12 Haziran 2017 Pazartesi

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2



ABD'nin Tarikat Hesapları

   ABD, İslamı Soğuk Savaş yıllarında kendi çıkarları için kullanmıştır. RAND firmasının askeri stratejıstlerinden Albert Wohlstetter'ın oluşturduğu stratejiye göre Pakistan, Türkiye ile İslam kuşağının Körfez ve Çin'le bütünleşmesi sağlanmalıdır. Wohlstetter'a göre, bir istikrarsızlık unsuru olan İslamiyet, Türkiye gibi müttefik ülkelerde kontrol altına alınmalı, düşman ülkelerde -Sovvetler Birliği gibi- teşvik edilmelidir (*). RAND için hazırlanan doktrin, daha sonra ABD'nin resmi doktrini haline gelmiştir. ABD başkanlarından Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik İşleri Danışmanı Zbigniew Brzezinski "Müslümanlığın komünizme kalkan oluşturduğunu" söylüyordu. Rusya’yı "yeşil kuşakla" çevrelemek fikri de ABD kökenlidir. Türkiye'nin, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Çin, Pakistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Tunus ve Suudi Arabistan'la ilişkilerinin sıkılaştırılması, bazı nedenler yanında, bu çerçevede gündeme gelmiştir.

   ABD'nin, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra oluşturduğu senaryolarda, Rusya ve bağımsızlıklarını kazanan yeni cumhuriyetlerde İslamın kullanılması da bulunmaktadır. Henze, Türkiye'yle ilgili yazdığı raporda şöyle demektedir:

“Eski Sovyetler'de, püriten Vahabi doktrinler, kirlenmeye ve materyalizme karşı panzehir olarak yaygınlaştı. Bunların soğuk savaş sonrasındaki demokratik düzenlerde nasıl bir tavır alacakları henüz belli değil. Radikal İslamcı akımlar güçlü ama, yeni bir programı gündeme getirebilmiş değiller. Öte yandan sufi tarikatlar, eski Sovyetler’de toplumların en ilerici kesimlerinden destek gördü. Bunların bir bölümü son derece modern yaklaşıyorlar sosyal konulara. Said Nursi'nin öğrencileri olan Nurcular, bilim, modern bilgi ve ciddi modern eğitimin, geleneksel olarak İslam'da bulunduğunu  savunuyorlar. Türk aydınlarının Nakşibendiler konusundaki kaygıları da saçmadır. Türkiye'nin doğusunda ve kasabalarında yaygın olan Nakşibendiler, eski Sovyetler'de ve İslam dünyasında oldukça güçlüdürler. Pek çok açıdan, Hıristiyan ülkelerdeki kardeşlik örgütlenmelerine benzemektedirler. Geriye dönük değillerdir. Nakşibendiler, eski Sovyetler'deki bağımsız Türki cumhuriyetlerde ortaya çıkan girişimci sınıflar için doğal bir bağlantı noktası işlevini görmektedirler."

   Görüldüğü gibi, sadece güçlü bir Rusya'nın, ABD'nin işine gelmemesi yanında. piyasa ekonomisinin işleyişinde Nakşibendi tarikatının üstlenebileceği roller de ABD'nin işine gelmektedir.

Batı - Doğu ikilemi

   Henze'nın laikliğe, Atatürk ilkelerine genel yaklaşımı. Türkiye'nin uluslararası sahada oynaması beklenen rolle ilgilidir. Rusya ve yeni cumhuriyetlere ilişkin kurulan senaryolarda dinin bir yer aldığı belli. Bu değişim Türkiye'nin yıllarca baktığı Batı'dan farklı bir dünyaya da yüzünü dönmesi olarak ortaya çıkıyor. Henze, Türkiye'nin Batı'yı veya Doğu'yu seçmek gibi bir ikilem içinde olmadığına inanmaktadır.

