22 Şubat 1995 Çarşamba- Cumhuriyet
Gazetesi / HALUK GERAY
-4-
Dinsel ve Etnik Senaryolar
Bazı yazarlar, öncelikle İslami gruplar konusunda
bilgi toplanması gerektiğini vurgulayarak şu tavsiyelerde bulunmaktadırlar(*):
"Genellikle
İslami grupların tümü, Batı'nın çıkarlarına tehdit olarak alınıp aynı kaba
konmaktadırlar. Bu, yanlıştır ve
haksızdır. Batı'nın laiklikten etkilenmiş olan yaklaşımı, İslamcılarınn bazı
taleplerinin haklılığını ve sağladıkları toplumsal hizmetleri gözardı
etmektedir. Genel olarak Batı, kendi laik ulusal devlet modelinin evrensel
olmadığını öğrenmek durumundadır. Ve diğer siyasal örgütlenme modellerinin de
geçerli olabileceği kabul edilmelidir."
Ghassam
Salame,
Batı'nın, Ortadoğu'daki rejimleri “derece
derece" ılımlı İslamcı güçlerle birleştirmeye çalışmasını önermektedir.
Salame'nin
Batılı hûkümetlere bir başka tavsiyesi, "insan
haklarına" dayanan ilkelerin neredeyse gözardı edilmesini önermekle
eşanlamlıdır:
"Batı,
demokrasinin sadece bir kişi-bir oy sistemi üzerine kurulmadığını kabul
etmelidir. Kalkınan toplumlarda etnik ve dinsel grup hakları, insan ve birey
hakları kadar önemlidir. Bu nedenle azınlıkların korunması Ortadoğu'da her
yaklaşımın bir parçası olmalıdır. İslam, tarihi olarak, bireylere kendi dini
bağlılıklarına uygun olarak yaşama biçimleri için formüller bulmuştur. Eğer
Müslümanlar köktendinciliğe göre yönetilecekse, Müslüman olmayanlar kendi yaşama ve geleneklerine göre yönetilme
hakkına sahip olmalıdır. Bu tür benzersiz yasal ve toplumsal çoğulculuk, Batı
türü çoğulculuğun yaratılmasından daha acil ve daha kolaydır. İslamcılar, bu
tür biçimlere, Batı tipi çoğulcu politikaları kabul etmekten daha hazırdırlar."
"Batı
tipi çoğulculuk"
yerine "etnik/dinsel cemaatlerin
çoğulculuğundan" ne anlamak gerekiyor? Batı'da dinsel ya da dinsel
olmayan her topluluğa -sınırı yurttaşlık ve temel insan haklarıyla çizilmiş
olmak koşuluyla- örgütlenme hakkı tanındığına göre, "'cemaatlerin çoğulculuğu" olmadığı söylenemez. Kimsenin
bir diyeceği yok. Ama kimse, "Bizim
kitapta peygamber gelmeyecek diyor. Bu kişi peygamber olamaz" demiyor.
Dolayısıyla Batılı yazarların, cemaatlerin çoğulculuğundan anladığı, aslında "cemaatlere özgürlük" adı
altında bireylerin cemaatler tarafından
totaliter bir şekilde kontrol edildiği; ikinci sınıf bir çoğulculuk olduğu
anlaşılıyor. Bu yaklaşımın, en azından bazı senaryolarda Batı tarafından göz önüne
alınacağı ortaya çıkmaktadır. Dizinin ileriki bölümlerinde bu konuda somut bir
senaryoya da değinilecektir.
