İran’ın, Suriye’nin Deyr ez-Zor ilindeki IŞİD komuta karargahını ve diğer merkezlerini füzelerle vurması, resmi düzeyde kısa bir süre önce Tahran’da terörist saldırılar yapan IŞİD’in cezalandırılması olarak açıklandı.
Ancak İran’ın füze operasyonuyla sadece cezalandırdığı IŞİD’e değil, IŞİD’in varlığını fırsata dönüştürmek isteyen uluslararası ve bölgesel güçlere de mesajlar verdiği hem İran içinde hem de İran dışında dile getirildi.
Örneğin eski Devrim Muhafızları Komutanı ve Nizamın Maslahatını Belirleme Kurulu Genel Sekreteri Muhsin Rızai, füze operasyonu ile ilgili olarak ''Bu, IŞİD'den intikamın başlangıcıydı. Daha büyük bir tokat yolda. Terörizmin destekçileri de İran'ın gücünün mesajını alsın'' dedi.
Lübnan’dan yayın yapan el-Meyadin televizyonunun internet sitesinin genel yayın yönetmeni Ali Haşim, Twitter hesabı üzerinden İran’ın füze saldırısını ‘Tahran’ın, Tel Aviv’e, Riyad’a ve Washington’a verdiği bir mesaj’ diye yorumladı.
İsrail Kanal-7 televizyonu da ‘’İran'ın füze saldırısıyla ilgili açıklamasında Suudi Arabistan, İsrail ve ABD gibi düşmanlarına imalı bir tehdit var’’ yorumunu yaptı.
İran’ın füze saldırısının anlamını en iyi özetleyen ifade Sputnik farsça servisinde yayımlanan bir yazının ‘Başkaları sesini duysun diye IŞİD’e tokat’[1] şeklindeki başlığıydı.
Evet askeri olarak IŞİD cezalandırılmıştı; ama bu cezalandırmanın şekli ve zamanlaması, IŞİD’in varlığını bölgesel çıkarları için fırsat olarak kullanmak isteyenlere mesajlar veriyordu.
Bütün bunlardan hareketle şunu söylemek mümkün: İran’ın füze saldırısının iki muhatabı ve iki mesajı ve iki de hedefi var.
Füze saldırısının muhatapları
Füze saldırısının birinci muhatabı Tahran’da terörist saldırılar yapan IŞİD’di. İkinci muhatabı ise IŞİD ve benzeri terör örgütlerini bölgesel çıkarları için fırsata dönüştürmeye çalışan ülkeler. Daha somut bir ifadeyle Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan’daki yenilgilerinden İran’ı sorumlu tutan Suudi Arabistan, İsrail ve Amerika.
İran’ın IŞİD’le birlikte Suudileri, İsrail’i ve Amerika’yı muhatap alması, bu ülkelerin son birkaç aylık tutumuyla yakından ilgili.
Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr, Münih güvenlik konferansında “İran’ın bölgedeki davranışları artık tahammül edilebilir nitelikte değil. İran ya davranışlarını değiştirmeli ya da ya da daha fazla baskı altına alınmalıdır’ demiş; Tahran’daki terörist saldırıdan kısa bir süre önce de Suudi Savunma Bakanı Muhammed bin Salman, İran’ın bölgedeki etkisini kırmak için 'savaşın İran topraklarının içinde yaşanmasına çalışacaklarını’[2] söylemişti.
İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman'ın Münih’teki güvenlik konferansında söyledikleri Suudilerinki ile paraleldi. Lieberman: “Bölgedeki sorun üç kelime ile anlatılabilir: İran, İran, İran. İranlılar, Bahreyn’den Yemen’e, Lübnan’dan Suriye’ye kadar Ortadoğu bölgesindeki tüm ülkelerin istikrarını zayıflatmaya çalışıyor. Onların asıl hedefinin Suudi Arabistan olduğunu düşünüyorum”[3] derken, ABD Savunma Bakanı James Mattis de İran’a karşı İsrail’in de yer aldığı bir bölgesel ittifak kurulması için çalıştıklarını açıklamıştı.