“Türkiye, Ortadoğu'yu mu, Batı'yı mı yoksa Orta Asya'yı mı seçecek? Bunun yanıtı sadece biri değil, her üçünü kapsamalıdır. Bunlar birbiriyle çelişmemektedir. Avrupa'nın Türkiye'yi bütünün bir parçası olarak görmesi ve Türkiye'nin Ortadoğu ve Orta Asya'daki ilişkilerini maksimize etmesi kendi çıkarınadır. Bu, ABD'nin de çıkarınadır. Türkler, 1990'larda Balkanlar'dan ve eski Sovyetler Birliğinden büyük göçler olmasından çekiniyorlar. Bu da onlara, Müslüman ve Türki cumhuriyetlere yardım yaparak onların durumlarının kötüleşmesini sağlamaya çalışmanın pragmatik nedenini oluşturuyor. Türkiye dünyayı etkileyebilir, sadece kendi mahallesini değil, daha uzak bölgeleri de etkileyebilir."

   Bu sözlerle, Henze'nin Atatürkçülük ve din konusundaki saptamalarının arka planını, Türkiye'nin Ortadoğu, Orta Asya ve yakın çevresindeki ülkeler üzerinde etkili olmasının oluşturduğu anlaşılmaktadır Yüzünü Doğu'ya da dönmüş bir Türkiye'nin, Avrupa ve ABD’nin çıkarına olduğu da belirtilmektedir. Henze'nin görüşleriyle, Özal'ın ve onu izleyen siyasi hareketlerin. "aktif dış politika" olarak özetlenen yaklaşımı arasındaki paralelliğe dikkat çekilmelidir. Bunun gerçekleşmesi için de, laiklikten ödünler verilmesinin savunulduğu satır aralarından anlaşılmaktadır.




   ABD'nin İslamla olan ilişkisine bakış açısındaki değişiklikler sadece Türkiye ile sınırlı değildir. Ancak Türkiye'nin, yeni dünya düzeninin İslama bakış açısında benzersiz ve önemli bir yer tutacağı anlaşılıyor. ABD'de uzun bir süre en çok satan kitap listelerinde yer alan "Megatrends 2000: 1990'lar İçin 10 yeni yönelim" isimli yapıtta da, Türkiye en önemli küresel eğilimlerden biri olarak sunulan, dinlerin canlanmasına ilişkin örnek ülke olarak ele alınıyor. Özal'ın da bir süre elinden düşürmediği yapıtta, köktendinciliğin dünya çapında geliştiği vurgulanarak, bu eğilimin Türkiye'de de sürdüğü, "Hükümettekiler Brüksel'e bakarken, camilerdeki imamların Mekke'ye baktıkları" vurgulanıyor ve şu soru soruluyor: "Acaba hangisi kazanacak. İslami diriliş mi, Avrupa Topluluğu mu? Yoksa ikisinin yaratıcı bir sentezi mi?" Kitap, Türkive'nin, 2000 yılına kadarki dönemde, küresel yaşam biçimiyle, bunun karşısında oluşacak olan dini kültürel milliyetçi eğilimlerin etkileşimi açısından “ders kitabı” niteliğinde olacağı ön kestiriminde bulunmaktadır. (**)

   Ünlü düşünür Alvin Tofller'ın 1991 yılında yayımlanan kitabı *”Güç Kayması: 21. yüzyılın Eşiğinde Bilgi, Refah ve Şiddet" isimli çalışmasında, Atatürk ve İran Şahı aynı kefeye konmaktadır. Bakın Toffler neler diyor: (***)

   "Atatürk ve İran Şahı toplumlarını modernleştirmek istiyorlardı. Laik toplumlar oluşturarak, mollaları ve dini örgütlenmeleri arkaya ittiler. Bununla birlikte bu laik rejimler, devam eden Batı sömürgeciliği olarak tanımlandılar. Sömürü ve çürüme (corruption) ortaya çıktı ve ahlaki bir yıkım oluştu."

   Demek, Atatürk'ün "laik rejimi" sömürü, çürüme ve ahlaki yıkımın kaynağı oluyor! Yedi düvelin sömürgeciliğine karşı kurtuluş savaşını zafere taşıyan başkomutan da İran Şahı’yla birlikte "Batı sömürgecisi" oluyorlar. Toffler da 1980 sonrası, "köşe dönmecilik" ve Türk-İslam sentezi dayatmasını “klasik Atatarkçülük" sayıyor herhalde.

