Erdoğan Notları
İLK akşam
çok sakindi halbuki.
Kaldığı otel Peninsula’nın hemen karşısındaki St. Regis Oteli’nde bir
toplantısı vardı. Yürüyerek geçti. Ağır ağır. Rahatlamış. Herkesle konuşup
fotoğraf çektirerek. Ama sonra ertesi gün Birleşmiş Milletler Genel Kurul
konuşmasını yapınca, içeri girenlerden ikili temaslarda meseleleri ele alış
tarzını dinlediğimde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın içindeki hırs ve öfkenin
değişmeyeceğine bir kez daha ikna oldum. Tek fark, zaman zaman sadece yön
değiştiriyor.
Başkan Yardımcısı Joe Biden’la görüşmesinde de yapmış. Fetullah Gülen’le
başlanıyor. Arada Reza Zarrab’a dair bölümler var. Sonra Suriye’ye geçiyorlar.
Ve salonda bulunanlardan Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett
McGurk’ün şubatta Kobani’ye gidip YPG’den ödül almasına getiriyor konuyu. Ağır
biçimde eleştiriyor. McGurk o sırada oturduğu yerden kaykılıp Erdoğan’ın
kendisini kast ettiğini belli ediyor. ‘Tamam mesajı aldım’, demek istiyor.
Ancak Erdoğan hırsını alamıyor. Toplantı bittikten sonra Amerikalıları salondan
uğurlarken bu sefer McGurk’ün yüzüne de söylüyor. “Bir daha yapma” diyor.
*
AMERİKALILAR ise her zamanki gibi dinliyorlar. Biden, diplomatik konuşmaya
dikkat ediyor. Ancak muhtemelen bu tavrı Erdoğan’ı daha da rahatsız ediyor.
‘YPG’ye silah verildiğini’ söylediğinde Biden’ın “Haberim yok” demesi,
Erdoğan’ın ne anlayabileceği ne de kabul edebileceği bir şey çünkü.
Bu yöntem, Türkiye ve Amerika arasındaki farklılıkların aşılmasını sağlar
mı, bilmiyorum. Yaşanan şey, sadece söylem üzerinden baktığınızda, Batlı
entelektüellerin tekrar etmeyi çok sevdiği “Soğukkanlı Batılı, duygusal Doğulu”
çelişkisi çünkü. Ve bunun masada nasıl sonuç verdiğinin de tarihte birçok
örneği var.
*
FAKAT mesele şu ki, iş gittikçe tırmanıyor. Ve Erdoğan da bunu devam
ettiriyor. Amerikalılar bahsetmek istemiyorlar mesela. Gülen meselesinde
söylemlerini sonunda değiştirdiler. Ankara ve Washington arasındaki YPG
çatlağını da mümkün olduğunca örtmeye çalışıyorlar. Tel Abyad’da geçen hafta
Amerikan askerlerine ateş açılması olayında gördüm. Önce yazılı açıklama
yapacaktı Pentagon. Sonra “Konu hassas, ancak şu birim bilgi verebilir”
dediler. O birime gittim. Bu sefer de onlar, “Ancak sözlü olarak perde arkası
anlatabiliriz, yazılı ve on the record olmaz” dediler. Eğer bir yaralanma olayı
olsa 2003 Çuval Olayı’ndan beri iki tarafın askerleri arasında yaşanmış en
büyük krizdi. Ama Amerikalılar işi büyütmemek için ellerinden geleni yaptı.
Erdoğan ise tam tersine New York’a geldiğinde üstüne üstüne gitti. Biden’la
aralarında geçen silah yardımı konuşmasını halka açık bir toplantıda kendi
duyurdu.
*
BU yeni bir tavır. Örneğin mesele ABD’yi ilgilendirdiğinde, Erdoğan’ın
eskiden gözettiği bazı ölçüleri terk ettiği gözleniyor. Erdoğan’ın ABD
karşısındaki tonunun daha da sertleştiğini, diplomatik kontrolü bir tarafa
bıraktığını söylemek mümkün. Bu gezi, Erdoğan’ın bu başlıklardaki hassasiyetini
de bir kenara bıraktığını gösteren örneklerle doluydu. Zira Biden’la olan
toplantıda öyle şeyler aktarıyor ki Erdoğan... Detayları yakında ortaya çıkacak
öyle ağır suçlamalar var ki...