ABD'nin Irak'taki senaryoları da, Irak'ın
güneyindeki Şiilerin, çoğunluğu Şii olan İran'a yaklaşmamalarının sağlanmasını
gerektirmektedir. Bağdat'taki Sünni azınlığın, demokrasiye geçilmesiyle
birlikte Şii çoğunlukla el değiştirmesinin kaçınılmaz olacağı düşünülerek; Şii
çoğunluğun yönetimde olduğu bir Irak'ın, İran'la birlikte bir cephe oluşturması
ABD'nin işine gelmeyecektir. Irak-İran yakınlaşması da Arap ülkelerindeki
rejimleri rahatsız edecektir. Bu nedenle. Irak'taki Şii cemaati ve/veya toplumu
ile uzlaşmanın biçimi de, İslam'la uzlaşma gerektirmektedir ki Irak'taki Şiiler
İran'a kaymasın. Ayrıca Filistin sorununun çözülmemesinden kaynaklanan Hamas gibi
anti-Amerikan köktendinci grupların en büyük kozları, Filistin sorunu çözülme yoluna
girdikçe ortadan kalkmaktadır. Böylece. İslam'la barışmaya uygun bir iklim
oluşmaktadır. ABD Başkanı BiII Clinton'ın Ulusal Güvenlik İşleri Danışmanı Anthonv Lake,
21 Eylül 1993'te yaptığı konuşmada, "Hoşgörü
ve barışa saygı duyan İslam inancına sahip olanlara her türlü dostluğu göstereceğiz''
demektedir.
Lozan tehdit altında
Laiklik konusunda
Atatürk ilkelerini eleştiren Paul Henze, "Türkiye;
21. Yüzyıl'a Doğru" isimli
raporunda, üstü örtülü de olsa,
Lozan'ın öldüğünü ilan etmektedir. Henze'ye göre, "Türkiye'nin 1990'lardaki en büyük zorluğu. Kürtlere yönelik
uygulamaların başarıyla değiştirilmesine yönelik yolları bulmak olacaktır.
Klasik Atatürkçü pozisyon, yani Hıristi yanların azınlık olduğu, ama
Müslümanların azınlık olamayacağı pozisyonu sona erdi artık." Lozan Anlaşması'ndaki
en önemli unsurlardan biri, yeni kurulan genç cumhuriyette, Müslüman olmayanlar
dışında azınlıklar 'bulunmadığının anlaşmada yer almış olmasıdır. Türkiye'yi "azınlıklar" kisvesi altında
değişik Batı güçleri arasında parçalayan Sevr Anlaşması'na karşılık Lozan,
Cumhuriyetin uluslararası sahada tanınması anlamına geliyordu. Henze,
Müslümanlar dışında azınlık olmadığı yolundaki pozisyonun geçersiz olduğunu
söyleyerek Lozan'ın öldüğünü açıklamaktadır.
Henze, senaryosunda şunları da belirtmektedir:
"Türkiye, 1990’larda ülkenin nüfusunun pek çok iç
içe geçmiş yumaklardan oluşan ve bunların her birinin istedikleri takdirde bir
dereceye kadar kimliklerinin tanındığı yeni toplumsal ve yasal bir düzenlemeyi geliştirmek
durumundadır. Ülke, bu işi başarıyla yaparsa daha güçlenmiş olarak çıkacaktır."
Aklı başında
herkesin ilk anda kabul edebileceği bir fikirden yola çıkmaktadır Henze.
Kabul edilebilir fikirlerden yola çıkan Henze, kabul edilmesi daha zor olana doğru geliştirmektedir
senaryolarını. Henze,
Kürtlerin dilleri. kültürleri ve siyasi örgütleriyle farklı bir etnik grup
olarak tanınmasının ne getireceğinin farkındadır:
"Kürtlerin farklı etnik bir grup olarak tanınması,
Türkiye Cumhuriyeti’ni ülkedeki çok farklı etnik grupların en azından bir
bölümünün de kendi kimliklerinin tanınması isteklerine yol açmasıyla karşı
karşıya bırakacaktır. Tehlike, aslında, etnik yapısalcılıktadır. Devletin her örgütlenmesini
etnik temelde yapması. eski Sovyetler veya Yugoslavya'daki gibi parçalanmışlık
getirir. Bunlar kötü örneklerdir. Federalizmin mutlaka etnik bir biçim alması
gerekmez. Bölgelere göre federalizm çok daha esnek bir kavramdır."
Federalizm bölünme getirir mi?
