6 Haziran 2017 Salı

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1




YENİ DÜNYA DÜZENİ SENARYOLARI ve TÜRKİYE- 1

Henze'nin 1993 yılı sonlarında hazırladığı ‘Türkiye; 21. Yüzyıla Doğru' isimli raporu, ABD'nin Türkiye ile ilgili yeni politikasının ipuçlarını vermektedir. Raporunda şeriatçılara ve ırkçılara göz kırpan Henze'ye göre, soğuk savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan yeni dünya düzeni açısından, Atatürk ilkelerinin pek de 'gerekli' olmadığı ortaya çıkmıştır.

SUNUŞ: Yeni Dünya Düzeni tanımlaması, basınımızda ve kamuoyunda neredeyse her gün kullanılıyor. Okuyacağınız dizi, konuya daha çok laiklikJköktendincilik, Kürt sorunu ve Atatürkçülük açısından çizilen bazı senaryolar çerçevesinde yaklaşmaktadır. RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, 27 Mart yerel seçim zaferinden sonra ABD 'ye gidiyor ve Amerikalılara, Refah'ın iktidarında İstikrara kavuşacak bir Türkiye'nin' Batılılar için de tercih edilmesi gerektiğini söylüyor. ABD'nin ve Almanya'nın, Cezayir'deki köktendinci teröristlere kimi zaman örtülü bazen de açık destek verdiği göriilüyor. Almanya, neden köktendincileri Türkiye'ye iade etmezken, birden Bosna’ya yardım konusunda 'aslan' kesiliyor? Köktendinciliğin baskıcı ve yakıcı yüzü geniş kesimlerin tepkisini çekerken, Ilımlı yüzü', Fethullah Gülen 'in ' ' Tesettür teferruattır'' sözleriyle yeniden gündeme sokuluyor. Dizi, bu gibi gelişmelere başka ülkelerin de penceresinden bakarak yanıtlar bulmaya yardımcı olmayı hedefliyor. Okuyucunun dikkatini iki noktaya çekmek isterim. CIA'de eskiden Türkiye ve Ortadoğu bölgesiyle ilgili önemli görevler almış olan Paul Henze ve Graham Fuller'ın, RAND firmasında yaptıkları iki önemli rapor, ilk kez kamuoyuna geniş bir biçimde sunulmaktadır. Raporlarla ilgili birkaç kısa haberin basında yer almasına ve bazı yorumlar yapılmasına karşın, tamamının yansımadığı söylenebilir. îkinci bir nokta, özellikle insan hakları konusundaki bölümlerle ilgilidir. Însan haklarının gelişmesi, yurttaş olarak Türkiye için istediğimiz bir konudur. Dizi içerisinde bazı bölümlerde Prof. Dr. Cem Eroğlu ve Prof. Dr. Ergün Aybars 'la yapılan söyleşiler yer alıyor. Söyleşiler, dizinin işlediği konulara paralel olarak, değiştirilmeden serpiştirilmiştir.


1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan süreç, yeni dünya düzeni olarak adlandırılıyor. Batı ile Doğu blokları arasındaki rekabetin, Batı lehine çözülmesiyle ABD Sovyetler Birliği eksenindeki iki kutuplu uluslararası sistem ortadan kalkıyordu. 1991 Ağustos ayında Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin yönetimine son verilmesi ve aynı yılın aralık ayında Bağımsız Devletler Topluluğu'nun oluşturulması, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının resmen onaylanması anlamına geliyordu. Irak'ın Kuveyt'i işgalinden sonra, ABD'nin liderliğini yaptığı koalisyonun Irak'a karşı 1991 Ocak ayında gerçekleştirdiği Çöl Fırtınası harekâtına Rusya'nın destek vermek zorunda kalmış olması, iki kutuplu dünyanın 1991 yılı başlarında sona erdiğini gösteriyordu.