Trump’ın Riyad ziyaretinden kısa bir süre önce Suudi Arabistan’a ve İsrail’e giden James Mattis, İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman’la düzenlediği ortak basın toplantısında şunları söylemişti:
“Bizim İsrail’le ittifakımız, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki ortaklarımızla işbirliğini de içeren geniş kapsamlı bölgesel güvenliğin temel taşını oluşturmaktadır. Benim hedefim, tehditleri ortadan kaldırmak ve düşmanlarımızı korkutmak için katılımımızı arttırmaktır.”[4]
ABD Başkanı Donald Trump’ın Riyad ziyaretinde Mattis’in ima ettiği gibi İran’a karşı bir Ortadoğu NATO’su kurulmadı; ancak ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, ‘İran içinde rejimi değiştirmek isteyen unsurları desteklediklerini’[5] açıkça ifade etti.
Füze saldırısının mesajları
İran, kendisini hedef alan saldırıda terör örgütlerini tetikçi; kendisine karşı açık bir ittifak yapan Suudiler, İsrail ve Amerika’yı ise azmettirici olarak görüyor. Bu yüzden de terör örgütlerini kendilerini en güvende hissettikleri yerlerde cezalandırarak azmettiricileri üzerinde caydırıcılık yaratmayı hedefliyor.
Örneğin geçtiğimiz yılın haziran ayında Suudilerin yönlendirmesi ve Irak Kürdistan Bölgesi’nin desteği ile İran içinde saldırılar yapan Hizb-i Demokrat ve Komala gibi örgütler, İran tarafından Kürdistan Bölgesi’nin içinde cezalandırıldı. Erbil yönetimi de bu örgütlerin liderlerini toplayarak İran’da yaptıkları eylemlerin Kürdistan Bölgesi’nin güvenlik ve istikrarına zarar verdiğini belirterek İran’a yönelik saldırıların durdurulmasını istedi.[6]
İran, Tahran’daki terörist saldırıdan çok kısa bir süre sonra IŞİD’i şu an kendisi açısından en güvenli yer olan Suriye’nin Deyr ez-Zor kentinde cezalandırdı. Şiilere yönelik düşmanlığıyla ün yapmış olan IŞİD’i Hz. Ali’nin kılıcıyla aynı adı taşıyan Zülfikar füzeleriyle vurdu.
Hz. Ali, Zülfikar’ı, Medine’de Mekkeli müşriklere; Hayber’de Yahudilere; Sıffin’de Muaviye ordusuna ve Nehrevan’da da Haricilere karşı kullanmıştı. IŞİD ve onun varlığını fırsata dönüştürmek isteyenler de bunların tamamından izler taşıyor. Dolayısıyla operasyona dair bu ayrıntılar, IŞİD’in kolayca anlayacağı mesajlar içeriyor.
IŞİD ve benzeri terör örgütlerin varlığını bölgedeki çıkarları için kullanan Suudilere, İsrail’e ve Amerika’ya verilen mesaja gelince…
IŞİD’in Avrupa kentlerinde yaptığı çok sayıdaki terörist saldırı ya cevapsız kaldı; ya da Paris saldırısından sonra birkaç savaş uçağıyla Rakka’yı rastgele bombalayan Fransız hükümetinin yaptığı gibi sadece iç kamuoyunu teskin etmeye yönelik cevaplar verildi.
İran’ın bölgeye gönderdiği insansız uçakların çektiği görüntülerden operasyon öncesinde ciddi bir istihbarat çalışması yapıldığı ve IŞİD’in hassas merkezlerinin tespit edildiği anlaşılıyor. İnsansız uçakların kameralarının odaklandığı binalara birkaç dakika içerisinde bir füzenin düşmesi ise Zulfikar’ın isabetteki hassasiyetini gösteriyor.