"İç içe geçmiş
yumaklardan" işe başlayan Henze, sonunda üniter devletin bölünerek federalist
bir yapıya geçilmesini önererek bitirmektedir işi. Bu gelişmeyle, ülkenin bütünüyle
parçalanması yolunun açılacağından kaygı duyanlara, federalizm etnik kimlik
üzerine değil de bölgeler üzerine yapılandırılırsa, Yugoslavya ve eski Sovyetler
Birliği 'ndeki gelişmelerin yaşanmayacağını söyleyerek yanıt vermektedir.
Etniklik tabanında örgütlenme ile coğrafi-bölgesel tabanda federasyon üzerinde durmakta
yarar var. Henze eski Yugoslavya'dan söz ederken, örneğin Bosna-Hersek,
sadece Boşnakların yaşadığı bir federe birimmiş izlenimini veriyor. Oysa
Bosna-Hersek de, diğer Yugoslavya federe birimleri de "etnik saflık" taşımıyordu.. Her coğrafi bölümlenme, belli
bir etnik grubun ağırlığı olsa bile başka unsurların varlığını dışlamaz. Bu açıdan
etnik temel üzerinde bölümlenme ile coğrafi bölgesel federasyon arasında sahte
bir zıtlık yaratılmaktadır. Federasyon şeklinde her bölümlenme, hem federasyon
içinde hem de diğer federasyonların kendi içlerinde ve aralarında yeni çatışma odakları
yaratabilir Bu çatışma odaklarının ortak paydalarından biri de etnik veya
dinsel kimlikler olabilir. Bu açıdan, bölgesel federalizm gelirse Türkiye; eski
Sovyetler ve Yugoslavya gibi olmaz izlenimini veren Henze, bu iddiasıyla inandırıcı olamamaktadır.
ABD stratejileri değişiyor
1940'lardan beri Türkiye'deki Kürtleri unutmuş olan ABD
ve Batı dünyası, 1980'lerin sonunda Kürt sorununu yeniden keşfetmeye
başlamıştır. 40 yıldan fazla bir süre, Kürt sorununun Batı tarafından neden
unutulduğu, Soğuk savaş yıllarındaki stratejilerle ilgilidir. İkinci Dünya
Savaşı'nı izleyen 18 ay içindeki sosyalist rejimlerin yayılması, ABD'yi karşı
politikalar geliştirmeye yöneltti'(**). 1947 yılında ortaya atılan Truman Doktrini, Rusların güneye doğru yayılmasını engellemek için "hür milletleri desteklemeyi"
amaçlıyordu. Onu izleyen Marshall
Planı daha çok Sovyetler'in Batı'ya yönelik
genişlemesini engellemeye yönelikti. Güneydoğu Asya ve diğer ülkelerdeki
sosyalist devrimler, ABD'nin çevreleme politikasını geliştirmesine yol açtı. 1980'Iere
yaklaşıldığında askeri stratejist Barry
Rubin, Ortadoğu'da çatışmanın Sovyet ve Batı
blokları arasında olduğunu; ABD'nin bu bölgeye asker gönderme fikrine alışması
gerektiğini savunarak Çevik Güç (Çekiç Güç'le karıştırılmamalı) oluşturulmasını
gündeme getirdi.(***).
Değişen ABD çıkarları
ABD'nin yerel ayaklanmaları tehdit olarak kabul etmesiyle
eşzamanlı olarak, Orta Avrupa dışında Sovyetler'in geçebileceği başka
boşlukların olup olmadığı incelenmeye başlandı. Doğu Anadolu, Sovyetler'e böyle
bir boşluk sunuyordu. Bu saptamadan sonra Doğu Anadolu'da Çevik Kuvvet
çerçevesinde yeni üsler kurulması fikri ortaya atıldı. ABD stratejistlerinden Eliot Cohen, "Doğu
Anadolu'daki üsler kâğıt üzerinde Basra ile ilişkilendirilmemişse de, bir kriz
anında büyük hizmetleri geçecek" diyordu.
(*) Ghassan Salame, "islam and the West",
Foreign Policy, Spring 1993, ss. 22-37.
(**)Lany Webch. "Air Power in Low and Midintensity-
Conflict", ISSP, July 1992.