*
BU gerginlik politikasının işaretlerini Türkiye’nin Washington Büyükelçisi
Serdar Kılıç’ın açıklamalarında da görüyorsunuz. Bahçeşehir Üniversitesi, New
York’ta 15 Temmuz darbesiyle ilgili bir panel düzenledi. Eski Başbakan Mesut
Yılmaz’ın yönettiği oturumda Kılıç da söz alarak bir konuşma yaptı. Ve hem
darbe gecesi olayı kınamadıkları için hem de Gülencilere olan yaklaşımları
nedeniyle Amerikan Yönetimi’ni ağır biçimde suçladı. O gün benim salonda
gördüğüm, eskiden ilişkilerdeki gerginliklerin aşılması için yumuşak bir tonda
olmaya dikkat eden Büyükelçilik, şimdi başka bir düzleme geçmişti.
*
NEW York’a gelirken yeni çizgisi için nasıl bir hazırlık yaptı Erdoğan
bilmiyorum. Ama bu konuda çok sembolik bir ayrıntı var. Bu sefer ilk defa
ABD’ye Ankara’dan kendi araçlarını da getirtmişti. New York’ta, Türkiye’deyken
kullandığı üç zırhlı Mercedesiyle dolaştı. Ve üstüne özel güvenlikler vardı.
Tabii bunlar düşünülürken, New York’tayken Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın
e-postaları hack edildi ama fiziki bir duruma karşı bütün önlemler alınmıştı.
Ne kadar daha tırmanacak göreceğiz şimdi. Gülen krizi, YPG çatlağı daha ne
kadar büyüyecek bekleyip anlayacağız. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerinin, tam
ABD’deki kasım seçimlerinden evvel çok kritik bir kavşaktan geçtiğine şüphe
yok. Kavşakta ışık yok. Ve iki taraf da hız kesmeden giriyor.
Tolga TANIŞ- Hürriyet / 25.09.2016
3 Ana Görüş Ayrılığı
ÜÇ temel
konuda temel görüş ayrılığı var.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Eylül’de New York’ta ABD Başkan
Yardımcısı Joe Biden ile olan toplantısına da damga vuran üç ayrılık. ABD ile
Türkiye arasında ilişkiyi olumsuz yönde etkileyen bu üç meseleyi Amerikalılar
nasıl ele alıyorlar, aktarmaya çalışacağım.
1- GÜLEN: Türkiye, 15 Temmuz’dan sonra Fetullah Gülen’in hızla iade edilmesini istiyor. ABD ise başta belirlediği o anlaşılmaz tutumunu değiştirdiği halde bu talebin bir çırpıda yerine getirilemeyeceğini dile getiriyor. Evet, 16 Temmuz’a göre müspet epey bir değişim oldu. Çünkü başta kavrayamadı Amerikalılar. Obama’ya altı yıl (2009-2015) en yakın isimlerden biri olarak çalışan Phil Gordon’ın geçen hafta Washington Enstitüsü’nde yaptığı bir konuşmada dediği gibi, “ABD’nin darbeyi küçümseme eğilimi yüzünden ABD tarafından neredeyse ihanete uğradığını düşünen Türklerin hislerini anlamada başarısız oldular”. Sonradan dank etti. O yüzden “Kanıt gösterin” yerine “Beraber çalışıyoruz” demeye başladılar. O yüzden iade taleplerine normalde iki savcı bakarken, Amerikan Adalet Bakanlığı Gülen dosyasına altı savcı atadı. Ancak bir yandan da Gülen’le ilgili bütün ihalenin şimdi Amerikan Yönetimi’ne kalmasını da kabul etmiyorlar. Hafta içi Türk Hükümeti’ne yakın Turkish Heritage Organization’ın Washington’da bir paneli vardı. Konuşmacılardan gazeteci Nedim Şener, Gülen’in 2008’deki Yeşil Kart davasına getirdi konuyu. Gülen’e referans mektubu veren ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi (1989-1991) Morton Abramowitz’i hatırlattı. Dinleyicilerden emekli büyükelçi Jim Holmes da bunun üzerine söz alıp, “Morton Abramowitz’in mektubu imzalamadan önce konuyu Türk Hükümeti’yle görüştüğünü biliyorum. Gülen hakkında devam eden bir dava var mı ve böyle bir mektubu yollamasına itirazları var mı diye sordu. Bir dava olmadığını ve böyle bir mektup yazılmaması için bir sebep bulunmadığını söylediler” dedi. Abramowitz’le görüştüm. Ki kendisi Gülen Cemaati’ne en yakın duran kişilerdendir. “Hatırlamıyorum ama Jim’in dediğine güvenirim” dedi.