Türkiye'de de yeni bir süreç başlamıştı. Turgut Özal, Türkiye' nin artık "korkak bir dış politika" yerine "aktif dış politika' izlemesi gerektiğini savunarak Türkiye'nin. ABD'nin oluşturmuş olduğu koalisyona katılmasını sağladı. Özal'a göre, Türkiye. ABD'nin yanında yer alarak 'bir koyup üç alacaktı". Geçen dört yıl, Türkiye'nin bir koyup beş kere daha koyduğunu, ancak pek az şey aldığını gösterdi. Kerkük-Yumurtalık ham petrol boru hattının kapatılması, lrak'a uygulanan ticari ambargo sonucu ticaretimizin düşmesi gibi nedenlerle, kaybımızın 20 milyar doları bulduğu hükümet tarafından açıklanmış bulunuyor. Üstelik. Kuzey Irak'taki Kürtleri korumak gerekçesiyle Türkiye'ye yerleşen Çekiç Güç'ün şemsiyesi altında bir Kürt devletinin oluşması yolundaki gelişmeler de izlenen politikanın bir başka olumsuz sonucu olarak ortaya çıktı. Bugün, o dönemde izlenen politikanın yanlışlığı görülebiliyor.

Türkiye'de ilk kez Özal döneminde dile getirilen 'aktif dış politika". "devletin küçültülmesi\ 'herkesin inancına göre yaşaması\ 'din işlerinin cemaatlere bırakılması' gibi söylemlerse, son yıllarda yeni siyasi hareketler tarafından siyasal projelere dönüştürülüyor. Köktendinciliğin ivme kazandığı bir ortamda ortaya çıkan hareketlerin ortak noktasını. Atatürk düşmanlığı oluşturuyor. Acaba oluşmakta olan yeni dünya düzeni ile Türkiye'de sağda ortaya çıkan bu hareketlenme arasında bir ilişki var mı? Batı, soğuk savaş sırasında ve 1991’in hemen ertesinde 'laik, çağdaş, çoğulcu demokrasisi' ile çevresindeki ülkelere model olarak gösterdiği Türkiye'yi, artık ABD ve Avrupa parlamentolarında yerden yere vuruyor. Gümrük birliği konusunda Avrupa Parlamentosu, insan haklan gerekçesiyle engeller çıkarıyor. Neden?

Henze'nin son raporu

Paul Henze, Türkiye'de bilinen bir isimdir. Cumhuriyet okuyucuları, rahmetli Uğur Mumcu aracılığıyla tanımış sayılırlar kendisini. Henze, 1950 sonlarında ve 1970 ortalarında Ankara'daki ABD Büyükelçiliği’nde 'CIA İstasyon Şefi olarak çalıştıktan sonra, 1977-1980 yılları arasında Beyaz Saray'da Ulusal Güvenlik Konseyi'nde çalıştı. 1982 yılından bu yana CIA ve Amerikan hükümetlerine danışmanlık yapan Henze, RAND firmasında Ortadoğu ve Türkiye uzmanı olarak çalışıyor. RAND firmasının ABD'nin diplomatik tarihinde önemli bir yeri vardır. ABD'nin resmi dış politika doktrinlerinin çoğu, önce RAND bünyesinde yazılan raporlarda ortaya konmuştur. Eisenhower ve Wohistetter doktrinleri bunlar arasında yer alır.

Henze'nin 1993 yılı sonlarında 'ilgili yerlere sunulan", 'Türkiye; 21. Yüzyıla Doğru' isimli Raporu, Türkiye'nin stratejik konumunun ABD'nin çıkarları çerçevesinde ele alınmasını hedefleyen bir çalışmanın ayaklarından biridir. Türkiye'de köktendincilik karşısında duyulan kaygılar Henze tarafından raporda şöyle karşılanmaktadır:

"Türk aydınları, sürekli olarak milliyetçi, dinci veya bunların karışımı sağ tepkiciliğin tehdidinden kaygı duyarlar. Bu kaygılar, yabancı gazeteciler için iyi satan haberlerdir. Aydınların kaygıları eski Sovyet cumhuriyetlerindeki dinci, Pan-Türkist ve yeni otoritercilik akımlarının Türkiye'ye bulaşması karşısında da devam edecektir. 20. Yüzyılda Pan-Arapçılık, Pan-Afrikacılık liberal, 'ilerici' kavramlar olarak görülürken, Pan-Türkçülüğün de neden kötü ve' faşist' olarak tanımlandığı konusu, ayrıntılı çözümlemeler gerektirmektedir."

