Graham Fuller, vebsitesi’nde
(grahamefuller.com) ilk olarak 16 yaşında, National Geographic dergilerini
okurken “Ortadoğu” ile tanıştığını, orada gördüğü bölgeye ait manzaralardan, kültürden
etkilendiğini ve Arapça öğrenmeye karar verdiğini yazıyor. Üniversitede okurken
de, Ortadoğu ve Rusya üzerine çalışmış. Hep akademisyen olmak istemiş, ancak
kendisini istihbarat dünyasında bulmuş. Bu durumu, çok sevdiği bölgeyi ilk
elden öğrenebilmesi bakımından “olağanüstü” bir şans olarak değerlendiren
Fuller, 20 yıl boyunca Türkiye, Lübnan, Suudi Arabistan, Yemen, Afganistan ve
Hong Kong’da operasyon görevlisi olarak CIA’ye hizmet ettiğini, daha sonra
CIA’de “başanalist” olarak görevlendirildiğini yazıyor. ABD yönetimiyle 25 yıl
çalıştıktan sonra da, “artık ayrılma zamanı geldi” diyerek ayrıldığını,
Kaliforniya’da Batı Yakası’nın en büyük “think tank” kuruluşu olan RAND’a
“kıdemli siyaset bilimci” olarak katıldığını, 2004 yılında Kanada’ya göç
ettiğini ve şimdi de Vancouver Simon Fraser Üniversitesi’nde tarih okuttuğunu
ifade ediyor. Bu arada; İslamiyet’e, Ortadoğu’ya ve Asya’ya olan ilgisini hiç
kaybetmediğini, İslami köktencilik, Şii İslam Arap, Türk, Kürt ve İran
siyasetleri üzerine kitaplar yazdığını ilave ediyor.
Bağımsız gazeteci,
tarihçi ve ekonomist Frederick
William Engdahl’ın 20 ve 25 Mayıs 2013 tarihlerinde yazdığı iki
makalede Fuller ile ilgili şu bilgileri veriyor:
·
15 Nisan 2013 tarihinde ABD’de gerçekleştirilen,
3 kişinin yaşamını yitirdiği ve 264 kişinin yaralandığı Boston maratonu’na
yönelik bombalı saldırıyı gerçekleştiren Tsarnaev kardeşlerin amcası Ruslan
Tsarnaev Fuller’in kızı Samantha ile
evlidir.
·
Fuller, en yetkili olmasa
bile CIA’nin 1980’lerde en önemli ajanlarından biridir. CIA direktörü Bill
Casey ve Regan yönetimini, Suudi Arabistan, Pakistan ve diğer ülkelerden
Müslüman köktendinci Selefilerin ve Cihadistlerin silahlandırıp eğitilerek
Sovyet işgalindeki Afganistan’a gönderilmeleri konusunda ikna etmiştir. Bu
mücahitlerin en ünlüsü de Usame Bin Ladin’dir. Bu anlamda Fuller, El-Kaide’nin kurucu babasıdır.
·
Regan yönetimi’ni, sekiz yıl süren İran-Irak
savaşı boyunca İsrail üzerinden İran’a silah yardımı yaparak savaşın dengede
tutulması fikrine ikna eden kilit CIA yetkilisidir. İran-Kontra veya Irangate
skandalı olarak da bilinen olayların arkasındaki kilit kişi Fuller’dir.
·
Engdahl makalesinde, Füller’in beyan ettiği; “İslam’ın evrimini yönlendirme politikası
ve onlara bizim düşmanlarımızla savaşmaları için yaptığımız yardım
Afganistan’da harika bir şekilde çalışmıştır. Aynı doktrin Rusya’nın geri
kalanını istikrarsızlaştırmak ve özellikle Çin’in Orta Asya’daki etkisine karşı
koymak için kullanılabilir” fikirlere yer vererek, ünlü ajanının Pentagon
ve CIA bağlantılı RAND Corporation’a geçtikten sonra Orta Asya’da ABD
çıkarlarını geliştirmek için Müslüman kuvvetlerin kullanılması üzerine
çalıştığını belirtiyor.
·
Fuller Morton Abromovitz ile birlikte, resmi ve gayri
resmi olarak, Fethullah Gülen’in ABD’de ikamet etme izninin alınmasını sağlayan
kişidir.
