21 Şubat 1995 Salı- Cumhuriyet
Gazetesi / HALUK GERAY
-3-
Şeriatçılarla Uzlaşma Arayışı
Türkiye'ye
küresel senaryolarında en fazla yer veren yazarlardan biri de Samuel
Huntington'dır. Huntington'ın, 'Uygarlıkların Çatışması' makalesi, yeni dünya düzeninin temel
çatışmalarının uygarlıklar arasında olacağını belirtmekte ve Batı'ya
tavsiyelerde bulunmaktadır(*). Bu çalışma, sadece akademik düzeyde değil dünya
çapında siyasetçi ve devlet adamları arasında da tartışılmaktadır. Yazıda, "Halkların en yüksek ve en geniş
kültürel kimlikleri" olarak tanımlanan uygarlığın hem nesnel (dil,
tarih, din, gelenek, kurumlar) hem de sübjektif (halkların kendilerini nasıl
tanımladıkları) öğelerinin bulunduğundan yola çıkılmaktadır. Dünyanın, Batıcı,
Konfüçyüsçü, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika uygarlıklarının kendi
arasında ve özellikle Batı'yla çatışmasıyla karşı karşıya kalacağını savunan Huntington, ekonomik modernleşme ve toplumsal değişimin dünya çapında
insanları yerel kimliklerinden ayırdığını, bunun sonucu olarak ulusal
devletlerin bir kimlik kaynağı olarak zayıfladığını, ortaya çıkan boşluğu pek
çok yerde dinin doldurduğunu söylüyor. Huntington bölgesel ekonomik blokların ortaya çıkmasının da kültürel
ve dini bloklaşma ile bir arada gittiğine dikkat çekiyor. Türkiye'nin yanında
İran, Pakistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan,
Özbekistan ve Afganistan'ın yer aldığı Ekonomik İşbirliği Örgütü'nü (EKO) 'Arap olmayan Müslüman ülkeleri bir araya
getiren' bir örgüt olarak tanımlıyor. Avrupa Birliği ise Avrupa kültürü ile
Hıristiyanlık etrafında oluşuyor.
Uygarlıkların
fay hatları
Uygarlıkların
fay hatları sınırlarının, ileride çatışma sınırlarını oluşturacağını söyleyen Huntington, Avrupa'daki en önemli bölünme hattının, Batı
Hıristiyanlığının 1500'deki doğu sınırı olduğunu belirtmektedir. Bu hat
Finlandiya, Baltık devletleri ve Rusya'yı ayırmakta; Belarus ve Ukrayna'yı
ikiye bölerek, güneyde Habsburg ve Osmanlı imparatorluklarının tarihi
sınırlarıyla buluşmaktadır. Bu çizginin batısında ortak deneyler vardır;
feodalizm, Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma, Fransız devrimi, sanayi devrimi.
Hattın batısı ekonomik açıdan daha iyi durumdadır ve demokratik sistemler
olarak Avrupa'yla bütünleşmeyi hedeflemektedir. Bu çizginin güneyinde ve
doğusunda kalanlar ise ekonomik açıdan daha zayıf, istikrarlı demokratik
siyasal sistemleri geliştirme olasılıkları zayıf ülkelerdir. Hattın doğu ve
güney tarafı (Rusya, Ortodoks Doğu Ukrayna, Sırbistan, Bulgaristan, Makedonya.
Yunanistan, Arnavutluk, Türkiye) daha çok Ortodoks ve Müslüman ağırlıklıdır.
Dine yeni bakış
Huntington,
çatışmakta olan ve ileride de çatışmaya devam edecek uygarlıklar arasında,
Türkiye'yi İslam uygarlığının Türk alt-bölümüne yerleştirmektedir. İslam'ın Türk alt bölümü yanında
Arap ve Malay alt bölümleri bulunmaktadır. Yazar, Türkiye’yi kendi
sınıflandırdığı alt bölüm içinde göremediği için olsa gerek, dünya çapında en
fazla 'parçalanmış' ülke olarak
tanımlamaktadır. Parçalanmış ülkelerin yeni dünya düzenindeki yerine geçmeden
önce, aralarında İslamiyet ve Ortodoksluğun bulunduğu çeşitli kültürlerde
laiklik, anayasacılık, insan hakları, eşitlik, hürriyet, hukuk devleti,
demokrasi gibi fikirlerin ‘titreşimler
yaratmadığına' inandığını belirtelim. Batı'nın bu fikirleri yayma düşüncesi
'insan hakları emperyalizmi'ne karşı
tepkiler yaratmakta ve temeldeki özgün değerlere dönüşü hızlandırmaktadır. Bazı
ülkelerin, toplumun hangi uygarlığa ait olduğu konusunda bölünmüş olduğuna
dikkat çeken Huntington, Türkiye'yi bu ülkelere en açık ve 'prototip' ülke olarak göstermektedir. Atatürk'ün modern ve laik bir Batılı
ulus devlet kurmak istediğini söyleyen yazar, toplumdaki bazı unsurlarınsa
Türkiye'nin Müslüman bir Ortadoğu ülkesi olduğuna inandıklarını belirtmektedir.