2- IŞİD: Bir dizi
farklılık var. Esad’a bakıştan, Suriye’deki Sünni gruplara, Irak Başika’daki
Türk askeri varlığına. Ancak ABD için öncelik IŞİD iken, Türkiye’nin ağırlıklı
tehdit saydığı YPG temel ayrılık konusu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden
görüşmesinde ABD’yi YPG’ye silah vermekle suçlaması üzerine üst düzey bir
Pentagon yetkilisiyle görüştüm. Çünkü Biden’ın o görüşmede “Haberim yok”
demesine rağmen Savunma Bakanı Ash Carter’ın Kürtlerin (YPG) ana unsur olduğu
SDG’ye silah verildiğini ve verilmeye devam edeceğini söylemesi de, müttefikler
arasında olması gereken güven ilişkisiyle bağdaşmayan bir yaklaşım. Yetkili,
SDG’ye silah yardımlarının operasyon bazında yapıldığını, en son Menbiç’in
kurtarılmasından beri (haziran) yardım olmadığını, şimdi Rakka başlamadan
yeniden cephanelik ve küçük silah yardımı yapılacağını söyledi. “Rakka’da SDG
olacak” dedi. Ve Türkiye’nin operasyona katkı verme beklentisine sıcak
bakılmadığını belli etti. Gerçi Türk Ordusu’nun ÖSO güçleriyle Dabık’a
ilerlerken IŞİD’in bu hafta kentteki ailelerini tahliye ettiğini ve ABD tarafı
olarak Türkiye’ye destek olduklarını vurguladı yetkili. PYD konusundaki çatlak
sürecek. Ama daha önce Musul Harekâtı’nda Türkiye’nin Başika’daki askeri
varlığı ve Başika kampında eğitim verdiği Sünni unsurların kuşatmada rol
almasına ilişkin yürüttüğü diplomasinin de sorun yaratacağı anlaşılıyor.
Amerikalılar muhtemelen Türkiye’nin Başika için Irak Hükümeti’nden izin almamasını
gerekçe gösterip “Hayır” diyecek.
3- ZARRAB: Bir hayli riskli bir mesele. Çünkü Erdoğan, kamuoyuna da açıkladığı şekilde Biden görüşmesindeki tutumuyla artık doğrudan bu işin bir tarafı haline geldi. Bir konuda verdiği bilgi doğruydu. Davaya bakan hâkimin 2014’te Gülen’e yakın bir avukatlık bürosu tarafından Türkiye’ye davet edilmesi meselesi. Yargıç Richard Berman’ı ağırlayan avukatlık bürosunun 15 Temmuz’dan sonra polis tarafından basıldığı, bazı ortaklarının yurtdışına kaçtığı basına yansımış olan bir husus. Aynı şekilde, Reza Zarrab’ı suçlayan başsavcı Preet Bharara’nın kendisini de davaya konu etmesi nedeniyle çekincesini dile getirmeye Erdoğan’ın elbette hakkı vardı. Ancak başsavcı hakkında sonradan doğru olmadığı ortaya çıkan bir iddia ortaya atması, daha önce Türkiye’de hiç bulunmamış Bharara’nın da Gülenciler tarafından Türkiye’de ağırlandığını öne sürmesi kuşkusuz sıkıntılı bir durum.
*
GÖRÜLECEĞİ gibi her üç başlıkta da önemli bir ilerleme yok. Ayrıca yaklaşan ABD seçimleri de bir beyaz sayfa seçeneği sunmayacak. Çünkü önümüzdeki dört ay içinde IŞİD’le mücadele ve Zarrab Davası’nda yaşanacak gelişmeler, yeni sıkıntılara yol açabilir.
GÖRÜLECEĞİ gibi her üç başlıkta da önemli bir ilerleme yok. Ayrıca yaklaşan ABD seçimleri de bir beyaz sayfa seçeneği sunmayacak. Çünkü önümüzdeki dört ay içinde IŞİD’le mücadele ve Zarrab Davası’nda yaşanacak gelişmeler, yeni sıkıntılara yol açabilir.
Şimdi geriye dönüp bakınca, her iki tarafın da hataları
oldu. Amerikalıların 15 Temmuz’dan sonraki kabul edilemez yaklaşımı kadar
Türkiye’de ABD’yi hedef alan komplo teorileri de işi çetrefilleştirdi. Hepsinin
üstünde bu gerginliğe çok sayıda aktörün angaje olması sonucu, Türkiye ve ABD
arasındaki ilişkilerin önemini savunacak insan sayısı epey azaldı. Sonuç
itibariyle Türk ve ABD ittifakı bir hayli yalnız.
Tolga TANIŞ- Hürriyet / 02.10.2016