26 Ağustos 2015 Çarşamba

BARIŞ NASIL SAĞLANIR ?

Barış güzel bir sözcük. Eskiden Barış Derneği vardı. Öncülüğünü Behice Boran yapıyordu. Dernek, 1951’de Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıktığı için kapatıldı. Mahmut Dikerdem’in 1970’lerde canlandırıp yeniden kurduğu dernek 1979’da Dünya Barış Konseyi’ne kabul edildi. 1949’da kurulan Konsey emperyalizme, silahlanmaya karşıydı; ulusal bağımsızlığı, iktisadi ve toplumsal kalkınmayı savunuyordu. “İnsan hakları”nı da savunuyordu. Emperyalizm henüz bu kavramı ele geçirip “insan”ın değil, etnik ve dini grupların, “ötekileştirilenler”in haklarına ve “tarihimizle yüzleşelim” taleplerine indirgememiş, kendi stratejilerine alet ederek küresel güçlerin arabasına bağlayıp ulusların üzerine sürmemişti. Masum bir kavramdı “insan hakları”. Onu savunanlara AB fonlarından maaş bağlamıyorlardı mesela.

Barış Derneği’nin değerli üyeleri “Sovyet maşası” olarak görüldüler ve 12 Eylül Darbesi’nden sonra tutuklandılar. Derneğin kurucusu, sosyalist, yazar, hariciyeci, şair Dikerdem cezaevinde yok edildi.

TAHKİMLİ BARIŞ

Bugünkü “barış”a gelince...

KCK, “tahkim edilmiş ateşkes” istedi. Ertesi gün Demirtaş PKK’yi “elini tetikten çekme”ye ve “tahkim edilmiş ateşkese uyma”ya davet etti. Eşzamanlı, ilginç bir terminolojik tutarlılık... Terim bende -gençlerin dediği gibi- “saplantı yaptı.” PKK’nin askeri sözlüğünde böyle bir kavramın olduğunu sanmıyorum. Birtakım müzakerelerden kapmış olmalılar. Basın bunu “güçlendirilmiş ateşkes” diye parantez içinde açıkladı. Oysa bazı sözcükler gâvurcaya çevrildiğinde anlam taşır, dolayısıyla çevrildiğinde bir anlam taşısın diye kullanılır. Askeri sözlüklere baktım. Amerikalılar buna herhalde “Fortified truce” gibi bir şey diyorlar; tam olarak, savaşan iki askeri gücün kendi tahkimatlarını, müstahkem mevkilerini muhafaza ederek “özel bir maksatla savaşı durdurmak” için vardıkları anlaşma; “mahalli olan mevziî mütareke” anlamına geliyor. Yani bizatihi ateşkesin tahkim edilmesi değil, tahkimatı muhafaza ederek ateşkes... Bu durumda PKK, “tahkimatımı bozma, kaldığımız yerden (çözüm süreci, Dolmabahçe mutabakatı vs) devam edelim; anlaşamazsak çatışmayı tırmandırırım” diye bir talepte bulunmuş oluyor.


Bu arada MED Nuçe televizyonuna konuşan Cemil Bayık, “tahkim edilmiş ateşkesin izlenmesi için izleme komitesini kabul ederlerse” diye şart koşuyor. HDP ise BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı’na Türkiye’ye karşı “savaş suçu” ve “insanlığa karşı suçlar” kapsamında işlem başlatılması için başvurdu. Askeri tahkimatlarını muhafaza ederek sorunlarını emperyalizmin bütün platformlarına taşımaya çalışıyorlar.

BARIŞ OLURSA NE OLACAK?

İnce askeri diplomasi sürerken saf anlamda “barış” talepleri yükseliyor. HDP’nin nüfuz ettiği ya da kuyruğuna taktığı sosyalist solun bazı kesimleri ile bazı CHP milletvekilleri “Barış Bloku”nu oluşturuyorlar. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre (13.08.15) HDP, ÖDP, Haziran Hareketi’nin bazı bileşenleri, SDP, EMEP, SYKP, Yeşiller, Sol Gelecek, DİP, DSİP vs. CHP milletvekilleri, çeşitli sendikaların yer aldığı seksen grubun imza koyduğu “Barış Bloku” seçimlere tek çatı altında girmeye hazırlanıyor. Bu hareketlerin tabanında yer alan insanların Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine karşı olmadıklarını çok iyi biliyorum. Sessiz kalıyorlar ve karşı çıkmıyorlar, çünkü önlerinde güçlü bir alternatif cephe göremiyorlar.

“Barış Bloku”nun savunduğu barışın içeriği yok, sadece sembolleri var. Semboller, son barış mitinginde görüldüğü gibi, Apo posterleri ve PKK bayraklarından oluşuyor. Kullanılan sloganlar ise siyasi taleplerden değil, içi boş temennilerden oluşuyor: “Silahlar sussun, operasyonlar durdurulsun”, “Savaşa hayır, barış hemen şimdi”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Adil, onurlu barış hemen”, “Muhatapsız çözüm olmaz”, “Biz anneyiz, savaşsız bir dünyadan yanayız.” Teorik derinliği ve uzun bir slogan geçmişi olan sosyalistlerin böylesine içeriksiz sloganlara katlanmaları bile tuhaf. Savaş niye var, hemen barış olursa ne olacak?

Yazının başlığındaki soruya gelirsek, ulusal alanda barış, emperyalizme karşı mücadeleyi, yabancı askeri üslerin kapatılmasını, Misak-ı Millî sınırlarının korunmasını, kaynakların toplumsal kalkınma için kullanılmasını gerektirir. Barış ancak, bütün bireyleri “eşit yurttaşlık” ilkesinde birleştiren, onların etnik kimliklerine ve dini inançlarına kör bir laik kurucu anayasayla sağlanabilir. Barışın temel harcı laisizmdir. Alternatifi mezheplerin, etnik grupların iç savaş felaketi ve parçalanmadır.

Uluslararası alanda ise nihai barış, ancak üretim araçlarında özel mülkiyetin bütün dünyada kaldırılmasıyla mümkündür. Silahlanmayı ve savaşları önleyecek tek şey, olanca kâr hırsıyla birlikte kapitalizmi yok etmek, sermayenin özel ellerde birikmesini önlemektir. Buna sosyalizm diyoruz; alternatifi çürüme ve barbarlıktır.

YAVUZ ALOGAN / Aydınlık- 15.08.2015