25 Ağustos 2015 Salı

BAZI OLASILIKLAR

Savaşın felaketleri izlenen siyasetlerin sonucudur. Ülkeler bir noktadan sonra sürüklenirler, savaşın gerekleri ve mantığı sivil siyasetleri esir alır.

Ancak savaşların siyaseti netleştirmek gibi önemli bir etkisi de vardır. Silahlar patlamaya başladığında her şey; siyasi tutumlar, eğilimler, talepler, angajmanlar netleşir. Savaştan önce yapılan siyasi yönlendirmeler, sürdürülen propaganda faaliyetleri, savunulan yüce idealler, her şey farklı bir ışıkta görünür. Bu yüzden silahlı çatışmaların açığa çıkarıcı, sivil siyaseti yeniden cepheleştiren bir etkisi vardır.

Önümüzdeki günlerde, hükümetin “İncirlik mutabakatı”yla ABD’nin bölgesel planlarına askeri olarak dahil olmasının yol açacağı mevzilenmeler ve ayrışmalar daha net biçimde görülecek.

İDEAL DURUM

Türkiye için ideal durum, PKK’yi yakın bir askeri tehdit olmaktan çıkarırken ülke içinde IŞİD’i besleyen ideolojik iklimi yok etmek; Suriye-İran-Irak-Rusya’yla bölge ülkelerinin toprak bütünlüğü için ve “teröre karşı” ittifak antlaşmaları yapmak; bunun için de “İncirlik mutabakatı”nı feshetmek ve NATO’dan çıkmaktır. Mevcut hükümetin ya da herhangi bir koalisyon hükümetinin bu ideal duruma yönelmesi düşünülemez. Bunun için devrim gerekir. Devrim ise, “devrimci bir durum”u gerektirir.

2007’de başlayan Cumhuriyet Mitingleri ve Haziran Ayaklanması anlamlı bir kitlesellikle sürdürülebilse ve seçimlerden önce bir Cumhuriyet Cephesi kurulabilseydi, bugün her şey çok farklı olurdu. Ancak bunun için geç kalınmış sayılmaz. Yazının girişinde de belirttiğimiz gibi, savaşların netleştirici etkisi vardır; en sıradan insanlar bile AKP’nin “çözüm süreci” ve “İncirlik mutabakatı”yla ülkeyi nasıl bir tehlikeye attığını zamanla anlayacaktır. Şu anki sessizliği veri almamak gerekir.

MEVCUT DURUM

Mevcut durumun sürmesi halinde en büyük tehlike iç savaştır. Bazı Alevi önderlerine son günlerde yapılan saldırılar, Adıyaman’da Aleviler’in IŞİD’e karşı nöbet tutmaları gibi olaylar, 1970’li yıllarda yaşanan katliamlar da hatırlandığında, önemli bir tehdittir. “IŞİD iktidarda” gibi iddialı bir laf etmek istemeyiz; ancak yönetimin alt kademelerine doğru inildikçe gericiliğin tonu koyulaşmakta, AKP’nin on iki yıldır yarattığı ideolojik iklim dikkate alındığında tekfirci saldırganlık ülke için önemli bir kırılganlık oluşturmaktadır. AKP zayıfladıkça laiklik düşmanı gericiliğin militanlaşması beklenmelidir.

PKK’nin Türkiye’yi bölecek ya da belirli bir alanda bölge hâkimiyeti kuracak askeri gücü yoktur. Kendi içinde ve sahrada bölünmüştür; gayrı nizami harbi sürekli hale getirmesi beklenemez. HDP’nin NATO’ya, BM’ye, AB’ye başvurması “bizi harcatmayın, yeni görevlere hazırız” mesajından başka anlam taşımaz. Yeni görevleri, sınır ötesine çekilmek ve Delta Force’un eğittiği YPG’ye katılarak ABD’nin gösterdiği yerde mevzilenmektir.

Bu bağlamda uyduruk “demokratik özerklik” saçmalığına değinmek bile gereksiz. PKK’nin yarattığı tehlike, güney sınırlarının ötesinde yeniden tertiplenecek ve bölge siyasetinin ileriki evrelerinde yeni fırsatlar bulmaya çalışacaktır. Dış baskılar karşısında hükümet(ler)in, göstermelik bir “çözüm süreci”ne döneceği anlaşılmaktadır. AKP sözcülerinin İmralı’yı esas “akil adam” olarak gösteren ifadeleri bu niyetlerini ortaya koymaktadır.

ABD’nin sadece IŞİD’le mücadele için Türkiye topraklarındaki üslere yerleştiğini, bunun karşılığında PKK’nin yakın askeri tehdit olmaktan çıkarılmasına denetimli biçimde izin verdiğini düşünmek tek kelimeyle saflık olur. Yankee emperyalizmi her ne kadar Esat rejimini kabullenmiş görünüyorsa da “Dolaylı stratejik hamle”yle Rusya ve İran’ı bölgede geriletmeyi, uzun vadede Halep, Lazkiye ve Şam’ı hedef almayı amaçlıyor olabilir. Bu durumda, TSK’nin sınırı geçmesi halinde (ister Cerablus-Azez hattını tutmak ve IŞİD’i temizlemek için, ister Irak’taki PKK kamplarını imha etmek için olsun) bir bataklığa saplanacağından, zamanla İran-Suriye ve dolaylı olarak Rusya’yla karşı karşıya gelebileceğinden kaygılanmak için nedenler vardır. Kremlin sözcüsü Dimitriy Peskov’un “ABD’nin Suriye ordusunun mevzilerini vurma planları”ndan söz etmesini (Sputnik, 03.08.15) ve Medvedev’in “meşruiyet” söylemini ciddiye almak gerekir.

Bu aşamada hep “olabilir”, “mümkündür” vs diye yazmak, eğer temennilerimizi analiz haline getirmeyeceksek, bir zorunluluktur. Zira hükümetin, stratejik ortağı ABD’yle yaptığı mutabakatın ayrıntılarını, âdet olduğu üzere “gizli protokoller”i vs bilmiyoruz. Fakat kesinlikle bildiğimiz bir şey var: ABD on iki yıldır 1 Mart Tezkeresi’yle uğradığı yenilginin rövanşını almak, Türkiye’nin güneyine ve özellikle Karadeniz kıyılarına (Trabzon limanı) yerleşmek için fırsat kolluyordu. Sıkışık vaziyetteki AKP iktidarının zaaflarından sonuna kadar yararlanacaktır. Bu gibi konular (emperyalizm, üsler, jeostrateji vs) iktidar susuzluğuyla yanıp kavrulan CHP ve MHP yönetimlerinin ilgi alanı içinde yer almamaktadır.

YAVUZ ALOGAN- 11.08.2015 / Aydınlık