Amerika’nın bölgedeki tüm askeri üsleri, Suudilerin ekonomik ve askeri tesisleri ve İsrail’in ise tamamı, İran’ın ya Zulfikar gibi orta menzilli ya da Şehab ve Zilzal gibi uzun menzilli füzelerinin menzili içinde yer alıyor.
İran Deyr ez-Zor’da IŞİD’i füzelerle vurarak bölgedeki savaşı İran sınırlarının içine yönelten Suudilere, İsrail’e ve Amerika’ya cevabını sınır ötesinde verebileceğinin mesajını iletiyor. “İran’a bir mesajım var: İsrail’i tehdit etmeyin” diyen Benyamin Netanyahu’nun güçlü gözükmeye çalışan tedirgin açıklaması İran’ın mesajını en iyi anlayan tarafın İsrail olduğunu gösteriyor.
Göründüğünün aksine İsrail, bölgesel bir sıcak savaşta en zayıf halkayı oluşturuyor; çünkü Amerika’nın askeri üslerinin de Suudilerin ekonomik ve askeri tesislerinin de telafisi var; ancak Dimona’daki nükleer tesisi, ya da Hayfa’daki amonyak tesisleri imha edilen İsrail’in varlığının telafisi yok.
Filistinlilerin roketlerinden korunmak için geliştirdikleri Demir Kubbe ile İran’ın füze tehdidinden korunmak için geliştirilen ve Malatya Kürecik’te radarı da bulunan Arrow’lar önemli birer füze savunma sistemi; ancak bunların İran’ın ve Hizbullah’ın on binlerce füzesine karşı İsrail’i en zayıf halka olmaktan kurtarması beklenmiyor.
İran’ın hedeflerini belirleyen şartlar
Hedeflere gelince… İran’ın bölgedeki hedefleri, Amerika, Suudi Arabistan, İsrail ve diğer müttefiklerinin hedeflerine paralel olarak gelişti.
Tahran’a göre Amerika ve müttefiklerinin hedefi İran’ı kuşatmak ve Irak, Suriye ve Lübnan’dan Filistin’e uzanan Direniş Ekseni zincirinin halkalarını birbirinden koparmaktı.
Amerika ve müttefikleri ise İran ve müttefiklerinin ‘Direniş Ekseni’ diye tanımladığı İsrail karşıtı hattı ‘Şii Hilali’ diye sundular ve böylece onu mezhebi bir argümanla yalnızlaştırmaya çalıştılar.
2003’teki Irak işgali sırasında Amerika saldırı, İran ise savunma konumundaydı. Bu denge Irak’ta başlayan siyasi süreçler sebebiyle 2005’ten itibaren değişmeye başladı. Amerika da bu değişimin farkına vardığı için 2003’te ‘şer ekseni’ ilan ettiği İran’la 2005’te Irak konusunda 4 tur müzakere yapmak zorunda kaldı.
Amerika, Irak işgaline 2011’de tam bir başarısızlıkla son vermek zorunda kaldı. Çünkü ne Irak’ta öngördüğü modele uygun bir siyasi yapı kurabildi, ne İran’ı kuşatabildi. Bir başka deyişle öngördüğü hedeflerini gerçekleştiremediği gibi Irak’tan hezimetle ayrıldı. İşgal ettiği Bağdat’tan tek bir askeri üs bile alamayan Amerika, yakın müttefikleri tarafından da Irak’ı altın tepside İran’a vermekle suçlandı.
İran’a yönelik ikinci kuşatma hamlesi, 2011’de bu kez Suriye üzerinden geldi. Amerika ve müttefikleri, Tahran’ın bölgedeki tek Arap müttefiki olan Suriye’yi İran’dan koparmaya çalıştı. İran 21 Mart 2011’de başlatılan Suriye krizi aracılığıyla yeniden savunma konumuna düşürülürken Amerika, bu kez tüm müttefikleriyle birlikte saldırı konumuna geçti. Bu saldırı vekalet savaşı yoluyla askeri düzeyde Suriye’yi, dinin ve paranın sınırsızca kullanıldığı psikolojik savaş düzeyinde ise Suriye’nin yanında duran herkesi; en çok da hep Şam’ın en yakın müttefiki Tahran’ı hedef aldı.
