Sosyolojinin önemli sorularından biri şudur: “İnsanları bir arada tutan şey nedir?” Bunun pek çok yanıtı olabilir: Ortak geçmiş (tarih), iktisadi bütünlük, din ve dil birliği (kültür), coğrafi mekân, ortak amaçlar...
İnsanları bir arada tutan şey bir kez ortadan kalktığında ya da ağır bir tahribata uğradığında, bu kez onları ayıran şey haline gelir. Önce ortak bir geçmişin olmadığı düşüncesi yaygınlaşır. Sizin kurtuluş olarak gördüğünüz Cumhuriyet’i diğerleri “ihanet” gibi görmeye, sizin “kurtarıcı” dediğiniz kişiye diğerleri “tagut” (şeytan/put) ya da “ayyaş” demeye başlarlar. Siyaset ile ekonomik refah imkânları arasında oluşan nedensellik bağı siyasi mensubiyet temelinde öylesine tuhaf bir gelir dağılımı bozukluğuna yol açar ki, bir tarafın bahtı diğer tarafın bahtsızlığı olur. Laisizm ortadan kalkınca insanın dini ya da mezhebi kendi öz yurdu haline gelir; eşit yurttaş birden etnik ya da dini kimliğini sandıktan çıkarıp kullanmaya, mensup olduğu grubun içindeki dayanışma ağlarına sığınmaya, diğer grupları düşman gibi görmeye başlar. “Devletin resmi dili” bile sorgulanır, yurttaşlar giderek birbirinin dilini anlayamaz hale gelirler; dil tutulması aslında akıl tutulmasının bir göstergesidir.
Bu çatışmalar sınıf mücadelesinden çok farklıdır; sınıf mücadelesini imkânsız hale getirir, sömürülen emekçi sınıfları kendi içinde parçalar. Sınıf dayanışmasının yerini tarikat ya da milliyet dayanışması alırsa, emekçi insanlar zamanla “ulus bilinci”nin gerisine düşerler ve sömürü koşulları ne kadar ağır olursa olsun, orada “sınıf bilinci”nin gelişmesini beklemek hayal olur.
YABANCILAŞMA
Aslında bu bir trajedidir. Coğrafi ya da mekânsal parçalanmaya yol açar. Bu parçalanma mutlaka ülkenin bölünmesiyle sonuçlanmaz. Neticede güçlü, bölünmemiş bir ordu ve polis gücü silah zoruyla ülkenin fiilen bölünmesini önleyebilir. Başka deyişle, sıra ülke sınırları içinde silahlı mücadeleye gelmişse, ateş gücü belirleyici olur. Fakat askeri başarı manevi kopuşları ve nüfus hareketlerini önlemez.
Nüfus hareketleri, yer değiştirmeler, ortak bir amacın kalmadığını gösterir. Diyarbakır’da yaşayamayan Kürt aile ekmek parası için geldiği Urla’da ırkçı saldırıya uğrayarak şoförlerden dayak yer mesela. İstanbul Üniversitesi’nde okuyan sosyalist öğrenci İspanyol İç Savaşı gibi bir şey olduğu zannıyla Rojava’ya gidip savaşır ve sosyalist düşünceyle alakası olmayan bir grubun bayrağı önünde Kaleşnikovla poz verdikten sonra girdiği çatışmada ölür.
Bursalı tatlıcı; bildiğiniz tatlıcı, 47 yaşında 4 çocuk babası, dükkânında tatlı yapıp satan, çocuklarını okula gönderen aile babası Fatih Acıpayam, memleketi terk edip karısı ve çocuklarıyla birlikte göç ettiği Rakka kentinde IŞİD emiri suretine bürünerek elinde Kaleşnikov, Türkiye halkını cihada ve halife dediği adama biat etmeye davet eder, davete icabet etmeyen öz yurttaşlarının katline ferman çıkarır. Bursalı tatlıcı, Cumhuriyet’in “eşit yurttaş” yaratma idealinin AKP zihniyeti tarafından nasıl çürütüldüğünü gösteren canlı bir semboldür.
“Fiili Başkan”ın rejimi değiştirme çabaları, meclisteki siyasi partilerin köşe kapmaca oyunları devam ederken aşağılarda yaşanan yabancılaşmanın boyutları vahimdir.
KURUCU İRADE
Kendi tarihimizin içinde en geri noktaya itilmiş bulunuyoruz. AKP’nin uzun iktidar döneminde insanları bir arada tutan bağlar zayıfladı. Gericiler laik toplumu ümmete dönüştürmeyi başaramadılar, kendi hegemonyalarını kuramadılar, fakat ulusal birliği bütün değerleriyle birlikte parçalamayı, halk kitlelerini birbirine yabancılaşan düşman gruplar haline getirmeyi, zaten zayıf olan demokrasi kültürünü tamamen yok etmeyi becerdiler.
Kendimizi aldatmayalım. Bu parlamenter numaralar, koalisyon çabaları, seçimler Türkiye’nin sorununu çözmez. TBMM’de laikliği savunan parti yok. Siyaset kurumu bir bütün olarak çürümüş, klientalizmin (parasal güçle oy devşirme), nepotizmin (akraba kayırma) çukuruna batmış parlamento bir kurum olarak tarihi/ulusal vasfını kaybetmiştir. Ülkeye hâkim olan ideolojik iklim, kendinde yeni bir anayasa yapma gücü bulan yeni bir kurucu iradeyle, cumhuriyetçi yurttaşların kitlesel inisiyatifiyle aşılmadıkça insanlarımızı bir arada tutan bütün değerler dağılmaya devam edecektir.
Tarihsel olarak bazı sorunlar ne yazık ki ancak kılıçla çözülebilir. Bir dönemi yaşar ve bir yol ağzına gelirsiniz. Orada tarihin sorunu çözebilmeniz için size kılıçtan başka bir araç bırakmadığını görürsünüz.
Kılıç orada duruyor.
Kabzasını kimin, nasıl kavrayacağı önemli.
YAVUZ ALOGAN / Aydınlık- 25.08.2015