30 Haziran 2017 Cuma

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-4

22 Şubat 1995 Çarşamba- Cumhuriyet Gazetesi / HALUK GERAY


-4-
Dinsel ve Etnik Senaryolar

   Bazı yazarlar, öncelikle İslami gruplar konusunda bilgi toplanması gerektiğini vurgulayarak şu tavsiyelerde bulunmaktadırlar(*):

   "Genellikle İslami grupların tümü, Batı'nın çıkarlarına tehdit olarak alınıp aynı kaba konmaktadırlar. Bu, yanlıştır ve haksızdır. Batı'nın laiklikten etkilenmiş olan yaklaşımı, İslamcılarınn bazı taleplerinin haklılığını ve sağladıkları toplumsal hizmetleri gözardı etmektedir. Genel olarak Batı, kendi laik ulusal devlet modelinin evrensel olmadığını öğrenmek durumundadır. Ve diğer siyasal örgütlenme modellerinin de geçerli olabileceği kabul edilmelidir."

   Ghassam Salame, Batı'nın, Ortadoğu'daki rejimleri “derece derece" ılımlı İslamcı güçlerle birleştirmeye çalışmasını önermektedir. Salame'nin Batılı hûkümetlere bir başka tavsiyesi, "insan haklarına" dayanan ilkelerin neredeyse gözardı edilmesini önermekle eşanlamlıdır:

   "Batı, demokrasinin sadece bir kişi-bir oy sistemi üzerine kurulmadığını kabul etmelidir. Kalkınan toplumlarda etnik ve dinsel grup hakları, insan ve birey hakları kadar önemlidir. Bu nedenle azınlıkların korunması Ortadoğu'da her yaklaşımın bir parçası olmalıdır. İslam, tarihi olarak, bireylere kendi dini bağlılıklarına uygun olarak yaşama biçimleri için formüller bulmuştur. Eğer Müslümanlar köktendinciliğe göre yönetilecekse, Müslüman olmayanlar  kendi yaşama ve geleneklerine göre yönetilme hakkına sahip olmalıdır. Bu tür benzersiz yasal ve toplumsal çoğulculuk, Batı türü çoğulculuğun yaratılmasından daha acil ve daha kolaydır. İslamcılar, bu tür biçimlere, Batı tipi çoğulcu politikaları kabul etmekten daha hazırdırlar."

   "Batı tipi çoğulculuk" yerine "etnik/dinsel cemaatlerin çoğulculuğundan" ne anlamak gerekiyor? Batı'da dinsel ya da dinsel olmayan her topluluğa -sınırı yurttaşlık ve temel insan haklarıyla çizilmiş olmak koşuluyla- örgütlenme hakkı tanındığına göre, "'cemaatlerin çoğulculuğu" olmadığı söylenemez. Kimsenin bir diyeceği yok. Ama kimse, "Bizim kitapta peygamber gelmeyecek diyor. Bu kişi peygamber olamaz" demiyor. Dolayısıyla Batılı yazarların, cemaatlerin çoğulculuğundan anladığı, aslında "cemaatlere özgürlük" adı altında  bireylerin cemaatler tarafından totaliter bir şekilde kontrol edildiği; ikinci sınıf bir çoğulculuk olduğu anlaşılıyor. Bu yaklaşımın, en azından bazı senaryolarda Batı tarafından göz önüne alınacağı ortaya çıkmaktadır. Dizinin ileriki bölümlerinde bu konuda somut bir senaryoya da değinilecektir.

