Ergenekon Davası'nın geçtiğimiz pazartesi gerçekleşen oturumunda söz alan yazar Ergün Poyraz inanılmaz açıklamalarda bulundu.
Ergün Poyraz'ın adı geçen polislerden Emine Erdoğan'a kadar birçok ismi tanık olarak çağırdığı savunmasını aynen yayınlıyoruz:
13 AĞIR CEZA MAHKEMESİ SAYIN BAŞKANLIĞI'NA
İSTANBUL
Dosya No: 2008/209
Konu : Kitaplarımda yararlandığım belgeleri aldığım yerler hakkında...
Açıklamalar:
Karşı devrim iftiranamelerinde, kitaplarımdaki belgeleri Jandarma'dan aldığım yolunda gerçekdışı iddialar birçok yerde işleniyor.
Ancak;
Ben mahkemede defalarca açıkladığım gibi Jandarma'dan bir tek belge almadım. Jandarma'dan almadığım gibi hiçbir askeri kurumdan da almadım.
Ya nereden aldım?
En başta Ankara Terörle Mücadele, Dernekler Masası, Azınlıklar Şubesi, Yabancılar Şubesi, Güvenlik Şube olmak üzere, Ankara ve diğer Emniyetlerin değişik birimleri ile hemen hemen tüm bakanlıkların müfettişlikleri, yine Emniyet müfettişliklerinden aldım.
Başka?
MİT, Ticaret Odaları, Ticaret Sicil Gazeteleri, Adliye'ler, Yüksek Yargı gibi kuruluşlar, Bülent Arınç, Emine Erdoğan, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Abdülkadir Aksu, gibi şu an hatırlayamadığım^) birçok AKP'li isimden aldım...
Benim kaynaklarımdan bazıları bunlardır.
Akıncılar Derneği başta "Spor Kulübü" adı altında 1975-76 yılında önce Kartal- Cevizli'de, ardından Kasımpaşa'da açılmış, onları daha sonra Fatih ve diğer şubeler takip etmişti. Ben 13 yaşımda Cevizli Akıncılar'a girdim, Tayyip de Kasımpaşa Akıncılar’a üye olmuştu. Haftanın bir günü her iki grup MTTB'de, bir günü de Kurtköy'de kamp yapıyordu.
O nedenle;
Ben, bunların cemaziyyel evvellerini herkesten çok daha fazla bilirim.
Ankara Terörle Mücadele'nin koordinasyonunda 1996 veya 1997'de yapılan MGV ya da açık deyişle Refah Partisi'nin yan kuruluşu olan Milli Gençlik Vakfı Operasyonunda ele geçen binlerce kaset ve yazılı belge daha savcılara gitmeden Ankara Terörle Mücadele ekipleri tarafından bana getirilmiş, işime yarayacak kaset ve belgelerin bir örneğini kendime ayırabileceğim söylenmiş ve benim yaptığım birkaç aylık çalışmanın ardından ilgili yerlere ulaşmıştı.
Ankara Polisi, elde ettiği o kasetlerdeki; Necmettin Erbakan, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, Hasan Damar, Halil İbrahim Çelik, İmdat Kaya, gibi şimdi aklıma gelmeyen isimlerin görüntüleri TV'lere de dağıtmışlardı.
Ama şimdi anlaşılmaz bir şekilde "Bunları asker dağıttı" iftirası atılmaktadır...
Bu görüntülerin bir kısmını da ben katıldığım programlarda yayınlattım...
Bakın bu operasyon öncesi:
Refah Partisi'nin yan kuruluşlarından biri olan Milli Gençlik Vakıflarının (MGV) hangilerinde, hangi materyallerin bulunduğunun bilgisi Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarınca Ankara polisine bildirilmişti.
O gün bu duruma oldukça şaşırmıştık.
Şimdi,
Şaşırmıyoruz!...
Ankara Terörle Mücadele de; Hüseyin Aktaş, Osman Kaya, Cihangir Çelik, Cavit Çevik, azınlıklardan Ali Fuat Yılmazer, Baş komiser İsmet ve arkadaşları benim en az onbeş yıllık arkadaşlarımdılar.
Maksut Karal, arkadaşım olmamasına rağmen dolaylı ve dolaysız yoldan en çok belge aldığım isimlerdendi.
Hatta; Hüseyin Aktaş, hakkında Fetullahçılık soruşturması açıldığında dönemin İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen'in danışmanına giderek, Aktaş'ın Fetullahçı olmadığına dair görüşme yapmış. Bu görüşmede danışman, "Sen söylediğin için soruşturmayı çekiyoruz, ancak şunu bilki bu adam Fetullahçı" demişti.
