ABD'nin Tarikat Hesapları
ABD, İslamı Soğuk Savaş yıllarında kendi
çıkarları için kullanmıştır. RAND firmasının askeri stratejıstlerinden Albert Wohlstetter'ın oluşturduğu stratejiye göre Pakistan, Türkiye ile İslam
kuşağının Körfez ve Çin'le bütünleşmesi sağlanmalıdır. Wohlstetter'a göre, bir istikrarsızlık
unsuru olan İslamiyet, Türkiye gibi müttefik ülkelerde kontrol altına alınmalı,
düşman ülkelerde -Sovvetler Birliği gibi- teşvik edilmelidir (*). RAND için hazırlanan doktrin, daha
sonra ABD'nin resmi doktrini haline gelmiştir. ABD başkanlarından Jimmy Carter'ın Ulusal Güvenlik İşleri Danışmanı Zbigniew Brzezinski "Müslümanlığın
komünizme kalkan oluşturduğunu" söylüyordu. Rusya’yı "yeşil
kuşakla" çevrelemek fikri de ABD kökenlidir. Türkiye'nin, 12 Eylül
1980 askeri darbesinden sonra Çin, Pakistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri,
Mısır, Tunus ve Suudi Arabistan'la ilişkilerinin sıkılaştırılması, bazı
nedenler yanında, bu çerçevede gündeme gelmiştir.
ABD'nin, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından
sonra oluşturduğu senaryolarda, Rusya ve bağımsızlıklarını kazanan yeni
cumhuriyetlerde İslamın kullanılması da bulunmaktadır. Henze, Türkiye'yle ilgili yazdığı raporda şöyle
demektedir:
“Eski
Sovyetler'de,
püriten Vahabi doktrinler, kirlenmeye ve materyalizme karşı panzehir
olarak yaygınlaştı. Bunların soğuk savaş sonrasındaki demokratik düzenlerde
nasıl bir tavır alacakları henüz belli değil. Radikal İslamcı
akımlar güçlü ama, yeni bir programı gündeme getirebilmiş değiller.
Öte yandan sufi tarikatlar, eski Sovyetler’de toplumların en ilerici
kesimlerinden destek gördü. Bunların bir bölümü son derece modern
yaklaşıyorlar sosyal konulara. Said Nursi'nin öğrencileri olan
Nurcular, bilim, modern bilgi ve ciddi modern eğitimin, geleneksel olarak
İslam'da bulunduğunu savunuyorlar. Türk
aydınlarının Nakşibendiler konusundaki kaygıları da saçmadır. Türkiye'nin
doğusunda ve kasabalarında yaygın olan Nakşibendiler, eski Sovyetler'de ve
İslam dünyasında oldukça güçlüdürler. Pek çok açıdan, Hıristiyan ülkelerdeki
kardeşlik örgütlenmelerine benzemektedirler. Geriye dönük değillerdir.
Nakşibendiler, eski Sovyetler'deki bağımsız Türki cumhuriyetlerde ortaya çıkan
girişimci sınıflar için doğal bir bağlantı noktası işlevini
görmektedirler."
Görüldüğü gibi, sadece güçlü bir Rusya'nın,
ABD'nin işine gelmemesi yanında. piyasa ekonomisinin işleyişinde Nakşibendi
tarikatının üstlenebileceği roller de ABD'nin işine gelmektedir.
Batı - Doğu ikilemi
Henze'nın laikliğe, Atatürk ilkelerine genel yaklaşımı.
Türkiye'nin uluslararası sahada oynaması beklenen rolle ilgilidir. Rusya ve
yeni cumhuriyetlere ilişkin kurulan senaryolarda dinin bir yer aldığı belli. Bu
değişim Türkiye'nin yıllarca baktığı Batı'dan farklı bir dünyaya da yüzünü
dönmesi olarak ortaya çıkıyor. Henze, Türkiye'nin Batı'yı veya Doğu'yu seçmek gibi bir ikilem
içinde olmadığına inanmaktadır.
