20 Temmuz 2015 Pazartesi

Sola Yutturulmaya Çalışılan Zoka: Kimlik Siyaseti- 2 (Yeni Toplumsal Hareketler)




 Kimlik siyasetinin temelleri:
YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER

   Kimlik kavramı 1970’lerden itibaren sosyoloji ve siyaset biliminde yoğun şekilde kullanılmaya başlandı. Kavramın birey ve grup düzleminden toplum ve siyaset düzlemine çıkarak sorunsallaşması yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı ile yakından ilişkilidir. Batılı ülkelerde ırkçılığa karşı siyah hakları, 68 gençliğinin düzene yönelik anarşist protestoları, feminist hareket, gay ve lezbiyen hareketi, nükleer karşıtları, çevreciler ve üçüncü dünya ülkelerindeki bazı sömürge sonrası (post kolonyal) siyasi akımlar, yeni toplumsal hareketler olarak adlandırıldılar. Bu hareketler daha sonra kimlik siyasetine dönüşecek olan yolu açtılar.

   Tourain’e göre, toplumdan sosyal sisteme geçiş, komünizmin çöküşü, modernleşmenin başarısızlığı veya laneti ve psikolojik nedenlere paralel olarak günümüz dünyasında, insanlar sadece yurttaş olarak tanımlanamazlar. Bundan böyle daha iyi bir toplumsal düzen arayışı, insanların mesleki, ulusal, cinsel geleneklere, görüşlere, çıkarlara ilişkin kişisel gerçeklerini dikkate almaksızın sürdürülemez. Yeni toplumsal hareketlere ilişkin analizlerde, sınıf mücadelesi ve ulusal kurtuluş hareketleri “eski sistem karşıtı hareketler” olarak tanımlanır. Feminizm, çevre, etnik azınlık ve eşcinsellik ekseninde ortaya çıkan hareketlerin ise yeni sistem karşıtı hareketler oldukları iddia edilir. Bu hareketler, sınıf mücadelesi ve emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık gibi talepler etrafında örgütlenmenin geçersizliği varsayımı üzerine kurulmuşlardır. Çünkü yeni toplumsal hareketlerin savunucularına göre “sistem”den anlamamız gereken, emperyalizm ve sınıflı toplum düzeni değildir. Bu hareketler mücadele hedefi olarak emperyalist tahakküme ve iktidarın sınıfsal yapısına karşı kördürler.

   Yeni toplumsal hareketlerin mücadele stratejilerinde ekonomik ve sınıfsal sorunlar geri plandadır. Temel meseleleri kimliklerini rahatça ifade edebilmek isteyen kesimlerin talepleri, katılım ve sivil hakların elde edilmesi ya da korunmasıdır. Bu nedenle amaçları iktidarı ele geçirmek değildir. Eşcinsellik veya çevre hareketi türünden hareketler siyasi parti aracılığıyla verilecek mücadeleye mesafeli dururken, etnik azınlık partileri kendilerini kültürel ve yerel siyasi taleplere bağlamış, dernek-benzeri bir çizgide konumlanmışlardır. Touraine bu hareketlerin tam da bu nedenle, “yeni” olduklarını savunur. Stratejik hedefleri toplum içinde ve kültürel algı kalıplarında karşımıza çıkan dışlayıcı, ötekileştirici eğilimlerin dönüştürülmesidir. Örneğin feministler kadınlara yönelik cinsiyetçi kültürel kalıpların, kadın-erkek eşitsizliğini yeniden-üretmek konusunda zannedildiğinden çok daha fazla düzeyde etkili olduğuna dikkat çekerler.