·
İslam’ın evrimleştirilerek, Ortadoğu- Rusya ve
Asya’nın çeşitli bölgelerinde ABD çıkarları adına kullanılmasının
teorisyenidir.
(Aktaran: Mehmet BORİ
/16.06.2013)
Kendisini ABD yönetimine 25 yıl hizmet
ettikten sonra Kanada’da tarih hocalığı yaptığı şeklinde sunan CIA’nin önce
operasyonel görevlisi, daha sonra teorisyeni Fuller, bunun yanısıra, halen İslamiyet’e, Ortadoğu’ya ve Asya’ya
olan ilgisinin sürdüğünü buyuruyor. Türkiye’de 7 Haziran’da yapılan seçimlerin
hemen ardından, 22 Haziran’da kendi sitesinde “Türkiye Dış Politikasını
Değiştiriyor mu ?” başlıklı bir makale yazdı. Makale gerçekten Fuller’in
ilerlemiş yaşına rağmen bölgeye olan ilgisinin sürdüğünü doğruluyor. Makale,
AKP’ye yapılan bir çeşit “güzelleme”…Makaledeki olumsuz düşünceler, genellikle
Erdoğan’ın son birkaç yılındaki kişilik değişiklikleri ile ilgili olarak
vurgulanıyor. Fuller’in AKP ve Erdoğan’ın izlediği politikalarla ilgili olumlu
görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:
1. AKP, Türkiye’nin
İslami miras ve kimliğini kucaklamıştır. Bu politika toplumda geniş bir kabul
görmüştür. Yıllardır resmi, otoriter sekülarizmin baskısı altında tutulan
toplumun geniş kesimleri bundan kurtulmuştur. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu
dönemindeki merkezi rolünü yeniden farketmiş ve benimsemiştir.
2. Türkiye, ABD’nin
Ortadoğu’da izlediği anahtar politikalrla arasına mesafe koymuştur.
3. Davutoğlu’nun
“komşularla sıfır sorun” politikası, yeni bir ideolojik açık görüşlülük ve
esnekliği benimsedi. Bu, tüm komşularıyla uzun süredir var olan ideolojik
düşmanlığı terk etmesi anlamına geliyordu. Ankara’nın kurduğu yeni ilişkiler,
Türkiye’nin bu bölgedeki ekonomik ve siyasi çıkarlarının geliştirilmesine neden
oldu.
4. Davutoğlu,
bölgenin zayıflığının ana nedeni olarak gördüğü demokratik değerlerin
geliştirilmesine büyük önem veriyor.
5. Türkiye, artık tüm
dünya ile ilgileniyor (Rusya,Çin, Merkez Asya Ülkeleri, Şangay Örgütü, Afrika,
Latin Amerika); tüm müslüman dünyası’nda İslami kültürün muhafazasına ve İslami
gelişimin desteklenmesine önem veriyor.
6. Ankara, önceleri,
Müslüman dünyasının gelişimini sağlamanın en iyi yolunun okul açılması olduğunu
düşünen “Hizmet”i teşvik etti.
7. Türkiye’nin
ekonomisi dünya’da 16.sıraya yükseldi.
8. Türkiye, orduyu
politikadan uzaklaştırarak demokratikleşti.
9. AKP, anahtar dış politika konularında ABD’ye hala
“hayır” diyebilecek özgüvene sahiptir.
Bunun yanı sıra; Fuller,
Erdoğan ile olumsuzlukları da şöyle sıralıyor:
1. Türkiye’de gerçekleşen parlamento seçimlerinde,
Erdoğan’ın çoğunluğu kaybetmesini memnuniyet verici bir haber olarak
değerlendiriyor.
2. Son birkaç yıldır Erdoğan’ın kendisini gereğinden
fazla önemsediğini, artan şekilde kendini beğenmişlik tavrı ve tutarsız yönetim
tarzı içine girmiş olduğunu ifade ediyor.
3. Vaşington’un Erdoğan’ın son yıllardaki
politikalarından ve önceden kestirilemeyen tavrından giderek artan şekilde rahatsızlık
duyduğunu haber veriyor.