   ABD'nin Irak'taki senaryoları da, Irak'ın güneyindeki Şiilerin, çoğunluğu Şii olan İran'a yaklaşmamalarının sağlanmasını gerektirmektedir. Bağdat'taki Sünni azınlığın, demokrasiye geçilmesiyle birlikte Şii çoğunlukla el değiştirmesinin kaçınılmaz olacağı düşünülerek; Şii çoğunluğun yönetimde olduğu bir Irak'ın, İran'la birlikte bir cephe oluşturması ABD'nin işine gelmeyecektir. Irak-İran yakınlaşması da Arap ülkelerindeki rejimleri rahatsız edecektir. Bu nedenle. Irak'taki Şii cemaati ve/veya toplumu ile uzlaşmanın biçimi de, İslam'la uzlaşma gerektirmektedir ki Irak'taki Şiiler İran'a kaymasın. Ayrıca Filistin sorununun çözülmemesinden kaynaklanan Hamas gibi anti-Amerikan köktendinci grupların en büyük kozları, Filistin sorunu çözülme yoluna girdikçe ortadan kalkmaktadır. Böylece. İslam'la barışmaya uygun bir iklim oluşmaktadır. ABD Başkanı BiII Clinton'ın Ulusal Güvenlik İşleri Danışmanı Anthonv Lake, 21 Eylül 1993'te yaptığı konuşmada, "Hoşgörü ve barışa saygı duyan İslam inancına sahip olanlara her türlü dostluğu göstereceğiz'' demektedir.

Lozan tehdit altında

Laiklik konusunda Atatürk ilkelerini eleştiren Paul Henze, "Türkiye; 21. Yüzyıl'a Doğru" isimli raporunda, üstü örtülü de olsa, Lozan'ın öldüğünü ilan etmektedir. Henze'ye göre, "Türkiye'nin 1990'lardaki en büyük zorluğu. Kürtlere yönelik uygulamaların başarıyla değiştirilmesine yönelik yolları bulmak olacaktır. Klasik Atatürkçü pozisyon, yani Hıristi yanların azınlık olduğu, ama Müslümanların azınlık olamayacağı pozisyonu sona erdi artık." Lozan Anlaşması'ndaki en önemli unsurlardan biri, yeni kurulan genç cumhuriyette, Müslüman olmayanlar dışında azınlıklar 'bulunmadığının anlaşmada yer almış olmasıdır. Türkiye'yi "azınlıklar" kisvesi altında değişik Batı güçleri arasında parçalayan Sevr Anlaşması'na karşılık Lozan, Cumhuriyetin uluslararası sahada tanınması anlamına geliyordu. Henze, Müslümanlar dışında azınlık olmadığı yolundaki pozisyonun geçersiz olduğunu söyleyerek Lozan'ın öldüğünü açıklamaktadır.

Henze, senaryosunda şunları da belirtmektedir:

"Türkiye, 1990’larda ülkenin nüfusunun pek çok iç içe geçmiş yumaklardan oluşan ve bunların her birinin istedikleri takdirde bir dereceye kadar kimliklerinin tanındığı yeni toplumsal ve yasal bir düzenlemeyi geliştirmek durumundadır. Ülke, bu işi başarıyla yaparsa daha güçlenmiş olarak çıkacaktır."

Aklı başında herkesin ilk anda kabul edebileceği bir fikirden yola çıkmaktadır Henze. Kabul edilebilir fikirlerden yola çıkan Henze, kabul edilmesi daha zor olana doğru geliştirmektedir senaryolarını. Henze, Kürtlerin dilleri. kültürleri ve siyasi örgütleriyle farklı bir etnik grup olarak tanınmasının ne getireceğinin farkındadır:

"Kürtlerin farklı etnik bir grup olarak tanınması, Türkiye Cumhuriyeti’ni ülkedeki çok farklı etnik grupların en azından bir bölümünün de kendi kimliklerinin tanınması isteklerine yol açmasıyla karşı karşıya bırakacaktır. Tehlike, aslında, etnik yapısalcılıktadır. Devletin her örgütlenmesini etnik temelde yapması. eski Sovyetler veya Yugoslavya'daki gibi parçalanmışlık getirir. Bunlar kötü örneklerdir. Federalizmin mutlaka etnik bir biçim alması gerekmez. Bölgelere göre federalizm çok daha esnek bir kavramdır."

Federalizm bölünme getirir mi?