Bende kendisine "yanıldıklarını" bir kere daha yinelemiştim.
Sonra;
Yanılanın ben olduğum Gülen davası sırasında çıktı.
Gülen davasında "müdahil olma 100 bin, tanık olma 500 bin dolar" ve Okyanus ötesindeki CIA işbirlikçisinin bundan sonraki hayatımı garanti etme tekliflerini kabul etmediğimi en iyi bilenler, yine bana bu teklifi yapan emniyetteki arkadaşlarımdı.
O gün bana, yaptıkları teklifi ve bahsettiğim miktardaki paraları veremeyenler, bu gün o miktar paranın binde biri kadar bile olmayan bir oranda miktar için "Jandarma'dan para aldı" iftirasını atıyorlardı.
Be o günlerde "onların adamı oldum mu ki" şimdi Jandarma'nın veya başka bir yerin adamı olacağım?
En başta Hüseyin Aktaş, tanık olarak çağrıldığında bu konuda söyleyecek ve söylenecek çok şeylerimiz olacaktır.
Ne garip ki; aradan yıllar geçti...
Ve;
Özellikle; Hüseyin Aktaş ve grubu ile bir yerlere gittiğimizde sarhoş olunca onları teslim ettiğim Hüseyin Aktaş'ın şoförü, bu defa 27 Temmuz 2007'de gözaltına alındığımda beni İstanbul Emniyetine teslim etmişti.
Herhalde tarih;
Bu olayı yüzyılın en büyük kalleşlikleri, kahpelikleri olarak kaydedecektir...
Çünkü,
Benim kimsenin adamı olmadığımı, olamayacağımı, hiçbir örgütle bağımın bulunmadığını en iyi bilenlerden biri de yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen Hüseyin Aktaş, Cihangir Çelik, Osman Kaya, Ali Fuat Yılmazer gibi Ergenekon iftiralarında görev alan ve almayan benim en az on beş yıllık arkadaşım olan polislerdi.
Çünkü;
Bunlar yapacakları operasyonun planlarının en ince ayrıntılarını bile benim evimde görüşürler, operasyon sonucu değerlendirmeleri de yine benim evimde devam ettirirlerdi. Başta beylik silahları olmak üzere silahlarını bile birçok kereler benim evime bırakırlardı. Ve bu silahlar günlerce benim evimde kalırdı.
Misal;
Umut operasyonu ardından, sorguya aldıkları biri işkenceden ölüm tehlikesi geçirince onlara doktoru ben buldum ve böylece hem işkenceyi yapanın, hem de işkenceye uğrayanın hayatı kurtuldu.
Operasyon ekibinin başı Hüseyin Aktaş, hala (sağ ve görevde çağırırsanız bu söylediklerimin doğruluğunu tevit edecektir. *
Hizbullah Operasyonunu gerçekleştirilen Cihangir Çelik, operasyondan elde ettikleri ve operasyonlarla ilgili hazırladığı bilgileri içeren CD'yi benim bilgisayarıma yüklemiş, CD'deki, sunumda Hizbullah'tan ele geçen belgeler bölümünde yer alan; "Diyarbakır işkencehanesinin krokisi" başlıklı yazıyı fark ettiğimde onlarla epey dalga geçmiştim.
Cihangir Çelik, bugün Terörle Mücadele Daire Başkanı'dır. Buraya çağırıp tanıklığına başvurursanız bu söylediklerimi teyid edecektir.
Kendisine Emniyette görev alan "Pezevenk" lakaplı Müdür'ün kim olduğunu ve bu lakabı niye aldığını da sorarsanız. Teyidi katmerleşecek ve benim Ergenekon sürecine niye dahil edildiğimde bir kere daha ortaya çıkacaktır...
Benim bilgisayarımı başta Terörle Mücadele ekipleri olmak üzere evime gelen Azınlık Şube elemanlarına kadar onlarca polis, amir, müdür seviyesindeki isim kullanmıştı.
Misyonerlikle ilgili kitabımı yazarken Ankara Emniyeti azınlıklar şube, tüm arşivini bana açmıştı.
Azınlıklar Şube'ye ara ara gelen "Müdür" seviyesindeki "Piç Ali", "Misyonerlerin gırtlağına basmadan bu olay önlenemez" sözleriyle azınlıklar ekibini provoke ediyor, onlarda başta Keçiören olmak üzere misyonerler kıyasıya kavgaya tutuşuyor, Keçiören halkını misyonerlere karşı kışkırtıyorlardı.
Öyle ki;
Keçiören misyonerlerinin Pastör'ü ya da bilinen unvanıyla "Papaz Erol" ile de mahkemelik olmuşlar onlara avukat bulmak da bana kalmıştı.