Vekalet savaşı, Şam’da devrim yapmayı öngören askeri hedefinde başarısız oldu; ama sınırsızca kullandığı dini ve mezhebi argümanlarla Şam’ın yanında duranları şeytanlaştırmayı öngören psikolojik savaş hedefinde başarılı oldu.
Suriye’ye yönelik psikolojik savaşın stratejisi ‘Suriye’nin Dostları Grubu’ adını kullanan ülkeler tarafından belirlendi.
Suriye ve müttefiklerine yönelik propaganda o kadar güçlüydü ki Suriye için 11 ayda ‘Dostlar Grubu’ kuran ülkelerin neden 60 yıldır ‘Filistin’in Dostları Grubu’ kurmadığı sorulmadı.
Suriye’yi tahrip eden bir savaşta silahlı gruplar için milyarlarca dolar harcayan İslam ülkelerinin, Filistin’e neden tek bir kurşun bile vermediği düşünülmedi. Suriye’de neden savaşı, Filistin’de ise neden barışçı siyasi çözümü destekledikleri anlaşılmadı.
Dünya Müslümanlarına Suriye için cihat çağırısı yapan İslam alimlerinin neden aynı çağrıyı Filistin için yapmadığı; intihar saldırısı yaptığında şehit olacağına inanan on binlerce militanın, niye mekan olarak İsrail’i değil de Suriye’yi tercih ettiği sorgulanmadı.
Suriye ile ilgili psikolojik savaşın stratejik hedefi Arap ve İslam dünyasına Filistin sorununu unutturmaktı. Çünkü Suriye, Filistin’in tarihsel coğrafyasıyla bütünlüğünü savunan ve Camp David düzenine uyum sağlamayan tek Arap devletiydi.
Suriye Dostları Grubunun en büyük finansörü olan Suudiler ise 1967 topraklarında bir Filistin devletinin kurulmasına karşılık tüm Arap ülkelerinin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesini öngören ‘barış planı’ sunuyordu.
Filistin’in öncelik olmaktan çıkarılması, İsrail’in tehdit olmaktan çıkarılmasını sağladı. Suriye’nin öncelik olarak belirlenmesi ise Şam’a destek veren İran ve Hizbullah’ın tehdit olarak görülmesine zemin yarattı.
Özetle eğer Suriye krizi olmasaydı, Suudiler bugün İsrail’le açıkça ilişki kuramazdı; Hamas’ı ve Hizbullah’ı terör örgütü ilan edemezdi. Bölge için İsrail’in değil İran’ın tehlike olduğunu söyleyemez ve bu söze İslam dünyasından destek bulamazdı.
İran’ın hedefleri
Amerika ve müttefiklerinin ortaya koyduğu kuşatma hedefi, İran’ı başta Irak ve Suriye olmak üzere kendisi için stratejik derinlik olarak gördüğü bölgelerde askeri varlığını arttırmaya zorladı. Çünkü Amerika, 2011’de tek bir askeri üs bile alamadan çekildiği Irak’a 2014’te geri dönmüş; 2011’de müttefikleriyle birlikte yönetimini deviremediği Suriye’ye de yine 2014’te giriş yapmıştı.
Irak ve Suriye’de öngördüğü rejimi kurmakta başarısız olan Amerika’nın, bu ülkelere bu kez terörle mücadele gerekçesiyle girmesi, stratejik hedefinde değişiklik yaptığı anlamına gelmiyordu.
