Millet dendiğinde belki de en çok Renan’ın “qu’est-ce qu’une nation” sorusunu hatırlıyoruz, millet nedir. Bir de pek iddialı bir sözü var, millet, un plébiscite de tous les jours, her gün tekrarlanan plebisitlerle varlığını sürdürebilmektedir. Tarifine gelince, bir yanını, ortak hatıra ve tarihe sahip olmak, pek biliyoruz; ama diğer yanını, “beaucoup oublié”, iç kavgalarımızın pek çoğunu unutma gerekliliğini unutuyoruz. Güzel, burada durmuyoruz, benim buna ekleyeceğim ise, başka millet olmak üzere, ortak yalanların da icat edildiğidir. Bunu tersinden de söyleyebilirim, ortak yalanlar keşfediliyorsa, acaba tek millet mi oluyoruz, bu soruyu yıllardır düşünüyorum. İki önemli Türk-Israel yalanını ise bir türlü çözemiyorum. Şu günler şansımı tekrar denemek istiyorum. İhtiyaç mevcuttur.
Marx’ın da sözü var, appearance and essence üzerinedir, “görünüş ile öz aynı olsaydı, bilim olmazdı”, diyordu; tarık-ı ilm yolunda ilerlemek istiyorum ve bu sözü çok önemsiyorum. Ağız kavgasına, görünüşe hiç bakmıyorum; a, Başer Esad’ın devrilmesi; b, Musul’da Barzani Kürt Devleti’nin kurulması, Israel içindir. Böylelikle iki taşla iki kuş vurulmuş olmaktadır. Musul, merkezi Tel-Aviv olan Neo-Osmanizasyon’un bel kemiğidir ve tabii buna, Yalçın Küçük’ün “Musul alınmazsa Diyarbakır verilir“ fitnesi eklenmelidir. Yüce Gök’e şükürler olsun, bu merkezde de devletli gayretlerimiz devam ediyor; çok taraflıdırlar.
Israel sabırlı; işler, işin esasında, çok iyi gidiyor, “gitsin”; sonunda ya Tayyip Erdoğan ağız değiştirir ya da Tayyip Erdoğan değişir; burasını “görünüş” sayıyoruz. Yalçın Küçük’ün bir diğer fitnesini, Fitne’de vardır, “Israel Türkiye’de Israel‘de olduğundan daha güçlüdür”, unutmuyoruz. İsterlerse, “Yüce Gök göstermesin”, her şey düzlüktür, diyenleri biliyoruz. Ben, kendimi saymıyorum.
Musul meselesinde doktrin değişikliği
Bir düzeltme yapabilir miyim, geçen hafta Barzani’ye “devlet başkanı” muamelesi yapıldığı pek söylendi; cici cici kızlar, bebecikler, bir kısmı şehla ve bir kısmı nerede ise şaşı, ne büyük laflar ediyorlar. Barzani çok büyük açıklamalar yapmış ve herhalde savaşa yönelik, ama ben inanmıyorum. Ancak bu kararın 2008 Milli Güvenlik Kurulu’nda alındığını biliyorum; ol tarihte “Devlet” doktrin değiştirdi, Ordu volta-face yaptı. Tarihi mi, burada kartlarım yok, ancak Yaşar ve İlker Paşalar vardılar ve aynı gün Albay Dursun Çiçek’i, belki tekraren, tutukladılar ve ben “kutlama” notu düşmüştüm. Abdullah Gul Çankaya’ya yeni çıkmıştı, bu işte tuzu çoktur. 1996 Israel Brit’inde de emeği büyüktü ve sınıfları geçerken notlarının düşük olmasını önemsemiyorum. Görünüş zahirdedir.
Yalanlardan tarih inşa etmek
Bir, İspanya ve Portekiz’den kovulan Yahudiler’e dünyanın bütün kapılarının kapandığı ve sadece Türkler’in Yahudiler’i kabul ettiği bir yalandır. Her yere gittiler ve dağıldılar, “diaspora” diyoruz, saçılmadır ve saçıldılar. Bu yalanı Israel Dışişleri Bakanlığı uydurmuştu ve biz üzerine atladık. Buradayız.
Nerede mi, kaç kez yazmak zorunda kaldım, “İsyan 1” çalışmamda kaynakları da var. Ankara Elçiliği’nden Fisher Tel-Aviv’e, “Turkey is unlike other countries in its national sensivity” şeklinde başlayan kriptoyu göndermişti, bu Türkler milli meselelerde çok alıngandırlar, anlamındadır. Israel’de gazeteler sık sık, içinden çıktıkları Osmanlılar’ı karalıyor ve Yahudi düşmanı gösteriyorlardı, bir balans ayarına ihtiyaç duydular, yazıda “balancing” olarak geçmektedir. Bütün bunlar, Profesör Amikam Nachmani’nin “Israel, Turkey and Greece” kitabında ayrıntılı olarak yer alıyor. Bulunan formül şudur, “Israeli journalists could mention that Sultan Bayezid was the only ruler of his time to welcome the Jews expelled from Spain at the end of the fifteenth century”, gazeteler bütün dünyada sadece Sultan Bayezid’in Yahudiler’e kapı açtığını yazabilirler ve hepsi budur. Yazdılar ve biz hemen aldık, tarih yaptık. Milli onurumuz biliyoruz. Ve öteki millet olma yolundayız.
