24 Ağustos 2015 Pazartesi

GRAHAM FULLER’İN BİR MAKALESİ ÜZERİNE

   

   Graham Fuller, vebsitesi’nde (grahamefuller.com) ilk olarak 16 yaşında, National Geographic dergilerini okurken “Ortadoğu” ile tanıştığını, orada gördüğü bölgeye ait manzaralardan, kültürden etkilendiğini ve Arapça öğrenmeye karar verdiğini yazıyor. Üniversitede okurken de, Ortadoğu ve Rusya üzerine çalışmış. Hep akademisyen olmak istemiş, ancak kendisini istihbarat dünyasında bulmuş. Bu durumu, çok sevdiği bölgeyi ilk elden öğrenebilmesi bakımından “olağanüstü” bir şans olarak değerlendiren Fuller, 20 yıl boyunca Türkiye, Lübnan, Suudi Arabistan, Yemen, Afganistan ve Hong Kong’da operasyon görevlisi olarak CIA’ye hizmet ettiğini, daha sonra CIA’de “başanalist” olarak görevlendirildiğini yazıyor. ABD yönetimiyle 25 yıl çalıştıktan sonra da, “artık ayrılma zamanı geldi” diyerek ayrıldığını, Kaliforniya’da Batı Yakası’nın en büyük “think tank” kuruluşu olan RAND’a “kıdemli siyaset bilimci” olarak katıldığını, 2004 yılında Kanada’ya göç ettiğini ve şimdi de Vancouver Simon Fraser Üniversitesi’nde tarih okuttuğunu ifade ediyor. Bu arada; İslamiyet’e, Ortadoğu’ya ve Asya’ya olan ilgisini hiç kaybetmediğini, İslami köktencilik, Şii İslam Arap, Türk, Kürt ve İran siyasetleri üzerine kitaplar yazdığını ilave ediyor.

    Bağımsız gazeteci, tarihçi ve ekonomist Frederick William Engdahl’ın 20 ve 25 Mayıs 2013 tarihlerinde yazdığı iki makalede Fuller ile ilgili şu bilgileri veriyor:

·         15 Nisan 2013 tarihinde ABD’de gerçekleştirilen, 3 kişinin yaşamını yitirdiği ve 264 kişinin yaralandığı Boston maratonu’na yönelik bombalı saldırıyı gerçekleştiren Tsarnaev kardeşlerin amcası Ruslan Tsarnaev Fuller’in kızı Samantha ile evlidir.  
  
·         Fuller, en yetkili olmasa bile CIA’nin 1980’lerde en önemli ajanlarından biridir. CIA direktörü Bill Casey ve Regan yönetimini, Suudi Arabistan, Pakistan ve diğer ülkelerden Müslüman köktendinci Selefilerin ve Cihadistlerin silahlandırıp eğitilerek Sovyet işgalindeki Afganistan’a gönderilmeleri konusunda ikna etmiştir. Bu mücahitlerin en ünlüsü de Usame Bin Ladin’dir. Bu anlamda Fuller, El-Kaide’nin kurucu babasıdır.

·         Regan yönetimi’ni, sekiz yıl süren İran-Irak savaşı boyunca İsrail üzerinden İran’a silah yardımı yaparak savaşın dengede tutulması fikrine ikna eden kilit CIA yetkilisidir. İran-Kontra veya Irangate skandalı olarak da bilinen olayların arkasındaki kilit kişi Fuller’dir.

·         Engdahl makalesinde, Füller’in beyan ettiği; “İslam’ın evrimini yönlendirme politikası ve onlara bizim düşmanlarımızla savaşmaları için yaptığımız yardım Afganistan’da harika bir şekilde çalışmıştır. Aynı doktrin Rusya’nın geri kalanını istikrarsızlaştırmak ve özellikle Çin’in Orta Asya’daki etkisine karşı koymak için kullanılabilir” fikirlere yer vererek, ünlü ajanının Pentagon ve CIA bağlantılı RAND Corporation’a geçtikten sonra Orta Asya’da ABD çıkarlarını geliştirmek için Müslüman kuvvetlerin kullanılması üzerine çalıştığını belirtiyor.