Laiklik geriliyor

   Toffler, laikliğin sanayi ülkelerinde de gerilediğine dikkat çekerek, bu gelişmeyi -belli sınırlar çerçevesinde olumlu bulmaktadır. Toffler'in bu yaklaşımı şu görüş üzerine oturtulmuştur:

"Endüstri öncesi toplum, bugün hükümetlere ait olan güçlerce kullanılan yetkilerin, çeşitli birimlerin elinde olduğu ve bu birimlerin çekiştiği heterojen bir sistemdir. Endüstriyel dönemin oluştuğu yüzyıllarda ortaya çıkan ulus devletse, bunun tersine, çok daha standartlaşmış ve homojen bir sistemdir. Şimdi, daha heterojen küresel bir sisteme doğru, geriye hareket ediyoruz. Hem ileri gidiyoruz, hem geriye. Bu durum dini ön plana çıkartıyor."

   Papa'nın da Batı demokrasilerini eleştirdiğini ve "Hıristiyan Avrupa" yaratılması isteğinin laiklik öncesi döneme ilişkin yankılar taşıdığını belirten Toffler, "Endüstrileşmeyi gerçekleştirmeye yardımcı olan aydınlanma fikirlerine karşı karartıcı bir saldırının" sürdüğünü, Batı demokrasilerinin ise "çağdışı kalmış kitle demokrasisinin temellerinde bir değişikliğe gitmeyerek" bu saldırıların güç kazanmasına yardımcı olduğunu belirtmektedir. Toffler, "toplum için gerekli düzen" dışında iktidarın yoğunlaşmasına karşıdır. Toffler, din konusunda şu önermeyi yapmaktadır:

“Kitlesel olmayan bir toplumun ilk emri, farklılaşmaya gösterilen hoşgörüdür. Bu hoşgörü, hoşgörülü olmayan düşüncelere bile -bir noktaya kadar- tanınmalıdır. Bütün dünyaya yayılmak isteyen, her insanı kucaklamak isteyen evrensel dinler, demokrasi ile uyum içinde olabilirler."

Toffler’ın göremedikleri

  Toffler'ın, Atatürk'ü karalamalarına bakılırsa, cemaatlerin, üye olmayanları totaliter bir şekilde zorlamadıkları sürece, demokrasiyle uyum içinde olabileceği görüşünün, Türkiye'de dile getirilmiş olan "cemaat hukuku kurulmalı" gibi benzeri çağrılarla paralelliği dikkat çekicidir.


   Toffler, kapitalizmin yeniden yapılanmasının anlamlar (sembolik kültür) boyutunda, merkez (gelişmiş) ve çevre (geri kalmış) ülkelerdeki farklılığını göz ardı ediyor. Merkezde laik toplum temelinde farklı yaşam biçimlerine gösterilen karşılıklı hoşgörünün; çevre ülkelerde yakıcı ve karartıcı bir kökdendinci baskıcılığa dönüşmüş olduğunun (Türk- İslam sentezini unutmayalım) örneklerini saymaya gerek yok. SHP'nin İstanbul Anakent Belediyesi başkan adayı Zülfü Livaneli'nin danışmanları arasında bulunacağını açıkladığı Toffler'ın Recep Tayyip Erdoğan'a danışmanlık yapması hiç şaşırtıcı olmazdı! Tabii, bu biraz da Erdoğan'ın ne kadar demokrat olup olmayacağı ile ilgilidir. Çünkü Toffler'ın samimi olarak farklılıklara hoşgörü gösterilmesini istediği, yapıtının bütününden ortaya çıkmaktadır.

* Ufuk Güldemir. Çevik Kuvvet'in Gölgesinde Türkiye- 1980-1984, İstanbul, (Tekin Yayınevi, 1987), s. 67.

** John Naisbitt ve Patricia Aburdene. Megatrends 2000; Ten New Directions for the 1990's. (New York; Avon Books, 1990) s. 118

*** AlvinTofller. Powershift: Knowledge, Wealth and Violence at the Edge of the 21 st Century, (Bantam Books: Nevv York, 1991). s 366



Prof. Dr. Cem Eroğul Atatürkçülüğe yönelik saldırıları değerlendirdi:

Yeni düzen, Kemalizm'le çatışıyor

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. Cem Eroğul, yeni dünya düzeni ile Atatürkçülüğe yönelik saldırıları ulus-devlet ve ussallık ilkeleri çerçevesinde değerlendiriyor. Eroğul, sorularımıza şu yanıtları verdi:

- Hem yurtiçinden hem de yurtdışından, Atatürkçülüğe yönelik saldırılar artıyor. Özellikle, Batı dünyasında Atatürkçülüğü ve laiklik ilkesini karalama eğilimleri de beliriyor. Siz bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?

