HER ŞEY NASIL BAŞLADI ?
Küreselleşmeye karşı değilim. En
azından prensip olarak. Küreselleşme kavramı ortaya çıkmadan önce, küreselleşme
iyi bir şeydi: Yani ticaretin serbestçe yapıldığı, bilginin sürekli artış
gösterdiği, sürekli artan sayıda insanın başka ülkelere seyahat ettiği ve başka
diller öğrendiği zamanlarda. Bu olumlu gelişmenin ulaştığı tepe noktası olarak
belki de 1968 yılında Apollo uzay mekiğinin aya inişi görülebilir. Tüm
kıtalarda yüz milyonlarca insan televizyonlarının başında Neil Armstrong ile
bütünleşmiş ve mavi gezegeni ortak vatanları olarak kabul etmişlerdi.
Birkaç yıl sonra, dev sermaye akımları
ulusal sınırları aşıp geçmeye başladığında kritik bir noktaya ulaşıldı. Sermaye
ihracı, yüzyılı aşan bir süredir artan oranda görülmekteydi. Ancak sermaye
ihracı her zaman ulusal hükümetlerin ve merkez bankalarının denetimine tabiydi.
Bu denetimler, 70’li yılların başından itibaren adım adım kaldırıldı. Ancak
yine de, eskiden küresel sermaye hareketlerinin yıkıcı gücüne karşı kendini
kalkan eden bir karşı güç bulunmaktaydı: Sovyetler Birliği ve onun uyduları. Bu
kale de düştükten sonradır ki, yani Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılmasından
beri, küreselleşme sadece dünyayı kapsayan değil, aynı zamanda kendine uygun
küreselleşme ideolojisini yaratan totaliter bir süreçtir. Küreselleşmenin
amentüsü bellidir: Bütün dünya bir pazardır. Her şey
satılıktır. Herkes satılıktır. Bu dünyanın tanrısı paradır. Paradan
başka bir şeyi tanrı olarak kabul etmemek gerekir. Piyasanın dışındaki her şey
günahtır ve paran yoksa cehenneme gidersin.
90’lı yılların başında Baba Bush küreselleşmenin Yeni Dünya Düzeni’ni ilan etti.
Aradan 20 yıl bile geçmeden gezegende olan bitenler Huxley’in 9 yıl savaşında
olan bitenleri hatırlatmaktadır: Sürekli sayısı artan
cepheler, yüz binlerce ölü, milyonlarca mülteci ve sayısı bir milyardan fazla
açlık çeken insan.
Geriye kalan tek süper güç kendi yanında
başka hiçbir ulusun yer almasına izin vermemektedir. Kapitalizmin çekirgeleri her şeyi
yer bitirir ve gelişen ekonomileri de çöle çevirir. Kendini savunanlar, haydut
ilan edilerek yok edilmektedirler. Süper güce tabi olanlar, topraklarında
askeri tesisler açılmasına katlanmak ve egemenliklerini imparatorluğa devretmek
zorundadır. Tıpkı yüz yıllar öncesinde olduğu gibi dünyada sömürgeler ve yarı
sömürgeler, buna karşı çıkanlar için de işkence hapishaneleri kurulmaktadır.
ULUSAL
DEVLETİN YIKIMI VE SOL TAVIR (Jürgen Elsässer)
(Sayfa 22-23)