Ancak, Türkiye'nin yerinin belirlenmesinde çok önemli bir nokta, ülke içindeki tartışmalardan çok,
Batı'nın Türkiye'ye yönelik tutumudur.
Türkiye'ye Taşkent
adresi
Huntington,
Batı’nın Türkiye'yi Batılı olarak tanımamasına dikkat çekmektedir. Avrupa Birliği'nin
Türkiye'yi içine almayacağının belli olduğunu belirten Huntington,
Henze'nin sorduğu soruyu yinelemektedir: “Mekke'yi reddetmiş ve Brüksel tarafından
reddedilmiş Türkiye, nereye bakacaktır?" Sorunun yanıtını 'belki de Taşkent' olarak veren Huntington,
şunları belirtmektedir:
"Tarihsel olarak Türkiye, en fazla parçalanmış
ülkedir. Meksika zamansal olarak en yakın parçalanmış ülkedir. Küresel olarak
en önemli parçalanmış ülke Rusya'dır. Bir parçalanmış ülke, kendi uygarlık
kimliğini yeniden tanımlayabilmek için üç unsura ihtiyaç duyar: Birincisi,
ülkenin siyasi ve ekonomik eliti genel olarak bu hareket hakkında destekçi
olmalıdır. İkincisi, kendi kamusu buna hazır olmalıdır. Üçüncüsü, alıcı uygarlıktaki belirleyici
grupların öbürünü kucaklamaya hazır olmasıdır. Meksika örneğinde üçü de
mevcuttur. Türkiye örneğinde ilk ikisi mevcuttur. Rusya örneğinde üçünün olup olmadığı da Batı'ya girme anlamında
belirsizdir."
Türkiye'de hem elitlerin hem de halkın Batılı kimliği
kabule hazır olduğunu kabul eden Huntington, 'alıcı
uygarlığın etkili gruplarının' Türkiye'yi kabule hazır olmadığını
söyleyerek aslında 'parçalanmanın'
içsel değil, dışsal olduğunu da itiraf etmektedir. Acaba, Batı ülkelerinin
senaryolarında, Türkiye'yi arasına kabul etmeyerek, ‘Taşkent'e ve Ortadoğu'ya bakmasını sağlamak mı yer almaktadır?
‘Türkiye Batılı olmamalı'
Huntington'un
Batılı ülkelere yaptığı tavsiyeler, bu sorunun yanıtını kendiliğinden
vermektedir:
"Kısa dönemde, Batı kendi içinde daha
fazla işbirliğini teşvik etmeli (Avrupa-Kuzey Amerika), Doğu Avrupa ve Latin Amerika
gibi Batı'ya yakın kültürleri kendi içine katmalı; Rusya ve Japonya ile
işbirliği ilişkilerini sağlamalı ve teşvik etmeli; yerel uygarlık içi
çatışmaların büyük uygarlık içi çatışmalara doğru tırmanmasını engellemeli;
Konfüçyen ve İslami devletlerin askeri genişlemesini sınırlandırmalı; Konfüçyen
ve İslami devletler arasındaki çatışma ve farklılıkları sömürmeli; meşru Batı
çıkarlarını yansıtan uluslararası kurumları ve değerleri güçlendirmeli ve
Batılı olmayan devletlerin, bu kurumlara katılımını teşvik etmelidir. Uzun
dönemde ise, aynı zamanda, Batı'nın diğer uygarlıkların altında yatan dini ve
felsefi varsayımların temelini ve bu uygarlıkların halklarının kendi
çıkarlarını nasıl gördüklerinin yollarını daha fazla anlamayı geliştirmesi
gerekmektedir. Bu, Batı ve diğer uygarlıklar arasındaki ortak unsurları
tanımlamasını gerektirecektir. İlgili gelecekte, evrensel bir uygarlık
olmayacak, onun yerine bir arada yaşamayı öğrenmesi gereken farklı uygarlıklar olacaktır."
Huntington, yukarıdaki
alıntıdan da anlaşılacağı gibi, Batı'ya kabul edilecek ülkeler arasına Türkiye'yi
katmamaktadır. Huntington, hem halkının büyük çoğunluğunun
hem de yönetici elitlerin Batılı olmayı amaçladığını kabul ettiği Türkiye'yi,
kendisi de Batı uygarlığına alınacak bir ülke olarak görmemektedir. Bunun
nedeni, Türkiye'nin, yeni dünya düzeninde alacağı rolü, Batılı bir ülke olarak
değil, 'İslam uygarlığının Türki alt
grubu' olarak üstlenmesinin Batı'nın çıkarına uyacağı varsayımı olabilir.