Eroğul- Dünya çapında sermayenin bir saldırısı var. Birinci amaç, üretimden pazarlamaya kadar, değer yaratma sürecine bütün dünyayı katmak. İkincisi bu yaratılan değerin bölüşümünde, sermayenin payını emek payının karşısında göreli olarak arttırmaya çalışmak.

Kemalizmin iki temel kurucu öğesi vardır bence. Birincisi ulusal devlet anlayışıdır. Bunun bir boyutu, dışa karşı bağımsızlıkçılık, dığer boyutu demokrasiye yönelik bir cumhuriyetçiliktir. İkincisi ise ussallıktır. Dolayısıyla, Kemalizmin birinci özelliği ulusal devlet anlayışı yeni dünya düzeniyle çatışıyor. Çünkü sermayenin dünya çapındaki saldırısına karşı koyabilecek, tek gerçek güç ulusal devlettir.

Evrenselleşme ve küreselleşme para ve mal için vardır ama emek için yoktur. O zaman emek güçlerinin elindeki en güçlü silah, ulusal devletlerdir. Kemalizme düşmanlığın temel noktası budur. Ulus devletin de başlıca işlevi kendi egemen sınıfına hizmet etmektir ama, belli bir coğrafya üzerinde belli bir topluluğun ortak çıkarlarını dışa karşı savunma işlevini de yüklenmiştir. Onun için bu barajın yıkılması lazım. O bakımdan Cem Boyner hareketi gibi devleti işin odağına oturtan ve baş düşman ilan eden hareketlerin Kemalizme düşmanlığının esas nedeni budur.

- Laiklik Batı'dan çıkan bir kavram olmasına karşın, İslam ülkeleri bağlamında Batılıların da bu ilkeye yönelik eleştirileri artıyor. Dolayısıyla Atatürkçülük de eleştiriliyor. Neden? Yoksa ABD şeriatçılıkla barışmaya mı çalışıyor?

Eroğul: Kemalizmin yeni dünya düzeni ile çatışmasındaki önemli ikinci neden de Kemalizmin ussallığı birinci ilke kabul etmesidir. Sermaye teknolojide, doğa bilimlerinde ussallığın yaratıcısıdır. Ama sermaye, ussallığın toplum ilişkilerinde egemen olmasının baş düşmanıdır. İlk burjuva devrimlerinde ussallığı savundu burjuvazi. Sonra, başta din olmak üzere, kurulu düzeni savunacak her türlü usdışı eğilimin savunucusu olmuştur. Yeni dünya düzeni de böyledir. Ussallığa karşıdır. Kemalizme saldırının ikinci boyutu da budur. Ilımlı ve kendi yanlısı şeriatçı güçler, ABD'nin işine gelir ama, gerçek tek boyutlu değildir. Batılılar, şeriat konusunda biraz temkinli olma gereğini de duyuyorlar. ABD laik hurafeleri, yani toplu iletişim araçlarının yarattığı, burçlar, kitle kültürü gibi şeyleri şeriatçılığa yeğler. Din çeşitli tarihsel bağlamlarda, çeşitli roller oynuyor. Türkiye’de şeriatçılığın, toplumsal tabanda, ABD çıkarlarıyla uyuşmayan yönleri de vardır. Anadolu sermayesi, büyük sermaye karşısında şeriatçılığa sarılmaktadır. Bu yönüyle ABD'nin işine gelmez. Boyner hareketi gibi Kemalizme düşmanlıkta birleşen hareketlerin şeriatçılıkla süslenmiş din okşayıcılığı, hıç kuşkusuz ABD'nin istediği tür şeriatçılıktır. Yanı yıkmak istediğiniz rakibin dibini oymak için kullanabilirsiniz.

Haluk GERAY
20 Şubat 1995 Pazar Tarihli Cumhuriyet Gazetesi
(Devam Edecek)

Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı Sinsi Plan)