“Türkiye,
Ortadoğu'yu mu, Batı'yı mı yoksa Orta Asya'yı mı seçecek? Bunun yanıtı sadece
biri değil, her üçünü kapsamalıdır. Bunlar birbiriyle çelişmemektedir. Avrupa'nın
Türkiye'yi bütünün bir parçası olarak görmesi ve Türkiye'nin Ortadoğu ve Orta
Asya'daki ilişkilerini maksimize etmesi kendi çıkarınadır. Bu, ABD'nin de
çıkarınadır. Türkler, 1990'larda Balkanlar'dan ve eski Sovyetler Birliğinden büyük
göçler olmasından çekiniyorlar. Bu da onlara, Müslüman ve Türki
cumhuriyetlere yardım yaparak onların durumlarının kötüleşmesini sağlamaya çalışmanın
pragmatik nedenini oluşturuyor. Türkiye dünyayı etkileyebilir, sadece kendi
mahallesini değil, daha uzak bölgeleri de etkileyebilir."
Bu sözlerle, Henze'nin
Atatürkçülük ve din konusundaki saptamalarının arka planını, Türkiye'nin
Ortadoğu, Orta Asya ve yakın çevresindeki ülkeler üzerinde etkili olmasının
oluşturduğu anlaşılmaktadır Yüzünü Doğu'ya da dönmüş bir Türkiye'nin, Avrupa ve
ABD’nin çıkarına olduğu da belirtilmektedir. Henze'nin görüşleriyle, Özal'ın ve onu izleyen siyasi hareketlerin. "aktif
dış politika" olarak özetlenen yaklaşımı arasındaki paralelliğe dikkat
çekilmelidir. Bunun gerçekleşmesi için de, laiklikten ödünler verilmesinin
savunulduğu satır aralarından anlaşılmaktadır.
ABD'nin İslamla
olan ilişkisine bakış açısındaki değişiklikler sadece Türkiye ile sınırlı
değildir. Ancak Türkiye'nin, yeni dünya düzeninin İslama bakış açısında
benzersiz ve önemli bir yer tutacağı anlaşılıyor. ABD'de uzun bir süre en çok
satan kitap listelerinde yer alan "Megatrends 2000: 1990'lar İçin
10 yeni yönelim" isimli yapıtta da, Türkiye en önemli küresel
eğilimlerden biri olarak sunulan, dinlerin canlanmasına ilişkin örnek ülke
olarak ele alınıyor. Özal'ın da bir süre elinden düşürmediği yapıtta, köktendinciliğin
dünya çapında geliştiği vurgulanarak, bu eğilimin Türkiye'de de sürdüğü, "Hükümettekiler
Brüksel'e bakarken, camilerdeki imamların Mekke'ye baktıkları" vurgulanıyor
ve şu soru soruluyor: "Acaba hangisi kazanacak. İslami diriliş
mi, Avrupa Topluluğu mu? Yoksa ikisinin yaratıcı bir sentezi
mi?" Kitap, Türkive'nin, 2000 yılına kadarki dönemde, küresel yaşam
biçimiyle, bunun karşısında oluşacak olan dini kültürel milliyetçi eğilimlerin
etkileşimi açısından “ders kitabı” niteliğinde olacağı ön kestiriminde
bulunmaktadır. (**)
Ünlü düşünür Alvin
Tofller'ın 1991
yılında yayımlanan kitabı *”Güç Kayması: 21. yüzyılın Eşiğinde Bilgi,
Refah ve Şiddet" isimli çalışmasında, Atatürk ve İran Şahı aynı
kefeye konmaktadır. Bakın Toffler neler diyor: (***)
"Atatürk ve
İran Şahı toplumlarını modernleştirmek istiyorlardı. Laik toplumlar
oluşturarak, mollaları ve dini örgütlenmeleri arkaya ittiler. Bununla birlikte
bu laik rejimler, devam eden Batı sömürgeciliği olarak tanımlandılar. Sömürü ve
çürüme (corruption) ortaya çıktı ve ahlaki bir yıkım oluştu."
Demek,
Atatürk'ün "laik rejimi" sömürü, çürüme ve ahlaki yıkımın kaynağı
oluyor! Yedi düvelin sömürgeciliğine karşı kurtuluş savaşını zafere taşıyan başkomutan
da İran Şahı’yla birlikte "Batı sömürgecisi" oluyorlar. Toffler
da 1980 sonrası, "köşe dönmecilik" ve Türk-İslam sentezi
dayatmasını “klasik Atatarkçülük" sayıyor herhalde.