Böyle bir Türkiye, Huntington'un kısa dönemde
Batı'ya yaptığı tavsiyelerin yerine gelmesinde 'piyon' olarak kullanılabilir. Bu yaklaşımın, eski CIA'cı Henze'nin dizinin birinci bölümündeki yaklaşımına
paralelliği, her halde rastlantıdır! Huntington,
Türk halklar ile Slavlar arasındaki çatışmalara da büyük önem vermektedir:
"Rus
tarihinin büyük bir bölümü, Slavlarla, sınırlarda yaşayan Türki halkların
savaşıdır ve Rus devletinin kurulduğu 1000 yıl öncesine gider. Bu durum sadece
Rus politikalarına değil, Rus karakterine da hâkim olmuştur. Bugün Rus
gerçeğini anlamak, Rusları yüzyıllardır uğraştıran büyük Türk etnik grubuyla
ilgili kavramlara sahip olmayı gerektirir."
Uzlaşmanın adı , 'ılımlı İslam'
Yeni dünya düzeninde,
ABD'nin şeriatçı güçlerle, kültürel ve siyasi anlamda bir uzlaşma aradığı açığa
çıkmaktadır. ABD'li bazı yazarların kavramlarında şeriatın yerini 'ılımlı İslam’ veya 'ılımlı köktendincilik' almaktadır. ABD
kökenli ve saygıdeğer olarak bilinen akademik dergilerde son iki yıldır bu
eğilimi gözlemek mümkündür. Bu makaleler, ABD tarafından dünyanın dört bir
tarafındaki hedef kitlelere ulaştırılmaktadır. Bu dergilerin bazılarında, akademisyenlik
düzeyleri tartışmalı bazı yazarlar, Atatürk'e ve Türkiye demokrasisine
saldırmaktadırlar. Şeriatçı Sudan'ın Londra Büyükelçiliği'nin Basın Ataşesi Abdelwahab El-Efendi, İslam dünyasında
demokrasiyi ele alırken, Türkiye'yi, "Müslüman
dünyasının, Arap olmayan kesimlerinde durum daha iyi değildir. Türkiye'de
Atatürk'ün eleştirisi ve empoze ettiği laik politik ve toplumsal sistemin
temellerini eleştirmek yasaktır" diyerek karalıyor(**). Londra'dan
Türkiye yazılırsa, ancak bu kadar yazılır herhalde!.. 'Medine Vesikası’ndan, laiklik tartışmalarına kadar İslamcılann
birer birer boy göstererek milyonlarca izleyiciye ulaştığı bir ülkede 'Atatürk'ün ve laik sistemin' eleştirilmesinin
yasak olduğu yazılabiliyor. Genel olarak Ortadoğu ve İslam dünyasında
demokrasiyi inceleyen diğer yazarların da Kürt sorununu bahane ederek
Türkiye'yi demokratik bir rejim olarak göstermedikleri dikkat çekmektedir.
Halklarının
büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde, sadece Türkiye'de 'Müslümanlar'ın yıllardır kendi siyasal partileriyle seçimlere
girdiklerine bir tek yazıda bile dikkat çekilmemektedir. Yoksa Suudi Arabistan,
yıllardır Batı üniversitelerindeki çeşitli kürsülere sağladığı milyonlarca
dolarlık maddi yardımın semeresini mi almaktadır?
İslam'a yeni rol
Aslında Batı karşısında İslam karşıtlığı,
özellikle İran İslam devriminden sonra İslami hareketlerin Batı karşıtı
olmalarına duyulan tedirginlikten kaynaklanmaktaydı. ABD ve Batı, başka
nedenler yanında bu yüzden İran-lrak savaşında Irak'a destek vermişti. 1979'dan
sonra Batı kamuoyunda gelişen söylem, güçlü anti-İslam duygularla
beslenmekteydi.
1979-1991 yılları arasında laiklik
eleştirileri sınırlı kalmıştır. Soğuk Savaş'ın çeşitli düzeylerde sürüyor
olması da bu tutumda etkili olmuştur. Ancak, Batı, yeni dünya düzeninde İslam'a
da yeni roller biçmeye hazırlanmaktadır.
En önde gelen amacın, İslam'ın anti-Batı
söyleminin kırılması olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle ABD yazınında, anti-Amerikancı
olmadığı takdirde köktendincilikle uzlaşma arayışı içinde olunduğu
söylenebilmektedir.
HALUK GERAY
21 Şubat 1995 Salı- Cumhuriyet
Gazetesi
(*) Samuel P.
Huntington, 'The Clash of Civilizations?', Foreign Affairs. Summer 1993, ss. 22-49.
(•*) Abdelwahab
El-Efendi. 'Eclipse of Reason: The Media in the Muslim World' Journal of
International Affairs, Summer 1993, ss. 163-193.
Dizini birinci ve ikinci bölümleri için bakınız:
Dünden Bugüne Nasıl
Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-1
(Atatürk’e Karşı
Sinsi Plan)
Dünden Bugüne Nasıl Gelindi ? Yeni Dünya Düzeni Senaryoları ve Türkiye-2
(ABD'nin Tarikat Hesapları)