   Yeni toplumsal hareketlerin dönüştürmeye yöneldiği “sistem” sosyo-kültürel düzen ile ilgilidir. Bir başka deyişle düzenin sosyo-ekonomik ve siyasal bir formasyon olarak algılanması ve hem ulusal hem uluslararası bir yapı olarak görülmesi söz konusu değildir. Aksine her bir toplumdaki kültürel kodlarla, normallik algısıyla, farklı kimliklerin ötekileştirilme mekanizmalarıyla ilgilidir. Yeni hareketler, sınıfsal sömürünün ortadan kaldırılmasıyla değil farklı kimliklerin tanındığı yatay bir toplumsal-kültürel düzenin inşası ile ilgilenir. Bu noktada yeni hareketler kimlik siyaseti biçimine dönüşürler. Siyasal olana toplumsal ve kültürel olan üzerinden ilerlemek, kimlik siyasetinin temel statejisidir. Kimlik siyasetinin ayırt edici vasfı, kimlikler ve kimlik sahipleri arasındaki farklılıkların vurgulanmasıdır. Burada ortak noktaları öne çıkarmayı önemsemez. Aksine bu eğilimin tektipleştirici ve “ortak” olmayan unsurları dışlayıcı bir yaklaşım olduğunu savunur. Kimlik siyasetinin öne çıkardığı birey ya da grubun kendi farkı olarak gördüğü özelliklerini kamusal alanda görünür kılabilmesi ve bu haliyle kabul görmesidir.

   Yöneldikleri hedefler dikkate alındığında sınıf-temelli devrimci sistem karşıtı hareketlere “eski”, kimlik-temelli hareketlere ise “yeni” denilmesi, özünde yanlış bir nitelemedir. Gerçekte bu iki hareket birbiri ile kıyaslanamaz. Çünkü “eski” hareketlerin değiştirmeye yöneldiği “sistem” ile “yeni” hareketlerin “sistem” algısı aynı değildir. Yeni toplumsal hareketler, öncelikleri arasında sosyo/kültürel kimliklerin ve hakların tanınması olmamasından dolayı sistem karşıtı geleneksel solu yetersiz bir ideolojik çerçeve olarak görürler. Kimlik siyasetini savunanlar, işçi sınıfı hareketinde yer alanların kendi kararlarını veren özgür birer özne değil, tarihsel bir zorunluluğu yerine getirmek için mücadele eden figürler olduğunu iddia ederler. Buna karşılık sınıf siyaseti açısından cinsel, dinsel, kültürel ya da etnik temelde toplumsal tanınma talep etmediği müddetçe hiç kimsenin özne sayılamayacağı düşüncesinin ciddiye alınabilir bir tarafı yoktur. Aksine yeni toplumsal hareketler, siyasetin dilini kimlik-merkezli hale getirmek suretiyle sistem karşıtı olma potansiyelinden uzaklaşmışlardır. Bu nedenle yeni toplumsal hareketler emperyalist sistemin ihtiyaç duyduğu “majestelerinin muhalefeti” işlevini yerine getirirler. Emperyalist sistemde hiçbir yapısal değişiklik meydana getirme talepleri yoktur. Özgürlük adına söylenenler bireysel ya da grupsal taleplerdir ve bu anlamda sınıf çelişkisinin esasına ilişkin değildirler.

   Sosyal refah devletinin krize girmesi ve neoliberal karşı atağın başlamasından önce yeni toplumsal hareketler şu ya da bu ölçüde sisteme karşı olan taleplerini sisteme yönelik en geleneksel muhalefet yolu olan sol partilerin içinde ya da etkisinde dile getirme eğilimindeydiler. Örneğin 1970’lerde ABD’de siyah haklarının radikal savunucularından Kara Panter Partisi, kimlik siyaseti ile sınıf bilinci ve sınıf-temelli analizleri bir arada kullanma eğilimindeydi. ABD’de siyahların uğradığı kültürel ayrımcılığa karşı izlenen kimlik siyaseti ile bu kesimlerin aynı zamanda Amerikan toplumunun en alt sınıfsal katmanlarını oluşturdukları gerçeğinin bir bileşimi yapılmaya çalışılıyordu. Neoliberalizmin insiyatif kazanması ve solun krizi, merkezkaç etkisiyle yeni toplumsal hareketlerin solun ideolojik yörüngesinden kurtulmasını kolaylaştırdı. Böylece kimlik siyasetinin kendine özgü kulvarı netleşti. Sınıf temelinde üretilmiş sol programlar ve örgütlü, disiplinli parti anlayışı ile olan etkileşimini azalttı veya kesti. Ancak kimlik siyasetinin siyasal akımlar yelpazesinin solunda konumlandığı iddiası sürdürüldü. Bunun başlıca nedeni, neoliberalizmin kendi denetimi altında “sol” bir muhalefete duyduğu ihtiyaçtı.

Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251
Yazının ilk bölümü için bkz.