(***) Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvet'in Gölgesinde: Türkiye
1980- 1984, (İstanbul, Tekin Yayınları), 1987.
Prof.
Ergün Aybars, yeni dünya düzeninin Atatürkçülük'le çelişkilerini değerlendirdi:
Üniter devleti parçalamak ilk aşama
Dizinin daha önceki bölümlerinde görüşlerine yer
verdiğimiz Prof. Dr. Ergün Aybars'a, bu kez yeni dünya düzeninde Atatürkçülük
üzerine sorular soruyoruz.
- Atatürkçülüğün yeni
dünya düzeni ile çatıştığı belirtiliyor. Bu konuda sizin görüşlerinizi alabilir
miyiz?
Aybars: İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyasının iki kutuplu denge
politikasının yerini, şimdilik tek merkezli bir dünya görünümü aldı. Ancak bu
bizi aldatmamalıdır. Çünkü dağılan Sovyetler Birliği'nin bütün mirası Rusya'ya
bırakıldı. Rusya yeniden yapılanma için stratejik çekilme yapıyor. Kızılordu
hâlâ duruyor. Rusya Avrupa topraklarından, kendisi için çok pahalı olduğundan,
karşılığında, Batıdan para ve arka bahçesinde serbesti garantisi alarak
çekildi.
Türkiye, daha
1950'lerde bile Atatürkçü modeli ile Ortadoğu'da örnek alınması halinde
tehlikeli bir ülkeydi. Özellikle petrol ülkelerindeki şeyhlik-emirlik düzeni,
büyük güçlerin çıkarlarına uygun bir modeldir. Atatürkçü bir modelse
emperyalizm için hep endişe kaynağı oldu. Bu sebeple Türkiye üzerinde oynanan
oyunlar 1965-80 arasında da, 1980 sonrasında da biçimse! ve yöntem olarak
farklı görünse de özde aynı oldu. 1965- 1980 döneminin komünistleri ve
şeriatçıları, şimdilerin sözde demokratları olarak yine Atatürkçülüğe saldırıyorlar.
İkinci cumhuriyetçilik, neo-Osmanlıcılık hareketlerinin Turgut Özal'ın ölümü
ile hızını yitirmesi gözlemleniyor. Bakalım, Yeni Demokrasi Hareketi ne kadar
sürecek?
- Federalizmin de bir
çıkış yolu olarak görüldüğü, bazı yabancı uzmanlarca belirtiliyor. Aslında
Türkiye'de de bu görüşü savunanlar var. Üniterlik/ federalizm tartışması önemli
midir?
Aybars: Türkiye'ye dıştan ve içten demokrasi adına dayatmalardan
daima kuşku duyduğumu belirtmek isterim. 19. yüzyılda Osmanlı devletine karşı
Hıristiyan kartını oynayan Batı, bir yandan dış borçlandırma yoluyla Osmanlı devletini
mali iflasa sürükleyip Düyun-u Umumiye ile tutsak almıştı. Batı Anadolu'yu
Yunanistan'a, Doğu Anadolu'yu Ermenilere verme politikası (1878-1920) Sevr'e kadar
aşama aşama ustaca oynandı. Bu oyunu bozan Atatürk oldu. Bugün Batı, geri
kalmış veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde insan hakları ve demokrasi kartını
oynuyor. Haiti, demokrasi adına kurtarılıyor! Bosna- Hersek'te insanlar
Müslüman oldukları için katlediliyorlar. Türkiye'de ise aynı Batı oyunları
sürüyor. Batı'nın Doğu Anadolu'da büyük bir Ermenistan kurmaktan vazgeçtiğini
sanmak yanılgısına düşmeyelim. Kürt kartı, görünüşü kurtarmak için kullanılan
bir araçtır. Üniter devleti bu kartla parçalamayı başaranlar, sonraki aşamada Ermeni
ve Rum kartını da gündeme getirebilirler.
1-Dünden
Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e
Karşı Sinsi Plan)
2-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya
Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2
(ABD'nin Tarikat Hesapları)
3-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-3
(Şeriatçılarla
Uzlaşma Arayışı)