Sovyetler Birliği(SB)’nin 1990 başında dağılmasıyla birlikte soğuk savaş dönemi sona erdi. Bu gelişme ABD'ye daha evvel müdahale edemediği coğrafyalara ve ülkelere müdahale etme olanağı sağladı.
1990 sonrası gereksizleşen NATO (zira SB’ye karşı kurulmuştu)’nun anlayış olarak “tehdit” değişikliği yapması gerekiyordu.11 Eylül 2001'de El-Kaide, ABD’nin “ikiz kulelerini” bombaladı. Bu saldırı NATO'nun yeni tehdit olarak belirlediği "İslamcı terör"le mücadele açısından can simidi oldu. Bundan böyle NATO, “İslamcı teröre” ve "diktatörlere" karşı faaliyet yürütecekti.
***
ABD,1990 öncesi Ortadoğu’daki hamleleri için İran'a karşı kullandığı Irak’ın, başta Kuveyt’e müdahalesine(1990) ses çıkarmadı. Daha sonrasında ise ABD, Batı kamuoyunu Irak’a karşı tutum alma konusunda örgütledi ve Irak’a ambargo uygulamaya başladı. Başta Batılı ülkeler olmak üzere BM, Saddam Hüseyin yönetimine karşı saldırıya geçirildi. 1993’te ise ABD, Irak’a füze saldırılarına başladı. 2003'te ABD öncülüğündeki Batı kampı Irak'ı işgal etti. Bu arada Irak fiilen, ABD'nin istediği gibi (Sünniler, Şiiler, Kürtler) üçe bölündü. IŞİD de ABD'nin işgalle açtığı bu alanda peydah oldu.
11 Eylül 2001’de, ABD’nin 1979’dan sonra SB kontrolündeki Afgan yönetimine karşı desteklediği El-Kaide, ABD’nin “ikiz kulelerini” bombaladı. ABD bu eylemi bahane göstererek Afganistan’ı işgal etti. (Ekim 2001) Yine hatırlatmakta fayda var, ABD bütün soğuk savaş dönemi(1945-1990) boyunca SB'ye karşı Müslüman Kardeşleri(İhvan) de açıkça destekledi.
ABD, 2011’de Esad yönetimindeki Suriye’de muhalif gruplara (El-Kaide içinden çıkan muhtelif İslamcı çeteler) para ve silah yardımı yaparak iç savaş başlattı ve bu savaş dolaylı bir ABD işgaline dönüştü. Savaş hala ve katmerlenerek sürüyor.
***
Yeni ABD Başkanı Trump ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan'a yaptı. Ziyaretin en can alıcı noktası "sünni NATO"sunun kurulma kararının alınmasıydı. ABD'nin 1979 İslam Devrimi'nden beri geleneksel düşmanı haline gelen İran, Trump yönetimiyle birlikte Ortadoğu'daki baş düşman haline getirildi. Zira; İran "Şii dünyası"nın lideri konumundaydı. 2002'de ABD Başkanı George Bush; Irak, İran ve Kuzey Kore'yi "şeytan ekseni ülkeleri" olarak adlandırmıştı. Artık Irak, yani Saddam yoktu. Kısacası ABD saldırganlığının geleneksel düşmanı olarak bölgede yalnızca İran kalmıştı. ABD, bölgedeki mezhepsel çelişkilerin oluşturduğu krizin artması için düğmeye bastı.
Katar ise böyle bir dönemde İran'la ekonomik ve politik ilişkilerini geliştiriyordu. Katar Emiri Tamim bin Hamad bin Halifa el-Tani İran'ı "büyük İslam ülkesi" olarak tanımladı. Katar'ın bu tutumu ABD'nin İran'a karşı kurduğu "sünni ordusunu" bölüyordu. ABD, Katar'ı bozguncu ilan etti. ABD, Suudlar aracılığıyla kendi denetimindeki "İslam" ülkelerini Katar'a karşı kışkırttı ve tutum almalarını sağladı.
Erdoğan Katar'a uygulanan yaptırımlara tepki gösterdiği konuşmada, "Burada farklı bir oyun oynanıyor. Bu oyunun arkasında kimler var şu anda henüz onu tespit edebilmiş değiliz." dedi.