Şeriatçılara ve ırkçılara göz kırpan Henze, "Bazı klasik Atatürkçü uygulamalar, yaşlı Türk entelektüellerinin pişmanlığına karşın sona ermiş olsa da, Atatürk'ün modern Türkiye'ye temel katkıları ayaktadır ve bu katkılar genişçe kabul edilmektedir. Hatta, Atatürk modelinin Lenin'in Üçüncü Dünya için önerdiğinden daha uygun olduğunu bütün dünyanın kabul etmesi olasılığı bulunmaktadır. Sovyet imparatorluğunun dağılmasıyla ortaya çıkan devletler, Atatürk'ün Türk deneyiminden ortaya çıkan örneği izleyerek bağımsızlıklarını kurabilirse, şanslı sayılmalıdırlar'" yorumunu yapmaktadır.

'Atatürkçülük Öldü’ savı

Atatürkçülüğü, bir ölçüde Rusya'daki yaşlı komünistlerin Lenin'e bağlılıklarına benzetme çabasının sezildiği bu satırlarla Henze, aslında Atatürk konusunda tavrını ortaya koymuştur. Atatürkçülük öldü! Henze'nin 'klasik Atatürkçülük'ten ne anladığı belli değildir.

Ancak, yaşayan Atatürkçülüğün, "12 Eylül Atatürkçülüğüanlamına geldiği anlaşılmaktadır: "Batı'nın laik toplumunu aşırı ölçüde basitleştirerek idealleştiren bazı klasik Atatürkçüler ve rasyonalist reformcular, zaman zaman İslamı reddetme noktasına kadar yaklaşmışlardı. Bu mentalitedeki aydınlar Türk ekonomik ve siyasi hayatına dini etkilerin girmesine karşı hâlâ çığlıklar atmaktadırlar. …Türk siyasetinin ve toplumunun 1950'de çok partili sisteme geçmiş olması, pek çoklarına İslamın yükselişi gibi gözüktü. Klasik Atatürkçülerin, o dönemden bu yana yaşadıkları -ve çözemedikleri- açmaz, bir toplumun nüfusunun önemli bir bölümünün önemli gördüğü dini, demokratik bir toplumu nasıl bastırabileceği olmuştur."

Laiklik uygulamasının, dinin baskı altında tutulması şeklinde anlaşıldığı ve Batı'nın laiklik kavramının Türkiye'de yanlış yorumlandığı gibi görüşlerin, ABD tarafından da haklı görülebileceği, -en azından gündeme alınarak değerlendirilmekte olduğu- Henze'nin yorumlarıyla açığa çıkmaktadır.

İmam-hatip okulları zararsız

Yazarınınn, Atatürkçülüğü değerlendirdiği temel kıstaslar da ilgi çekicidir. Raporda. "Atatürk ilkeleri, Türkiye'ye iyi hizmet etti ve yeni devletler arasında alışılmadık istikrara sahip olmasını garanti altına aldı" diyen Henze. Atatürkçülüğü, Özellikle NATO'ya katıldıktan sonraki Soğuk Savaş yıllarında, 'mütteflk' Türkiye'nin 'iç istikrarını' sağladığı ölçüde alkışlamaktadır. Soğuk savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan yeni dünya düzeni açısından, Atatürk ilkelerinin pek de 'gerekli' olmadığı, raporun satır aralarından anlaşılmaktadır. Yeni dünya düzenine geçilmesiyle birlikte, 'Atatürk ilkelerinin' adı 'klasik Atatürkçülük'' olmuştur. O da ölmüştür! ABD yönetiminin akıl hocası, Türkiye'de köktendinciliğin yükselmesi konusunda da son derece rahattır, bunların parası Suudi Arabistan veya İran'dan gelse bıle:

“Aydınlann, imam- hatiplerin yaygınlaşmasının gençleri gerici yapacağı yolundaki kaygılarının abartmalı olduğu ortaya çıkmıştır. Ahlak dersleri konusundaki kaygılar da böyledir. Türk gençlerinin dinsel fanatizme kurban olmaları yolunda kanıt yoktur. Türk siyasetinde, siyasallaşmış İslam, Arap ve İran parası, Amerikan siyasi hayatındaki bazı akımlardan daha büyük bir etkide bulunmamaktadır." Daha düne kadar silahlanmaya ve nükleer silahlara karşı çıkan herkesi, Sovyetler tarafından finanse edilen kışkırtıcılar olarak tanımlayan ABD yazarları, Türkiye'ye köktendinciliği desteklemek için giren, Suudi ve İran paralarını doğrulamakta, ama bunda bir 'kötülük" görmemektedir Neler değişti?

Haluk GERAY
19 Şubat 1995 Pazar Tarihli Cumhuriyet Gazetesi
(Devam Edecek)