Laiklik geriliyor
Toffler, laikliğin sanayi ülkelerinde de gerilediğine dikkat
çekerek, bu gelişmeyi -belli sınırlar çerçevesinde olumlu bulmaktadır. Toffler'in
bu yaklaşımı şu görüş üzerine oturtulmuştur:
"Endüstri öncesi toplum, bugün hükümetlere ait olan güçlerce
kullanılan yetkilerin, çeşitli birimlerin elinde olduğu ve bu birimlerin
çekiştiği heterojen bir sistemdir. Endüstriyel dönemin oluştuğu yüzyıllarda
ortaya çıkan ulus devletse, bunun tersine, çok daha standartlaşmış ve homojen
bir sistemdir. Şimdi, daha heterojen küresel bir sisteme doğru, geriye hareket
ediyoruz. Hem ileri gidiyoruz, hem geriye. Bu durum dini ön plana çıkartıyor."
Papa'nın da Batı
demokrasilerini eleştirdiğini ve "Hıristiyan Avrupa" yaratılması
isteğinin laiklik öncesi döneme ilişkin yankılar taşıdığını belirten Toffler, "Endüstrileşmeyi
gerçekleştirmeye yardımcı olan aydınlanma fikirlerine karşı
karartıcı bir saldırının" sürdüğünü,
Batı demokrasilerinin ise "çağdışı kalmış kitle demokrasisinin temellerinde
bir değişikliğe gitmeyerek" bu saldırıların güç kazanmasına yardımcı
olduğunu belirtmektedir. Toffler, "toplum için gerekli düzen" dışında iktidarın
yoğunlaşmasına karşıdır. Toffler, din konusunda şu önermeyi yapmaktadır:
“Kitlesel olmayan bir toplumun
ilk emri, farklılaşmaya gösterilen hoşgörüdür. Bu hoşgörü, hoşgörülü
olmayan düşüncelere bile -bir noktaya kadar- tanınmalıdır. Bütün
dünyaya yayılmak isteyen, her insanı kucaklamak isteyen evrensel
dinler, demokrasi ile uyum içinde olabilirler."
Toffler’ın göremedikleri
Toffler'ın,
Atatürk'ü karalamalarına bakılırsa, cemaatlerin, üye olmayanları totaliter bir şekilde
zorlamadıkları sürece, demokrasiyle uyum içinde olabileceği görüşünün,
Türkiye'de dile getirilmiş olan "cemaat hukuku kurulmalı" gibi
benzeri çağrılarla paralelliği dikkat çekicidir.
Toffler,
kapitalizmin yeniden yapılanmasının anlamlar (sembolik kültür)
boyutunda, merkez (gelişmiş) ve çevre (geri kalmış) ülkelerdeki
farklılığını göz ardı ediyor. Merkezde laik toplum temelinde farklı
yaşam biçimlerine gösterilen karşılıklı hoşgörünün; çevre ülkelerde yakıcı
ve karartıcı bir kökdendinci baskıcılığa dönüşmüş olduğunun (Türk- İslam
sentezini unutmayalım) örneklerini saymaya gerek yok. SHP'nin İstanbul
Anakent Belediyesi başkan adayı Zülfü Livaneli'nin danışmanları arasında
bulunacağını açıkladığı Toffler'ın Recep Tayyip Erdoğan'a danışmanlık yapması hiç şaşırtıcı olmazdı! Tabii, bu
biraz da Erdoğan'ın ne kadar demokrat olup olmayacağı ile ilgilidir.
Çünkü Toffler'ın samimi olarak farklılıklara hoşgörü gösterilmesini
istediği, yapıtının bütününden ortaya çıkmaktadır.
* Ufuk Güldemir. Çevik Kuvvet'in Gölgesinde Türkiye-
1980-1984, İstanbul, (Tekin Yayınevi, 1987), s. 67.
** John Naisbitt ve Patricia Aburdene. Megatrends 2000; Ten New Directions
for the 1990's. (New York; Avon Books, 1990) s. 118
*** AlvinTofller.
Powershift: Knowledge, Wealth and Violence at the Edge of the 21 st Century,
(Bantam Books: Nevv York, 1991). s 366
Prof. Dr. Cem Eroğul
Atatürkçülüğe yönelik saldırıları değerlendirdi:
Yeni düzen,
Kemalizm'le çatışıyor
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Hukuku öğretim
üyesi Prof. Dr. Cem Eroğul, yeni dünya düzeni ile Atatürkçülüğe yönelik saldırıları
ulus-devlet ve ussallık ilkeleri çerçevesinde değerlendiriyor. Eroğul,
sorularımıza şu yanıtları verdi:
- Hem yurtiçinden hem de yurtdışından, Atatürkçülüğe
yönelik saldırılar artıyor. Özellikle, Batı dünyasında Atatürkçülüğü ve laiklik
ilkesini karalama eğilimleri de beliriyor. Siz bu gelişmeleri nasıl
yorumluyorsunuz?