4. Erdoğan’ın, Suriye’de Esad’ın her ne pahasına
olursa olsun devrilmesi kendini kaptırmış olmasını büyük bir hata olduğunu
söylüyor.
5. Erdoğan’ın yeni ve tehlikeli megalomanisi’nin ve
kişisel tutkularının kısıtlanması gerektiğini düşünüyor.
Fuller, seçimler ve sonrasındaki süreci de şöyle
değerlendiriyor:
1. Seçimler Erdoğan’ın kendisi ve onun başkanlık hırsı ile ilgili bir
referendum olmuştur.
2. AKP, şu durumda, oyların çoğunluğunu almış olsa bile bir ya da daha
fazla muhalefet partisinin katılımı olmaksızın bir hükümet oluşturabilecek güce
sahip değildir.
3. Vaşington’un, kurulacak yeni bir hükümetin (koalisyon olsa bile),
Türkiye’nin dış politikasında belirgin değişikler yapacağını düşündüğünü; ancak
kendisinin, Erdoğan’ın erken dönemde
yaptığı temel dış politika ataklarında belirgin bir değişikliği mümkün görmediğini
ifade ediyor. Türk dış politikasında önemli ölçüde bir değişikliğe gidebilecek
bir siyasi kombinasyonun şimdilik ortada olmadığını belirtiyor.
4. Yeni kurulacak hükümet ne olursa olsun, Türkiye’nin dış
politikası’nda AKP iktidarında sağlanan kilometer taşları kalıcı olacaktır.
5. Artık Türkiye “sadık bir Amerikan müttefiki” olma durumuna geri
dönmeyecektir.
6. Bundan böyle, tekrar İslami kimliği’ni inkar etme yoluna hiçbir zaman
girmeyecektir. Bununla birlikte, olasılıkla İslami söylem vurgusunu bir miktar
azaltacaktır.
7. “Hizmet” okulları ağını ve vakıfları ortadan kaldırmayacaktır.
8. Türkiye, petrol olmasa bile, dünyada en önemli Müslüman ülke olmayı
sürdürecektir.
9. Yeni bir hükümet, “Müslüman Kardeşler”e daha az sempati duyacak;
ancak onu reddetmeyecektir de…
10. Yeni bir hükümet, önemli komşusu İran’la işbirliği yapacaktır.
Avrasya ile bağlarından vazgeçmeyecek ve Vaşington’dan bağımsız stratejisini
sürdürecektir.
11. Herhangi bir hükümet şeklinin dış politika’da bu ya da şu şekilde
bir değişiklik ortaya koyması beklenmemelidir.
Sonuç olarak;
ABD, AKP ve onun izlediği politikalardan
genel olarak memnundur. “Erdoğan”ın kişisel özelliklerinden ve tavırlarından
hoşnut değildir. 7 Haziran seçim sonuçlarından, “Erdoğan”ın çoğunluğu
sağlayamamış olması nedeniyle memnuniyet duymaktadır. Fuller, iktidara kim
gelirse gelsin, artık izlenecek politikalarda önemli değişiklikler
beklenmediğini ifade etmektedir.
Türkiye’deki
mevcut parlamenter sistemde, ne kadar seçim yapılırsa yapılsın, “AKP”siz bir
iktidar düşünülemez. Tayyip Erdoğan’ın olmadığı bir siyaset sahnesinde, AKP
veya benzerinin tek başına iktidarı, bu olamıyorsa mevcut kadroları dikkate
alındığında en iyi koalisyon seçeneğinin AKP-CHP-HDP koalisyonu (“çözüm süreci”nin
devamını sağlayacak, liberal ekonomik politikaları sürdürecek, ortadoğu,asya ve
afrika’da ve hatta Rusya,Çin,İran ile kurulacak ilişkilerde ABD’nin “Truva Atı”
rolünü üstlenecek bir iktidar;kombinasyona katılanlar çok fazla önem arz
etmiyor)herhalde ABD için de “kılçıksız balık” olurdu. Bu durum, herhalde, “kürt
milliyetçiliği”nin kuyruğuna takılmış birçok vatandaşımızı da memnun edecektir
!
IŞIK
Fuller'in makalesi için bkz:
İngilizce
Türkçe
http://kaziminci.blogspot.com.tr/2015/08/graham-efuller-turkiye-dis-politikasini.html