"İç içe geçmiş yumaklardan" işe başlayan Henze, sonunda üniter devletin bölünerek federalist bir yapıya geçilmesini önererek bitirmektedir işi. Bu gelişmeyle, ülkenin bütünüyle parçalanması yolunun açılacağından kaygı duyanlara, federalizm etnik kimlik üzerine değil de bölgeler üzerine yapılandırılırsa, Yugoslavya ve eski Sovyetler Birliği 'ndeki gelişmelerin yaşanmayacağını söyleyerek yanıt vermektedir. Etniklik tabanında örgütlenme ile coğrafi-bölgesel tabanda federasyon üzerinde durmakta yarar var. Henze eski Yugoslavya'dan söz ederken, örneğin Bosna-Hersek, sadece Boşnakların yaşadığı bir federe birimmiş izlenimini veriyor. Oysa Bosna-Hersek de, diğer Yugoslavya federe birimleri de "etnik saflık" taşımıyordu.. Her coğrafi bölümlenme, belli bir etnik grubun ağırlığı olsa bile başka unsurların varlığını dışlamaz. Bu açıdan etnik temel üzerinde bölümlenme ile coğrafi bölgesel federasyon arasında sahte bir zıtlık yaratılmaktadır. Federasyon şeklinde her bölümlenme, hem federasyon içinde hem de diğer federasyonların kendi içlerinde ve aralarında yeni çatışma odakları yaratabilir Bu çatışma odaklarının ortak paydalarından biri de etnik veya dinsel kimlikler olabilir. Bu açıdan, bölgesel federalizm gelirse Türkiye; eski Sovyetler ve Yugoslavya gibi olmaz izlenimini veren Henze, bu iddiasıyla inandırıcı olamamaktadır.

ABD stratejileri değişiyor

1940'lardan beri Türkiye'deki Kürtleri unutmuş olan ABD ve Batı dünyası, 1980'lerin sonunda Kürt sorununu yeniden keşfetmeye başlamıştır. 40 yıldan fazla bir süre, Kürt sorununun Batı tarafından neden unutulduğu, Soğuk savaş yıllarındaki stratejilerle ilgilidir. İkinci Dünya Savaşı'nı izleyen 18 ay içindeki sosyalist rejimlerin yayılması, ABD'yi karşı politikalar geliştirmeye yöneltti'(**). 1947 yılında ortaya atılan Truman Doktrini, Rusların güneye doğru yayılmasını engellemek için "hür milletleri desteklemeyi" amaçlıyordu. Onu izleyen Marshall Planı daha çok Sovyetler'in Batı'ya yönelik genişlemesini engellemeye yönelikti. Güneydoğu Asya ve diğer ülkelerdeki sosyalist devrimler, ABD'nin çevreleme politikasını geliştirmesine yol açtı. 1980'Iere yaklaşıldığında askeri stratejist Barry Rubin, Ortadoğu'da çatışmanın Sovyet ve Batı blokları arasında olduğunu; ABD'nin bu bölgeye asker gönderme fikrine alışması gerektiğini savunarak Çevik Güç (Çekiç Güç'le karıştırılmamalı) oluşturulmasını gündeme getirdi.(***).

Değişen ABD çıkarları

ABD'nin yerel ayaklanmaları tehdit olarak kabul etmesiyle eşzamanlı olarak, Orta Avrupa dışında Sovyetler'in geçebileceği başka boşlukların olup olmadığı incelenmeye başlandı. Doğu Anadolu, Sovyetler'e böyle bir boşluk sunuyordu. Bu saptamadan sonra Doğu Anadolu'da Çevik Kuvvet çerçevesinde yeni üsler kurulması fikri ortaya atıldı. ABD stratejistlerinden Eliot Cohen, "Doğu Anadolu'daki üsler kâğıt üzerinde Basra ile ilişkilendirilmemişse de, bir kriz anında büyük hizmetleri geçecek" diyordu.

(*) Ghassan Salame, "islam and the West", Foreign Policy, Spring 1993, ss. 22-37.

(**)Lany Webch. "Air Power in Low and Midintensity- Conflict", ISSP, July 1992.


