerin
dönüştürülmesidir. Örneğin feministler kadınlara yönelik cinsiyetçi kültürel
kalıpların, kadın-erkek eşitsizliğini yeniden-üretmek konusunda
zannedildiğinden çok daha fazla düzeyde etkili olduğuna dikkat çekerler.
Yeni toplumsal hareketlerin dönüştürmeye
yöneldiği “sistem” sosyo-kültürel düzen ile
ilgilidir. Bir başka deyişle düzenin sosyo-ekonomik ve
siyasal bir formasyon olarak algılanması ve hem ulusal hem uluslararası bir yapı
olarak görülmesi söz konusu değildir. Aksine her bir toplumdaki
kültürel kodlarla, normallik algısıyla, farklı kimliklerin ötekileştirilme
mekanizmalarıyla ilgilidir. Yeni hareketler, sınıfsal sömürünün ortadan
kaldırılmasıyla değil farklı kimliklerin tanındığı yatay bir toplumsal-kültürel
düzenin inşası ile ilgilenir. Bu noktada yeni hareketler kimlik
siyaseti biçimine dönüşürler. Siyasal olana toplumsal ve kültürel olan
üzerinden ilerlemek, kimlik siyasetinin temel statejisidir. Kimlik
siyasetinin ayırt edici vasfı, kimlikler ve kimlik sahipleri arasındaki farklılıkların
vurgulanmasıdır. Burada ortak
noktaları öne çıkarmayı önemsemez. Aksine bu eğilimin tektipleştirici ve “ortak”
olmayan unsurları dışlayıcı bir yaklaşım olduğunu savunur. Kimlik siyasetinin öne çıkardığı birey ya da
grubun kendi farkı olarak gördüğü özelliklerini kamusal alanda görünür
kılabilmesi ve bu haliyle kabul görmesidir.
Yöneldikleri hedefler dikkate alındığında
sınıf-temelli devrimci sistem karşıtı hareketlere “eski”, kimlik-temelli
hareketlere ise “yeni” denilmesi, özünde yanlış bir nitelemedir. Gerçekte bu
iki hareket birbiri ile kıyaslanamaz. Çünkü “eski”
hareketlerin değiştirmeye yöneldiği “sistem” ile “yeni” hareketlerin “sistem”
algısı aynı değildir. Yeni
toplumsal hareketler, öncelikleri arasında sosyo/kültürel kimliklerin ve
hakların tanınması olmamasından dolayı sistem karşıtı geleneksel solu yetersiz
bir ideolojik çerçeve olarak görürler. Kimlik siyasetini savunanlar, işçi
sınıfı hareketinde yer alanların kendi kararlarını veren özgür birer özne değil,
tarihsel bir zorunluluğu yerine getirmek için mücadele eden figürler olduğunu
iddia ederler. Buna karşılık sınıf siyaseti açısından
cinsel, dinsel, kültürel ya da etnik temelde toplumsal tanınma talep etmediği
müddetçe hiç kimsenin özne sayılamayacağı düşüncesinin ciddiye alınabilir bir
tarafı yoktur. Aksine yeni toplumsal hareketler, siyasetin dilini
kimlik-merkezli hale getirmek suretiyle sistem karşıtı olma potansiyelinden
uzaklaşmışlardır. Bu nedenle yeni toplumsal hareketler emperyalist sistemin
ihtiyaç duyduğu “majestelerinin
muhalefeti” işlevini yerine getirirler.
Emperyalist sistemde hiçbir yapısal değişiklik meydana getirme talepleri
yoktur. Özgürlük adına söylenenler bireysel ya da grupsal taleplerdir ve bu
anlamda sınıf çelişkisinin esasına ilişkin değildirler.
Sosyal refah devletinin krize girmesi ve
neoliberal karşı atağın başlamasından önce yeni toplumsal hareketler şu ya da
bu ölçüde sisteme karşı olan taleplerini sisteme yönelik en geleneksel
muhalefet yolu olan sol partilerin içinde ya da etkisinde dile getirme
eğilimindeydiler. Örneğin 1970’lerde ABD’de siyah haklarının radikal
savunucularından Kara Panter Partisi, kimlik siyaseti ile sınıf bilinci ve
sınıf-temelli analizleri bir arada kullanma eğilimindeydi. ABD’de siyahların uğradığı
kültürel ayrımcılığa karşı izlenen kimlik siyaseti ile bu kesimlerin aynı
zamanda Amerikan toplumunun en alt sınıfsal katmanlarını oluşturdukları
gerçeğinin bir bileşimi yapılmaya çalışılıyordu. Neoliberalizmin insiyatif
kazanması ve solun krizi, merkezkaç etkisiyle yeni toplumsal hareketlerin solun
ideolojik yörüngesinden kurtulmasını kolaylaştırdı. Böylece kimlik siyasetinin
kendine özgü kulvarı netleşti. Sınıf temelinde üretilmiş sol programlar ve
örgütlü, disiplinli parti anlayışı ile olan etkileşimini azalttı veya kesti.
Ancak kimlik siyasetinin siyasal akımlar yelpazesinin solunda konumlandığı
iddiası sürdürüldü. Bunun başlıca nedeni, neoliberalizmin kendi denetimi
altında “sol” bir muhalefete duyduğu ihtiyaçtı.
Yrd.Doç.
Atakan HATİPOĞLU
Adnan
Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
BİLİM
ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251
Yazının ilk bölümü için bkz.