İran’a göre, Amerika’nın bölgeyle ilgili stratejik hedefi, bölge ülkelerini birbirine düşman devletçiklere bölmek, buralara yönelik müdahalelerini sürekli kılmak ve İsrail’in askeri üstünlüğünü ve varlığını garanti altına almaktı. Dolayısıyla Amerika’nın bu hedefini gerçekleştirmesini önlemenin yolu da Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak olabilirdi.
İran’la Amerika, bölgeyle ilgili zıt hedeflere sahip olsa da benzer araçlar kullanıyor. Zira Amerika, bölünmenin siyasi zeminlerini Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail gibi müttefikleri aracılığıyla yaratırken sahada ÖSO ve YPG gibi örgütleri kullanıyor.
İran ise siyasi düzeyde Rusya, Suriye ve Irak gibi müttefikleri, askeri düzeyde de Haşd Şabi ve Hizbullah gibi örgütler ile birlikte Irak ve Suriye’yi tek parça halinde tutmayı hedefliyor.
Mesud Barzani’nin bağımsızlık referandumu, Irak’ta; ÖSO ve YPG’nin ise Rakka, Deyr Zor, Ürdün ve Irak sınır hattındaki hareketliliği ise Suriye’de bu iki zıt hedef için finale doğru gidildiğini gösteriyor.
Amerika, YPG öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri ile Fırat’ın doğusundan itibaren Suriye’nin kuzeyini ve Suriye-Irak sınırının kuzeydoğusunu; desteklediği ÖSO grupları ile de Suriye Irak sınırının güneydoğusu ile Suriye Ürdün sınırını Suriye’den bölmeye çalışıyor.
İran ve Suriye ise Suriye, Irak, Ürdün sınır hattını kontrol altına alarak bu bölünmeyi önlemeye çalışırken Haşd Şabi de Irak’ın Suriye ve Ürdün sınırını kontrol altına almaya çalışarak 2011 öncesindeki sınırların korunmasına destek veriyor.
‘Vekiller’ yetersiz, artık ‘asıllar’ da sahada
Amerika, Suriye’nin Irak ve Ürdün sınırı yakınındaki Tenf bölgesine asker gönderdi, burada ÖSO gruplarına eğitim verdi. Tenf’e HIMARS füze sistemleri konuşlandırdı, Irak sınırına yaklaşan Suriye ordusu ve müttefiklerini birkaç defa havadan bombaladı. IŞİD kuşatmasını kırmak için Deyr Ez-Zor’a doğru hareket eden Suriye ordusunun önünü YPG liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri ile kesmeye çalıştı ve Suriye uçağını düşürdü. Ürdün’de geçtiğimiz ay Rusya ile iki defa gizli görüşme yaptığı belirtilen Amerika,[7] Suriye uçağına yaptığı saldırı konusunda da Rusya’ya bilgi verdiğini iddia etti. Rusya ise bunu yalanlayarak Amerika’yı uyardı.[8]
İran’ın Deyr ez-Zor’daki IŞİD karargahlarına yönelik füze saldırısı işte bu gelişmelerin ardından yapıldı.
Amerika’nın Suriye’ye asker ve teçhizat konuşlandırması ve Suriye ordusuna saldırması, Suriye’nin Türkiye sınırı ile Irak ve Ürdün sınır hattını bölme hedefinde vekil güçlerine destek olarak sahaya girdiğini gösteriyor.
İran’ın Deyr ez-Zor’a yönelik füze saldırısı ve Rusya’nın Suriye uçağını düşüren Amerika’ya misilleme tehdidi,[9] bu iki ülkenin de tıpkı Amerika gibi vekil güçlerine destek olarak sahaya doğrudan girebileceğinin işareti olarak okunabilir.
Türkiye nerde?
2011’den beri Suriye ile ilgili her türlü gündemde taraf olan Türkiye’den bütün bu gelişmelerle ilgili olarak tek bir sesin bile çıkmaması oldukça dikkat çekici.