Ali Fuat Yılmazer ve ekibine de sürekli yaptığım telkinlerle mücadelenin, şiddetle değil, ancak hukukla olabileceğini zorda olsa da kabul ettirdim.
Yine; Ali Fuat Yılmazer ve ekibi özellikle Başkomser İsmet, tanık olarak dinlenirse bu söylediklerim teyit edilecektir.
Ve
Yine;
Ali Fuat Yılmazer ve ekibi özellikle Başkomser İsmet’e "Piç Ali"nin kim olduğu ve bu lakabı nasıl kazandığı sorulursa teyide teyit kazandırılacaktır...
Ve dahi; benim Ergenekon sürecine niye monte edildiğimde bir kere daha belgelenecektir...
Yandaş ve yanaşma basın ve basında yazı yazan kalemler, Misyonerlikle ilgili hep askerlerin rapor yazdıklarını belirtiyorlar, ancak nedense Ankara Emniyeti'nin raporlarından bahsetmiyorlardı.
Buyurun size bu raporlardan biri...
"T.C. Ankara Valiliği, Emniyet Müdürlüğü'nce Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi başta olmak üzere birçok mahkemeye gönderilen bu raporda Ankara'daki misyonerlik faaliyetleri aktarılıyordu.
Bu raporda yirmi civarında misyonerden de bahsediliyor ki, ne tesadüf, bu misyonerlerin tamamına yakını bana dava açanlardan oluşuyordu...
Ben, Emniyetin başta misyonerlerle ilgili olmak üzere birçok muhbirinin onların ödeyemediği paralarını ödememe, kayıt dışı sağa sola gitmeleri sonucu olagelen kazalarda arabalarını tamir ettirmeme ve birçok olayda maddi destek sağlamama rağmen, hiçbir delile ve mesnete dayanmaksızın bana Jandarmadan para aldığım iftiralarını atmaları da son yüzyılın en alçakça iftiraları arasında yer bulacaktır...
Hablemitoğlu ve Danıştay saldırılarını soruşturan ekibin başı da benim arkadaşımdı.
Soruşturmayı daha doğrusu soruşturmamayı yürüten Terörle Mücadele ekibinin başı olan Osman Kaya; Hablemitoğlu için aynen şu sözleri kullanıyordu, cesedinin başında;
"Ergün, Hablemitoğlu kim? Niye basın bu kadar çok ilgileniyor? Bu olay çek veya senet davası mı?"
Oysa aynı şahıs, daha önce Ankara TEM'de Hablemitoğlu'nu çok sevip saydığını, hatta onun İnkılâp Tarihi derslerine girmek istediğini, ancak kendilerine başka hocanın geldiğini söylüyordu.
Başka;
Hablemitoğlu'nu televizyonlardaki tartışmalardan izlediğini, çok takdir ettiğini anlatıyor, tanışma arzusu ile beraber imzalı bir kitabını da istiyordu. Ve ben de kendisine Hablemitoğlu'nun kitaplarından veriyordum
Peki, aynı şahıs;
Hablemitoğlu'nun cesedinin başında ne diyordu?
"Ergün, Hablemitoğlu kim? Niye basın bu kadar çok ilgileniyor? Bu olay çek veya senet davası mı?"
Sonra, Hablemitoğlu cinayeti, çeşitli ayak oyunları ile suçsuz insanların üzerine yıkılmaya çalışılıyor.
Sonuç ve talep:
1. Ergenekon sürecinde "askerden belge aidi" iftirasının açıklığa kavuşması için ilk etap da belge ve bilgi aldığım bir kısım Emniyet görevlilerinden;
Cihangir Çelik, Hüseyin Aktaş, Osman Kaya, Ali Fuat Yılmazer, Başkomser İsmet ve misyonerleri takip eden ekip arkadaşlarının ivedilikle tanık olarak dinlenmelerine bunların dinlenilmelerinin ardından ortaya çıkacak diğer emniyet görevlilerinin de tanık olarak dinlenilmelerine...
2. Yine; ilk etapta belge ve bilgi aldığım isimler arasında yer alan;
Recep Tayyip Erdoğan, Emine Erdoğan, Bülent Arınç, Abdülkadir Aksu, Emin Şirin, Abdullah Gül, gibi isimlerin de tanık olarak dinlenmelerine ve bana verdikleri belgelerin ve bilgilerin kendilerine sorulmasına karar verilmesini saygıyla arz ve talep ederim. ... 05. 2012
EK: Ankara Emniyeti'nin misyoner raporu:
Ergün Poyraz