·         Fuller  Morton Abromovitz ile birlikte, resmi ve gayri resmi olarak, Fethullah Gülen’in ABD’de ikamet etme izninin alınmasını sağlayan kişidir.

·         İslam’ın evrimleştirilerek, Ortadoğu- Rusya ve Asya’nın çeşitli bölgelerinde ABD çıkarları adına kullanılmasının teorisyenidir.

(Aktaran: Mehmet BORİ /16.06.2013)

 Kendisini ABD yönetimine 25 yıl hizmet ettikten sonra Kanada’da tarih hocalığı yaptığı şeklinde sunan CIA’nin önce operasyonel görevlisi, daha sonra teorisyeni Fuller, bunun yanısıra, halen İslamiyet’e, Ortadoğu’ya ve Asya’ya olan ilgisinin sürdüğünü buyuruyor. Türkiye’de 7 Haziran’da yapılan seçimlerin hemen ardından, 22 Haziran’da kendi sitesinde “Türkiye Dış Politikasını Değiştiriyor mu ?” başlıklı bir makale yazdı. Makale gerçekten Fuller’in ilerlemiş yaşına rağmen bölgeye olan ilgisinin sürdüğünü doğruluyor. Makale, AKP’ye yapılan bir çeşit “güzelleme”…Makaledeki olumsuz düşünceler, genellikle Erdoğan’ın son birkaç yılındaki kişilik değişiklikleri ile ilgili olarak vurgulanıyor. Fuller’in AKP ve Erdoğan’ın izlediği politikalarla ilgili olumlu görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:

1. AKP, Türkiye’nin İslami miras ve kimliğini kucaklamıştır. Bu politika toplumda geniş bir kabul görmüştür. Yıllardır resmi, otoriter sekülarizmin baskısı altında tutulan toplumun geniş kesimleri bundan kurtulmuştur. Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki merkezi rolünü yeniden farketmiş ve benimsemiştir.

2. Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’da izlediği anahtar politikalrla arasına mesafe koymuştur.

3. Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” politikası, yeni bir ideolojik açık görüşlülük ve esnekliği benimsedi. Bu, tüm komşularıyla uzun süredir var olan ideolojik düşmanlığı terk etmesi anlamına geliyordu. Ankara’nın kurduğu yeni ilişkiler, Türkiye’nin bu bölgedeki ekonomik ve siyasi çıkarlarının geliştirilmesine neden oldu.

4. Davutoğlu, bölgenin zayıflığının ana nedeni olarak gördüğü demokratik değerlerin geliştirilmesine büyük önem veriyor.

5. Türkiye, artık tüm dünya ile ilgileniyor (Rusya,Çin, Merkez Asya Ülkeleri, Şangay Örgütü, Afrika, Latin Amerika); tüm müslüman dünyası’nda İslami kültürün muhafazasına ve İslami gelişimin desteklenmesine önem veriyor.

6. Ankara, önceleri, Müslüman dünyasının gelişimini sağlamanın en iyi yolunun okul açılması olduğunu düşünen “Hizmet”i teşvik etti.

7. Türkiye’nin ekonomisi dünya’da 16.sıraya yükseldi.

8. Türkiye, orduyu politikadan uzaklaştırarak demokratikleşti.

9. AKP, anahtar dış politika konularında ABD’ye hala “hayır” diyebilecek özgüvene sahiptir.

Bunun yanı sıra; Fuller, Erdoğan ile olumsuzlukları da şöyle sıralıyor:

1. Türkiye’de gerçekleşen parlamento seçimlerinde, Erdoğan’ın çoğunluğu kaybetmesini memnuniyet verici bir haber olarak değerlendiriyor.

2. Son birkaç yıldır Erdoğan’ın kendisini gereğinden fazla önemsediğini, artan şekilde kendini beğenmişlik tavrı ve tutarsız yönetim tarzı içine girmiş olduğunu ifade ediyor.

3. Vaşington’un Erdoğan’ın son yıllardaki politikalarından ve önceden kestirilemeyen tavrından giderek artan şekilde rahatsızlık duyduğunu haber veriyor.