(***) Ufuk Güldemir, Çevik Kuvvet'in Gölgesinde: Türkiye 1980- 1984, (İstanbul, Tekin Yayınları), 1987.





Prof. Ergün Aybars, yeni dünya düzeninin Atatürkçülük'le çelişkilerini değerlendirdi: Üniter devleti parçalamak ilk aşama

Dizinin daha önceki bölümlerinde görüşlerine yer verdiğimiz Prof. Dr. Ergün Aybars'a, bu kez yeni dünya düzeninde Atatürkçülük üzerine sorular soruyoruz.

- Atatürkçülüğün yeni dünya düzeni ile çatıştığı belirtiliyor. Bu konuda sizin görüşlerinizi alabilir miyiz?

Aybars: İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyasının iki kutuplu denge politikasının yerini, şimdilik tek merkezli bir dünya görünümü aldı. Ancak bu bizi aldatmamalıdır. Çünkü dağılan Sovyetler Birliği'nin bütün mirası Rusya'ya bırakıldı. Rusya yeniden yapılanma için stratejik çekilme yapıyor. Kızılordu hâlâ duruyor. Rusya Avrupa topraklarından, kendisi için çok pahalı olduğundan, karşılığında, Batıdan para ve arka bahçesinde serbesti garantisi alarak çekildi.

   Türkiye, daha 1950'lerde bile Atatürkçü modeli ile Ortadoğu'da örnek alınması halinde tehlikeli bir ülkeydi. Özellikle petrol ülkelerindeki şeyhlik-emirlik düzeni, büyük güçlerin çıkarlarına uygun bir modeldir. Atatürkçü bir modelse emperyalizm için hep endişe kaynağı oldu. Bu sebeple Türkiye üzerinde oynanan oyunlar 1965-80 arasında da, 1980 sonrasında da biçimse! ve yöntem olarak farklı görünse de özde aynı oldu. 1965- 1980 döneminin komünistleri ve şeriatçıları, şimdilerin sözde demokratları olarak yine Atatürkçülüğe saldırıyorlar. İkinci cumhuriyetçilik, neo-Osmanlıcılık hareketlerinin Turgut Özal'ın ölümü ile hızını yitirmesi gözlemleniyor. Bakalım, Yeni Demokrasi Hareketi ne kadar sürecek?

- Federalizmin de bir çıkış yolu olarak görüldüğü, bazı yabancı uzmanlarca belirtiliyor. Aslında Türkiye'de de bu görüşü savunanlar var. Üniterlik/ federalizm tartışması önemli midir?

Aybars: Türkiye'ye dıştan ve içten demokrasi adına dayatmalardan daima kuşku duyduğumu belirtmek isterim. 19. yüzyılda Osmanlı devletine karşı Hıristiyan kartını oynayan Batı, bir yandan dış borçlandırma yoluyla Osmanlı devletini mali iflasa sürükleyip Düyun-u Umumiye ile tutsak almıştı. Batı Anadolu'yu Yunanistan'a, Doğu Anadolu'yu Ermenilere verme politikası (1878-1920) Sevr'e kadar aşama aşama ustaca oynandı. Bu oyunu bozan Atatürk oldu. Bugün Batı, geri kalmış veya gelişmekte olan ülkeler üzerinde insan hakları ve demokrasi kartını oynuyor. Haiti, demokrasi adına kurtarılıyor! Bosna- Hersek'te insanlar Müslüman oldukları için katlediliyorlar. Türkiye'de ise aynı Batı oyunları sürüyor. Batı'nın Doğu Anadolu'da büyük bir Ermenistan kurmaktan vazgeçtiğini sanmak yanılgısına düşmeyelim. Kürt kartı, görünüşü kurtarmak için kullanılan bir araçtır. Üniter devleti bu kartla parçalamayı başaranlar, sonraki aşamada Ermeni ve Rum kartını da gündeme getirebilirler.


1-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı Sinsi Plan)


2-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2
(ABD'nin Tarikat Hesapları)


3-Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-3
(Şeriatçılarla Uzlaşma Arayışı)