Eroğul- Dünya çapında
sermayenin bir saldırısı var. Birinci amaç, üretimden pazarlamaya kadar, değer yaratma
sürecine bütün dünyayı katmak. İkincisi bu yaratılan değerin bölüşümünde, sermayenin
payını emek payının karşısında göreli olarak arttırmaya çalışmak.
Kemalizmin iki temel kurucu öğesi vardır bence. Birincisi
ulusal devlet anlayışıdır. Bunun bir boyutu, dışa karşı bağımsızlıkçılık, dığer
boyutu demokrasiye yönelik bir cumhuriyetçiliktir. İkincisi ise ussallıktır.
Dolayısıyla, Kemalizmin birinci özelliği ulusal devlet anlayışı yeni dünya
düzeniyle çatışıyor. Çünkü sermayenin dünya çapındaki saldırısına karşı koyabilecek,
tek gerçek güç ulusal devlettir.
Evrenselleşme ve küreselleşme para ve mal için vardır ama
emek için yoktur. O zaman emek güçlerinin elindeki en güçlü silah, ulusal
devletlerdir. Kemalizme düşmanlığın temel noktası budur. Ulus devletin de
başlıca işlevi kendi egemen sınıfına hizmet etmektir ama, belli bir coğrafya
üzerinde belli bir topluluğun ortak çıkarlarını dışa karşı savunma işlevini de yüklenmiştir.
Onun için bu barajın yıkılması lazım. O bakımdan Cem Boyner hareketi
gibi devleti işin odağına oturtan ve baş düşman ilan eden hareketlerin Kemalizme
düşmanlığının esas nedeni budur.
- Laiklik Batı'dan çıkan bir kavram olmasına karşın,
İslam ülkeleri bağlamında Batılıların da bu ilkeye yönelik eleştirileri artıyor.
Dolayısıyla Atatürkçülük de eleştiriliyor. Neden? Yoksa ABD şeriatçılıkla barışmaya
mı çalışıyor?
Eroğul: Kemalizmin yeni dünya
düzeni ile çatışmasındaki önemli ikinci neden de Kemalizmin ussallığı birinci ilke
kabul etmesidir. Sermaye teknolojide, doğa bilimlerinde ussallığın
yaratıcısıdır. Ama sermaye, ussallığın toplum ilişkilerinde egemen olmasının
baş düşmanıdır. İlk burjuva devrimlerinde ussallığı savundu burjuvazi. Sonra, başta
din olmak üzere, kurulu düzeni savunacak her türlü usdışı eğilimin savunucusu
olmuştur. Yeni dünya düzeni de böyledir. Ussallığa karşıdır. Kemalizme saldırının
ikinci boyutu da budur. Ilımlı ve kendi yanlısı şeriatçı güçler, ABD'nin işine
gelir ama, gerçek tek boyutlu değildir. Batılılar, şeriat konusunda biraz temkinli
olma gereğini de duyuyorlar. ABD laik hurafeleri, yani toplu iletişim
araçlarının yarattığı, burçlar, kitle kültürü gibi şeyleri şeriatçılığa yeğler.
Din çeşitli tarihsel bağlamlarda, çeşitli roller oynuyor. Türkiye’de şeriatçılığın,
toplumsal tabanda, ABD çıkarlarıyla uyuşmayan yönleri de vardır. Anadolu
sermayesi, büyük sermaye karşısında şeriatçılığa sarılmaktadır. Bu yönüyle
ABD'nin işine gelmez. Boyner hareketi gibi Kemalizme düşmanlıkta birleşen
hareketlerin şeriatçılıkla süslenmiş din okşayıcılığı, hıç kuşkusuz ABD'nin istediği
tür şeriatçılıktır. Yanı yıkmak istediğiniz rakibin dibini oymak için kullanabilirsiniz.
Haluk GERAY
20 Şubat 1995 Pazar Tarihli Cumhuriyet
Gazetesi
(Devam Edecek)
Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni
Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı Sinsi Plan)