4. Erdoğan’ın, Suriye’de Esad’ın her ne pahasına olursa olsun devrilmesi kendini kaptırmış olmasını büyük bir hata olduğunu söylüyor.

5. Erdoğan’ın yeni ve tehlikeli megalomanisi’nin ve kişisel tutkularının kısıtlanması gerektiğini düşünüyor.

Fuller, seçimler ve sonrasındaki süreci de şöyle değerlendiriyor:

1. Seçimler Erdoğan’ın kendisi ve onun başkanlık hırsı ile ilgili bir referendum olmuştur.

2. AKP, şu durumda, oyların çoğunluğunu almış olsa bile bir ya da daha fazla muhalefet partisinin katılımı olmaksızın bir hükümet oluşturabilecek güce sahip değildir.

3. Vaşington’un, kurulacak yeni bir hükümetin (koalisyon olsa bile), Türkiye’nin dış politikasında belirgin değişikler yapacağını düşündüğünü; ancak kendisinin,  Erdoğan’ın erken dönemde yaptığı temel dış politika ataklarında belirgin bir değişikliği mümkün görmediğini ifade ediyor. Türk dış politikasında önemli ölçüde bir değişikliğe gidebilecek bir siyasi kombinasyonun şimdilik ortada olmadığını belirtiyor.

4. Yeni kurulacak hükümet ne olursa olsun, Türkiye’nin dış politikası’nda AKP iktidarında sağlanan kilometer taşları kalıcı olacaktır.

5. Artık Türkiye “sadık bir Amerikan müttefiki” olma durumuna geri dönmeyecektir.

6. Bundan böyle, tekrar İslami kimliği’ni inkar etme yoluna hiçbir zaman girmeyecektir. Bununla birlikte, olasılıkla İslami söylem vurgusunu bir miktar azaltacaktır.

7. “Hizmet” okulları ağını ve vakıfları ortadan kaldırmayacaktır.

8. Türkiye, petrol olmasa bile, dünyada en önemli Müslüman ülke olmayı sürdürecektir.

9. Yeni bir hükümet, “Müslüman Kardeşler”e daha az sempati duyacak; ancak onu reddetmeyecektir de…

10. Yeni bir hükümet, önemli komşusu İran’la işbirliği yapacaktır. Avrasya ile bağlarından vazgeçmeyecek ve Vaşington’dan bağımsız stratejisini sürdürecektir.

11. Herhangi bir hükümet şeklinin dış politika’da bu ya da şu şekilde bir değişiklik ortaya koyması beklenmemelidir.

Sonuç olarak; ABD,  AKP ve onun izlediği politikalardan genel olarak memnundur. “Erdoğan”ın kişisel özelliklerinden ve tavırlarından hoşnut değildir. 7 Haziran seçim sonuçlarından, “Erdoğan”ın çoğunluğu sağlayamamış olması nedeniyle memnuniyet duymaktadır. Fuller, iktidara kim gelirse gelsin, artık izlenecek politikalarda önemli değişiklikler beklenmediğini ifade etmektedir.


Türkiye’deki mevcut parlamenter sistemde, ne kadar seçim yapılırsa yapılsın, “AKP”siz bir iktidar düşünülemez. Tayyip Erdoğan’ın olmadığı bir siyaset sahnesinde, AKP veya benzerinin tek başına iktidarı, bu olamıyorsa mevcut kadroları dikkate alındığında en iyi koalisyon seçeneğinin AKP-CHP-HDP koalisyonu (“çözüm süreci”nin devamını sağlayacak, liberal ekonomik politikaları sürdürecek, ortadoğu,asya ve afrika’da ve hatta Rusya,Çin,İran ile kurulacak ilişkilerde ABD’nin “Truva Atı” rolünü üstlenecek bir iktidar;kombinasyona katılanlar çok fazla önem arz etmiyor)herhalde ABD için de “kılçıksız balık” olurdu. Bu durum, herhalde, “kürt milliyetçiliği”nin kuyruğuna takılmış birçok vatandaşımızı da memnun edecektir !

IŞIK

Fuller'in makalesi için bkz:

İngilizce

Türkçe
http://kaziminci.blogspot.com.tr/2015/08/graham-efuller-turkiye-dis-politikasini.html