29 Kasım 2015 Pazar

FIRSAT VERECEK MİYİZ?

“İrticai faaliyetlerin odağı” olan ilk parti 1970’te kurulan Milli Nizam Partisi’dir. Çok partili hayata geçtiğimiz 1945’ten bu yana sağcı parti ve akımların içinde gizlenen anti-Kemalist, şeriatçı akım ilk kez bu partiyle birlikte siyaset sahnesine kendi kimliğiyle çıktı.

Fakat Erbakan’ın başında olduğu bu akım şimdikilerden farklı olarak işbirlikçi değil, “millî” bir yapıya sahipti. Mesela montaj sanayiine, IMF gibi kurumlara, II. Savaş sonrasının yeni-sömürgecilik yöntemlerine kesinlikle karşıydı. Millî sermayeden yanaydı. Fakat bu millî yapı, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine de karşıydı, ulusalcı değil ümmetçiydi. Onlarınki, sözlük anlamına uygun, “din ve millete ait” olma anlamında “millî” idi.

Tarihsel olarak bunların iki özelliği olmuştur. Birincisi, Ortadoğu’daki Sünnileri birleştiren bir tür emperyal sistemin lideri olmak istemişlerdir; ikincisi, Kemalist devrimleri “batı taklitçisi” olarak görmüşler ve bunların toplumdaki köklerini kemirip yok etmek için ellerinden geleni yapmışlardır.

Başka deyişle, bunların “milli” olmaktan anladıkları, “ulusal” olmak değil “dini” olmak, “ulus” değil “ümmet” olmak, Medeni Kanun’dan tutun da klasik müzik ve edebiyata kadar Batı’dan gelen her şeyi yok etmektir. Savundukları eşitlik anlayışı Aydınlanmacı, anayasal bir yurttaşlar eşitliği değil, Allah’ın huzurunda kulların eşitliğidir. Bu yüzden “yaratılanı yaratandan ötürü severler.”

ANASIR-I İSLAM

On üç yıl iktidarda kaldılar, oy oranları % 50’lerde dolaştı, özelleştirmedikleri bir şey kalmadı. En önemlisi, eğitim sistemini laisizmden arındırmayı başardılar. Yetiştirdikleri “kindar ve dindar nesil” on yıl sonra ülkenin her yerinde yönetime talip olacak. Şubat 2013’te RTE, Mustafa Kemal’in devrimlerden önce Musul meselesiyle ilgili sözlerini bağlamından kopararak, Meclis Kürsüsü’nden “Bizim temelimiz anasır-ı İslamdır” dedi. Buna göre bizim temelimiz devrimlerle oluşan ulusal toplum değil, İslam unsurlarıdır; yani bizler, yurttaşlardan oluşan ulusal bir topluluk değiliz, Muhammed’in ümmetinden oluşan, kitabî dinin kurallarına bağlı, egemenliği kayıtsız şartsız millete değil Allah’a ait gören ulvî unsurların fertleriz.

HESAPLAŞMA VAKTİ

Kemalizm ile hesaplaşmalarını bir türlü tamamlayamayan sevgili sosyalist arkadaşlar, işte biz bu yüzden, ülkemiz aydınlanma devriminin sınırlarına kadar geriletildiği için ve o sınırların ötesinden sosyalizme sıçrama imkânı olmadığı için Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine sahip çıkıyoruz. Demokratik devrimini tamamlamış bir kapitalist ülkeden sosyalizme geçilebilir, fakat ortaçağ ideolojisiyle parçalanmış bir kasaba kapitalizminden, kuvvetler ayrılığının olmadığı, temelini mafya ekonomisinin oluşturduğu bir sultanlık rejiminden hiçbir yere geçilemez.

Eylül 2012’de şimdiki Başbakan, “ulus-devlet’le hesaplaşma vakti geldi” dediğinde, sosyalist soldan birilerinin çıkıp, “Lan bu ne diyor?” dememesi bende büyük bir telaş (telaş!) uyandırdı. Zira bu sözlerle emperyalizmin Soğuk Savaş sonrası yaydığı yeni insan hakları anlayışı, etnik ve dini ayrımcılık, kapitalizmin kolay sömürülecek pazar arayışları arasında derinlemesine bir çakışma vardı.

Bu dönem boyunca sosyalist solun bir kısmı Kemalizm’le hesaplaşmasını derinleştirmeye çalıştı. “Seyyit Rıza onurumuzdur” pankartının arkasında solcuları görmek, Kobani olayını İspanyol İç Savaşı gibi sunan saçmalıkları okumak, Rojava’ya çiçek götürenleri izlemek benim telaşımı iyice artırdı.

ÇÖZÜLMÜŞ SORUNLAR

Sosyalist solun bir kısmı iki önemli sorun saptadı: Kürt sorunu ve Din sorunu. Nasıl çözeceksiniz? “Türk-İslam sentezi”yle gericiliği ülkenin başına musallat eden Kenan Evren rejimini Kemalizm ile özdeşleyerek mi? Yoksa Ernest Renan’dan ve Kısas-ı Enbiya’dan başlayıp kapsamlı bir okuma mı yapacaksınız? Siz Marx’a ve Lenin’e gelene kadar atı alan Üsküdar’ı geçmiş olmayacak mı? Sakın siz daha kısa pantolonla gezerken bu sorunlar çözülmüş olmasın? Geriye dönük olarak okuyun biraz; yıllar önce Mahir Çayan Kemalizm, Doğu Perinçek “Milli Demokratik Devrim”, M. Ali Aybar “emperyalizm” hakkında ne demiş?

Politikleşmiş bazı akademisyenler, son seçimlerin ardından yine “solcular halkın değerlerine yabancı” demeye başladılar. Robespierre’den, Proudhon ve Bakunin’den Lenin’e ve Mao’ya kadar bütün devrimciler halkın değerlerine yabancılaşmış oldukları için devrimci oldular. Bir şeyi dönüştürmek için o şeye biraz yabancı olmak gerekir. Dönüştürmek istediğiniz değerle bütünleşirseniz ve o değerin taşıyıcılarına tam bir anlayış gösterirseniz, çözeceğiniz hiçbir sorun kalmaz. Üstelik AKP’nin gericileştirici gücünü de anlayamazsınız. Onlar ideolojik olarak çökerttikleri orta sınıfların lümpenleşen küçük burjuva kültüründe yanaşmacılık ilişkileriyle yuvalanıp oy devşirerek iktidar oldular. Yine de özledikleri rejimin çok uzağındalar. Yıprattılar, ama yenisini kuramadılar.

Ama kurabilirler, çünkü büyük bir fırsat yakaladılar. Muhalefet kendi iç hesaplaşmalarına gömülürken, sosyalist kardeşlerimiz Kemalizm’le hesaplaşıp Kürt sorununu çözmeye çalışırlarken, onlar devlet içindeki kadrolarını pekiştirecekler, anayasal rejimi değiştirmeye çalışacaklar, Yankee emperyalizminin bölgesel taşeronluğuna soyunacaklar. Yeni Şafak gazetesi “Cumhuriyet bir geçiş süreciydi, şimdi parantezi kapatıyoruz” diye yazdı. Bizler o parantezin içindeyiz.

Fırsat verecek miyiz? Bütün sorun budur.

Yavuz ALOGAN / Aydınlık-14.11.2015