Güzel, bir, alayı yalandır ve sıkılmadan, benim bütün yayınlarıma rağmen, bu yalanı sürdürüyoruz. İki, Bayezid’e atfedilen, İspanya Kral ve Kraliçesi, Yahudiler’i kovmakla akılsızlığını ve “hoş geldin” demekle ben akıllı olduğumu gösterdim lafı, daha büyük yalandır. Üç, “Beş Yüzüncü Yıl Vakfı” işte bunlara dayanıyor, 1992 yılında kuruldu; hep beraberiz. Kurucuların bir kısmı Yahudidirler ve önde gelen sabetayistlerimizi tanımak için kurucular listesine bakılmasını tavsiye ediyorum. Tabii, sabetayist olmayan birkaç kurucu bulunmasını Yüce Gök’ten diliyorum. Demek yalan üzerine vakıf bina eden bir milletiz.
Schindler skandalı
Devamla, sırada “İsyan 2” çalışmam var, tabii bunları bulmak mümkün değil, rahatlıkla kaydediyorum. Burada “The Schindler Scandal” başlıklı kutuyu öneriyorum, bütün dünyada Hitler’in fırınlarına gönderilmekte olan Yahudiler’i kurtaran bir kişinin kahramanlık hikayesi üzerinedir. Filmi de yapıldı, Oscar aldı ve sonunda kalpazanlık olduğu ortaya çıktı, “skandal” diyorlar ve tabii ben yazıyorum. Skandal içinde skandal daha uygun düşüyor. Öneriyorum.
Neden mi, bizden de “Üç Schindler” bulmuştuk, 15 Mayıs 2001 tarihli Hürriyet’te, manşet üstünde parlıyorlar. Selahattin Ülkümen, Namık Yolga ve Necdet Kent adlarındadırlar, hepsi diplomat, Yahudilerimizi ölüme gitmekten kurtarmışlar. Birdenbire keşfettik, çok sevindik; ancak ben inanmadım, yalan olduğunu yazdım. Bunu hep yapıyorum. Yalanları hemen ve hep gören gözlerim var.
Tutmayan yalan: Yerli Schindler
Öyle mi, şimdi yeni bir kitap çıktı, yazarının Yahudi olduğunu anlıyoruz. Kitabı “İletişim” basmış, Israel ve Yahudiler lehine kitaplarda uzmanlaşmış bir yayınevi, ben hep okuyorum. 2012 tarihli C. Guttstadt’ın “Türkiye, Yahudiler ve Holokost” adlı bu çalışması, Necdet Kent’i yalanlamaktadır. Şunları yazıyor: “Türk Yahudi 500. Yıl Vakfı’nın ve diğer kurumların” Necdet Kent’e “Uluslararası Dürüst-Adil Kişi” madalyası verilmesi için gösterdikleri bütün çabalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Yok, hiçbir belge bulunamıyor, bir tek tanık çıkmıyor ve Türk arşivlerinde hiçbir ize rastlanmıyor. Hepsi budur, Hitler’in fırınlarından Yahudi kurtaran kahramanlarımız olduğu iddiaları yalandırlar ve yalanlandılar. Daha önce yalan olduğunu yazmıştım, hep doğrulanıyorum.
Güzel, iki nokta kaldı; “Kent” soyadı “Medine” karşılığıdır ve Yahudiler taşıyorlar. İki, Muhtar Kent, Necdet Kent’in oğlu olup, demek ki İbrani asıllıdır; Coca Cola’nın başında olmasını normal karşılıyoruz. Belki üç, “Amerikalılar adımı söyleyemiyorlar” diyor ki, söylerken “mutar” derler, Fransızca hardal demektir. Amerikan okumuşlarının bu kadar Fransızca bildiklerini biliyoruz. Pek hoş, millet oluyoruz.
Yüzleşmek ve yüzsüzleşmek
Ne mi yaptık, az zamanda bir Cumhuriyet kurduk, kurmak feodalite kalıntıları ile savaşmaktır, Dersim’de yapılan budur. Savaş mı, ölümdür, acıdır, acımasızdır ve unutmak için “Tunceli” olduk. Şimdi yüzleşmek adına yüzsüzleştiriyorlar ve Israel ile aşk yalanları uyduruyorlar, plebisitlerle, referandum da diyebiliriz, ayırıyorlar. Ve Israel’e karşı tek Arap, Esad’ın Suriyesi’ne, Israel’e karşı Maliki’nin Irakı’na ve Israel’in atom hegemonyasına karşı çıkan İran’a düşmanlık saçıyoruz. Peki, Musul’da Barzani mi, Yahudi asıllı olup Israel ile “complementary nation” haldedir, tamamlamaktadır. Ve yüksek komutanlar da yerlerindedirler. Şimdi hal-i milletimiz işte budur.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder