23 Kasım 2015 Pazartesi

Sola Yutturulmaya Çalışılan Zoka: Kimlik Siyaseti 8

Hüseyin ZERAY
"Manavgat"
Tual Üzerine Yağlıboya

KİMLİK SİYASETİ ve DEMOKRASİ

   Kimlik siyaseti, bireysel ve kolektif kimliklerin kamusallığın merkezine konma sürecini demokratikleşme olarak tanımlar. Oysa demokrasi de tıpkı özgürlük gibi tarihsel ve toplumsal koşullarla bağlantılı bir kavramdır. Dünyanın demokratik rejimi yaşatabilen bütün ülkelerinde benzer koşullar yaratılmıştır. Her şeyden önce demokrasi bir uluslaşma, laikleşme ve yurttaşlaşma meselesidir. Modernitenin şafağında burjuva demokratik devrimleri, içinde yurttaşlık, ulus devlet, laiklik, insan hakları, anayasa, sanayileşme, parlamento, demokrasi vb. unsurlar olan bir paketi hayata geçirdiler. Dolayısıyla bu kavram ve kurumlar birbirleri ile bağlantılı olarak insanlığın gündemine girmişlerdir. Bunlardan biri olan yurttaşlık da bir kimliktir. Ancak kolektif değil hukuki bir kimliktir. Bireyin devlet karşısında kazandığı özgürlükler ile ilgili bir kavramdır. Devletle arasında yurttaşlık hukuku olan insanların bireysel ya da kamusal yaşamlarında kendilerini ne tür kimliklerle tanımlayacakları, özgürlükler ve demokratikleşme ile ilgili bir meseledir. Yurttaşlık hukuku, uluslaşma ve ulus-devletin kuruluşu ile yakından bağlantılıdır. Bu nedenle kimlik siyasetlerinin ulus devleti eleştirmesinin kaçınılmaz sonucu laikliğe ve yurttaşlığa da yönelmektedir.

   Laiklik ile demokrasinin ilişkisi iyi bilinen bir ilişkidir. Laik olmayan bir toplumda demokrasinin ortaya çıkması ve sürdürülmesi mümkün değildir. Kimlik siyasetinin sol versiyonlarında laiklik savunusuna yer verildiği görülmektedir. Fakat bu, diğer tamamlayıcı unsurlarından kopartılmış bir laikliktir. Örneğin yan yana yaşayabileceği varsayılarak laik dünya görüşü ile köktendinci dünya görüşü aynı sepete konulmaktadır. Bir arada yaşamalarını mümkün kılacak ortak değerleri olmayan kimlikler arasında çatışmanın çıkması kaçınılmazdır. Çünkü özellikle dini kimlikler kendilerini kutsal kaynaklardan hareketle inşa ederler ve diğer kimlik grubuna karşı alınacak tavır eğer aşkın bir varlıktan gelen emir ise bunu görmezden gelme şansı kalmayacaktır. Dinler tarihinin farklı dinler arasında olduğu kadar aynı dinin mensupları arasında da kanlı iç savaşlar tarihi olması yeterince öğretici olmalıdır. Farklı kimlikler ancak herkesin bağlı olacağı daha üst düzeydeki bir değer sisteminde uzlaştıkları takdirde bir arada yaşayabilirler.

   Yeni toplumsal hareketler, iktidar olmaya çalışmadıkları için, çoğunlukla bütünsel toplum projeleri üretmediler. Kendilerine biçtikleri rol muhalefetle sınırlıdır. Bu nedenle örgütsel ve ideolojik açıdan bütünleşmemişlerdir. Disiplinli bir örgüt tipi olarak siyasi partileri, geleneksel ve eskimiş bir mücadele aygıtı olarak işe yaramaz bulmaktadırlar. Yaptıkları eylemlerde hükümetlerin aldığı kararlara “asla”, “hiçbir yerde”, “son”, “durdur”, vs. gibi negatif vurgularla itiraz eden bir ‘tek mesele ittifakı’ olarak hareket etmişlerdi. Ancak yeni toplumsal hareketlerin varoluş tarzları, karşı çıktıkları hükümetlerle müzakereye oturma yeteneklerini büyük ölçüde sınırlamaktadır. Çünkü talep ettikleri bir imtiyaza karşılık önerebilecekleri herhangi bir şeyleri yoktur. Örneğin sendikalar üyelerinin iş garantisine karşılık bir miktar ücret kısıntısına razı olabilir ve belirli kazançlar karşılığında belirli tavizler verebilirler. Oysa yeni hareketlerin sözgelimi nükleer enerji projesinin durdurulmasına karşılık daha az enerji tüketimi için söz verebilmeleri mümkün değildir. Bu durum, yeni toplumsal hareketlerin ve oradan hareketle kurumsallaşan kimlik siyasetinin, bir siyasal varoluş tarzı olarak, demokratik müzakere için gereken yeteneklere sahip olmadığını gösterir.

   Demokratik müzakere, özünde siyasal ideolojiler arasındaki müzakeredir. En genelde sağ ve sol olarak, özelde ise çeşitli siyasal ideolojiler olarak kamusal alana çıkan gruplar, toplumsal düzeni değiştirmeye, iyileştirmeye ve kendi uygun buldukları yönde etkilemeye çalışabilirler. Bu amaçla aralarında işbirlikleri veya düşünsel çatışmalar yaşayabilirler. Ancak demokratik bir sistemin, tüm siyasal aktörleri bağlayan bir üst norm olabilmesi için, tarafların müzakere edilebilir görüşlere sahip olmaları gerekir. Oysa bireysel ve kolektif kimlikler müzakereye açık değildir. Siyasal alanın kimlikler tarafından doldurulduğu her yerde, kendisini “öteki”ne karşı tanımlayan diğer kimliklerin refleks hareketleri de canlanmaktadır. Bir başka deyişle sağ ve sol arasındaki gerilim ne kadar şiddetli olursa olsun, savundukları düşünceler kutsal değildir ve müzakere edilebilir durumdadır. Buna karşılık cinsel, dinsel ya da etnik kimliklerin müzakere edilebilir bir tarafı yoktur. Enflasyonun düşürülmesi için yapılması gerekenleri ya da ülkenin kalkınmasının devleti küçülterek mi yoksa kamu ekonomisi öncülüğünde mi mümkün olduğunu tartışabilirsiniz. Bu tartışmalarda esneklik göstermek, pazarlık yapmak veya fikir değiştirmek mümkündür. Ancak etnik kökeninizi, cinsel tercihlerinizi ya da mezhebinizi esnetmeniz, pazarlığa açmanız ve değiştirmeniz aynı ölçüde kolay olmayacaktır. Bu nedenle yurttaşlık hukuku içinde fikirlerin çatıştığı bir demokratik sistem yerine demokrasi adı altında kimliklerin çatıştığı bir sistemin ikamesi, gerçekte şovenizmin, ayrımcılığın ve taassubun yükselişini tetiklemektedir.

   Bir başbakanın eşcinsel, kadın, Alevi ya da Çerkez kimliğiyle kamusal görünürlük kazandığında ve kabul gördüğünde, farklılığın toplumca içselleştirilmiş olması adına bir kazanımdan söz edilebilir. Ancak bunun ötesinde, söz gelimi eşcinsel bir başbakanın sadece eşcinsel olması itibariyle hangi ekonomik, siyasi ya da ulusal sorunu çözebileceği belirsizdir. Erkek egemen toplumlarda Thatcher’ın ya da Tansu Çiller’in kadın kimlikleriyle başbakanlık mevkiine ulaşmaları bir başarı ve demokratik siyasal kültür açısından birer başarı olarak görülmelidir. Ancak bu durum, her iki liderin de, emekçileri ezen neoliberal politikalar izledikleri gerçeğini değiştirmez. İnsanlar aynı etnik, cinsel ya da dinsel kimliğe sahip olsalar bile farklı ideolojiler üzerinden demokratik yaşama katılırlar. İşlevsel bir demokrasi, feodal bağlardan kurtularak özgürleşmiş yurttaşların müzakere edilebilirlik vasfı taşıyan siyasi/ideolojik kimlikleri üzerinden yaşatılabilir.


   Kimlik siyasetinin demokratikleşme sürecinin bir parçası olarak görülebilmesi, genellikle nüfus dengeleri ile ilgilidir. Bir çoğunluğa karşı azınlıktaki bir grubun kültürel haklarının savunulması, demokratikleşme taleplerine eklemlenebilir. İnsanların çok sayıda kimlikleri vardır. Bunların bazılarının siyasal rejim ya da toplumsal ortam tarafından reddedilmesi bir hak arama meşruiyeti doğurur. ABD’deki siyah hareketi, kadın hakları vs. gibi. Ancak şu ana kadar yeterince vurgulandığı üzere, kimlik siyaseti bir hak talebi olayı değildir. Bir bireyin belli bir gruba dahil olması ile kendisini o grubun kimliği üzerinden var etmesi farklıdır. Örneğin birey Türk olabilir ama Türkçü olmayabilir, eşcinsel olabilir ama bu kimliği üzerinden toplumsal tanınma talep etmeyebilir. Oysa kimlik siyasetinin talebi, kamusal alana bireysel ya da kolektif kimlikleri merkeze alarak çıkmaktır. Bu nedenle, bir toplumda çoğunluğun ortak değerleri bırakarak kimlik siyasetine yönelmesi halinde demokratik görüntü hızla ortadan kaybolur. Özellikle Avrupa’da yükselen yabancı düşmanlığı, ırkçılık gibi eğilimler, kimlik siyasetinin çoğunluklar tarafından izlenmesi halinde ötekileştirilen azınlıklara karşı sergilenen şiddetin kaynağıdır.

Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251

I.Bölüm: Kimlik Siyaseti

II.Bölüm: Kimlik Siyasetinin Temelleri: Yeni Toplumsal Hareketler

III.Bölüm: Kimlik Siyasetinin Temelleri: Neoliberalizm ve Muhalefetin Yeniden Tasarlanması

IV.Bölüm: Küreselleşme ve Azgelişmiş Ülkelerde Kimlik Siyaseti

V.Bölüm: Küreselleşme ve Azgelişmiş Ülkelerde Kimlik Siyaseti

VI.Bölüm: Uluslaşma ve Kolektif Kimlikler

VII.Bölüm: Kimlik Siyaseti ve Özgürlük