İnsanda ister istemez şaşkınlığa yol açan Erdoğan'ın bu tutumu, aslından AKP'nin dış politikadaki ufuksuzluğunun da bir özeti gibiydi.
ABD saldırganlığının bütün olanaklarıyla, bölgedeki Amerikan egemenlik alanlarını daraltan ve daraltma olasılığı olan ya da daha yalın bir ifadeyle emperyalist planlara direnç gösteren bütün güçleri hedef aldığı; özellikle de Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden PKK'nın Suriye kolu PYD'ye ağır silah yardımları yaptığı bir dönemde Erdoğan neyi anlamıyordu?
Erdoğan ABD saldırganlığının tahammülsüzlüğünü anlamıyor muydu? ABD saldırganlığı, pervasız ve hayasız bir halde bütün dünyaya, "ya benim dediklerimi yaparsın ya da düşmanımsın" tehditleri savuruyor ama Erdoğan bunu duymuyor, öyle mi?
ABD emperyalizmi;
Türkiye'nin, Rusya'nın, İngiltere'nin, Fransa'nın, Almanya'nın ve bugün İran'ın kalbinde IŞİD eliyle bombalar patlatıyor, suikastler düzenliyor.
Kuzey Kore üzerinden Çin'i çevreliyor ve tehdit ediyor.
İran üzerinden Rusya'yı ve Katar üzerinden İran'ı ve Türkiye'yi çevrelemeye devam ediyor ve tehdit ediyor.
Erdoğan bir yandan Trump'u, Esad'ı devirmek için bölgeye çağırıyor ve "Ortadoğu'yu Fars Milliyetçiliği ele geçirmeye çalışıyor" diyerek Amerikan ağzıyla konuşuyor; diğer bir yandan ise ABD'nin 2. İsrail planının uygulanmasında kullanılan ana unsur PYD (üstelik ABD PYD'ye yaptığı yardımları Türkiye'den, İncirlik hava üssünden yolluyor) ile mücadele ediyor.
Erdoğan'ın dimağı işte tam olarak burada tıkanıyor.
Türkiye'yi güneyden tehdit eden ABD saldırganlığı, Suriye'yi fiilen dörde böldü ve İran'ı ise derdest etmek istiyor.
Bugün nasıl ki Türkiye "Kürt" koridoruna direndiği için ABD saldırganlığına maruz kalıyorsa, Esad Suriyesi ve Fars/Şii İran'da ABD saldırganlığına direndikleri için hedef oluyorlar.
ABD saldırganlığına karşı Türkiye'nin, İran'ın ve Suriye'nin kaderi ortaktır. Bölgenin gerçeği budur.
Erdoğan'ın anlamadığı ya da anlamak istemediği şey, Türkiye'ye doğrulmuş kalıcı ABD namlularıdır.
***
Türkiye için makas daralıyor. Önümüzdeki süreçte Türkiye'nin hem ABD ile birlikte Suriye ve İran'a karşı mevzilenip, hem de ABD'nin "kara gücü" PYD'ye karşı mücadele etme şansı yoktur.
Türkiye'nin mevcut koşullarda hem Avrasya kampına göz kırpıp, hem de Atlantik kampında kalma şansı yoktur. Her geçen saniye bu gerçeği ispatlıyor.
Türkiye Erdoğanlı ya da Erdoğansız, bir egemen devlet olarak varlığını korumak adına, ABD saldırganlığını da açıkça saptayarak, bölge ülkeleriyle sağlam bir işbirliği tesis etmeye mecburdur.
Uzun lafın kısası, Katar da, İran da ve saçma bir biçimde İran'la birlikte anılan "Müslüman Kardeşler" de işin bahanesidir. ABD yapacağı saldırganlığa meşruiyet sağlamak için elinden gelen her türlü yalana ve düzenbazlığa başvuruyor. Gerçek budur.
Asya güçleri Atlantik saldırganlığına karşı direnirken, bu hesaplaşmada taraf olmayan bertaraf olur, bunu da aslında en iyi Erdoğan bilir...
Bilmem anlatabildik mi...
Kerem YILDIRIM
, 07.06.2017