Halbuki artık Suriye’nin geleceği ile ilgili olarak rejim bahsi söz konusu değil, tüm bölgenin olduğu gibi Türkiye’nin de geleceğini etkileyecek olan iki hedef bahis konusu.
Ayrıca, çatışma da artık Suriye hükümetiyle muhalifleri arasında değil; Suriye’nin bölünmesi hedefinin tarafları ile Suriye’nin tek parça halinde kalması hedefinin tarafları arasında yaşanıyor.
Ancak Türkiye, yaklaşık 900 kilometrelik sınırını ve hatta kendi ulusal güvenliğini etkileyecek bu gelişmelerle değil, Suudilerin Katar’ı evcilleştirmek için başlattığı krizle ilgileniyor.
Çünkü ‘Suriye’de yeni süreç başlarken Türkiye’nin lisanı ve lisan-ı hali’ başlıklı yazıda da ifade edildiği gibi Türkiye, lisanıyla Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunurken, lisan-ı hal ile Suriye’nin parçalanmasına destek veriyor.
‘’Katar krizinin çözümünde Suudi Arabistan’ın çok önemli bir rolü’’[10] olduğuna inanan Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını da ‘’Büyük Kürdistan kurulacak ve İran, Türkiye ve Irak'ın planlarını bozacak"[11] diyen Suudi Arabistan’dan bekliyor olmalı.
Alptekin DURSUNOĞLU
Yakın Doğu Haber
ydh.com.tr/21,06,2017
[1] Sputnik farsça servisi. 18 Haziran 2017. سیلی را داعش خورد تا صدایش را دیگران بشنوند https://ir.sputniknews.com/opinion/201706192603194/
[2] CNN Türk. 7 Mayıs 2017. Son dakika: İran'dan büyük tehdit http://www.cnnturk.com/dunya/son-dakika-irandan-buyuk-tehdit
[3] YDH. 20 Şubat 2017 Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail’den İran’a karşı ortak tavır http://www.ydh.com.tr/HD15081_turkiye-suudi-arabistan-ve-israilden-irana-karsi-ortak-tavir.html
[4] YDH. 28 Nisan 2017. İran’a karşı Ortadoğu NATO’su http://www.ydh.com.tr/HD15202_irana-karsi-ortadogu-natosu.html
[5] Milliyet. 15 Haziran 2017. İran'dan ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'a tepki http://www.milliyet.com.tr/iran-dan-abd-disisleri-bakani-dunya-2469095/
[6] YDH. 30 Haziran 2016. KDP ve KYB’den İran karşıtı gruplara uyarı http://www.ydh.com.tr/HD14756_kdp-ve-kybden-iran-karsiti-gruplara-uyari.html
[7] Takvim. 10 Haziran 2017. Amerikan ve Rus yetkililer Ürdün'de iki defa gizlice görüştü http://www.takvim.com.tr/dunya/2017/06/10/amerikan-ve-rus-yetkililer-urdunde-iki-defa-gizlice-gorustu
[8] BBC, 19 Haziran 2017. ABD Suriye uçağını düşürdü, Rusya Washington'u uyardı http://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-40325793
[9] Milliyet. 19 Haziran 2017. Son dakika... ABD, ilk kez bir Suriye uçağını düşürdü! Rusya misillemeyle tehdit etti
http://www.milliyet.com.tr/abd-suriye-ucagini-dusurdu-dunya-2470870/
[10] Sputnik, 20 Haziran 2017. Cumhurbaşkanlığı: Suudi Arabistan'ın Katar krizinin çözümünde çok önemli bir rolü var https://tr.sputniknews.com/politika/201706201028960282-cumhurbaskanligi-suudi-arabistanin-katar-krizinin-cozumunde-cok-onemli-bir-rolu-var/
[11] Sputnik. 18 Haziran 2015. Suudi Kralı Selman'ın danışmanı Eşki: Bağımsız Kürdistan'ın kurulması kaçınılmaz
https://tr.sputniknews.com/roportaj/201506181016078033/