17 Şubat 2016 Çarşamba

Bilic’in çocukluk mutluluğu...


Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa Beşiktaş’ın eski teknik direktörü Slaven Blic ile geniş bir söyleşi yapmış. Renkli ve duyarlı kişiliği ile soruları içtenlikle yanıtlayan Hırvat futbol adamının çocukluğuna ilişkin anlattıkları, söyleşinin içindeki en ilginç ve önemli kısımdı kanımca. Çocukluğunu şöyle anlatıyor Bilic: “O günler aklıma geldikçe hep gülümserim. Mutlu olmak için çok şeye sahip olmanın gerekmediği zamanlarda çocuktum ben. Şimdiki gibi değil! Bugün insanlar, başkalarının sahip olup, kendilerinde olmayanlar yüzünden inanılmaz mutsuzlar. Bizim de pek bir şeyimiz yoktu. Zaten o zamanların Yugoslavya’sında kimse zengin değildi. Annem, babam, kardeşim, büyükannem ve ben kooperatif bloklarında yaşıyorduk. Ne yüzme havuzuna ücret öderdik, ne basketbol sahasına. Belki de bunlar mutlu bir çocukluk geçirmemin nedenleriydi, çünkü hep birilerinin bizi sevip kolladığına inanmıştım.”

Babası iktisat profesörü annesi ise coğrafya ve biyoloji öğretmeni olan Slaven Blic “Fazla paramız yoktu ama eğitim açısından çok zengindik” diyor. İşte size iki sayfalık söyleşiden iki anahtar tümce: “Ne yüzme havuzuna ücret öderdik, ne de basketbol sahasına”, “Fazla paramız yoktu ama eğitim açısından çok zengindik”. Gönenç içinde yaşamanın sırrı da burada saklı kanımca... Paraya değil eğitime ve dolayısıyla üretime dayalı bir sistem. Mareşal Tito’nun kurduğu kendine özgü sistem (özyönetim), mutlu insan yaratmanın koşullarını da hazırlamıştı. Çocuklar bizde olduğu gibi çarpık ve vahşi kapitalizmin baskısı altında ezilmiyorlardı, Tito’nun Yugoslavyası’nda. Kuşkusuz onların da türlü eksiklikleri ve yoksunlukları vardı. Ancak bir çocuğunun mutlu olabilmesi, spor olanaklarından yararlanması için her şey hazırdı orada. Temel insan gereksinimlerinde yoksulluk duyumsanmıyordu. Tito’nun kurduğu sistem Yugoslavya’yı dünyanın bir numaralı sporcu üretim merkezi haline getirmişti. Bizde ise çocukların yüzme havuzlarına, basketbol sahalarına ve diğer hareket alanlarına gitmeleri için ailelerinin ekonomik gücü olması gerekir.

Çocuğuna günümüz koşullarına uygun spor olanakları sunabilen kaç aile var Türkiye’de... Dolayısıyla atlamayan, zıplamayan, yüzmeyen, düşüp kalkmasını bilmeyen, uzun ve kısa mesafe koşmayan çocukları futbol ya da basketbol okullarına götürmenin çok da anlamı yoktur. Önce sözünü etmeye çalıştığım bu temel ve doğal becerilerin gelişmesi gerekir ki çocuk futbol ya da basketbol oyununun içerisinde başarılı olsun. Çocuğun sporsal seçeneği çok olan bir ortamda yaşaması aynı zamanda spor dallarının içinde birbirlerine geçiş yapması olanağını da sağlar. Böylece, çocukluk çağında çeşitli sportif etkinliklerin içinde bulunan çocuklar geleceğin sağlıklı kuşaklarını da yaratırlar. Salt Yugoslavya’da değil Türkiye’de de durum farklı değildi zamanında. Bugünkü çocuklar her türlü teknolojik gelişmeye sahip olsalar da bizim çocukluğumuzdaki denli mutlu değiller. Çocuklarını henüz birkaç aylıkken bilgisayarın ya da televizyonun karşısına oturtan ebeveynler evlatlarını değil kendilerini mutlu etmeye çalışıyorlar.

Bilic’in çocukluğunun geçtiği Yugoslavya, anlatmaya çalıştığım mutlu insan yaratma projesinin merkezlerinden biriydi. O ülkeyi kuran Tito’nun Anadolu’ya ilişkin söylediği sözler de var. Bir yerde okuyup notlarım arasına almıştım. Sizlerle de paylaşmak isterim.

“Dünyanın geleceği bağımsız ülkelerin elindedir. Dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya düşer. Anadolu’da Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu, dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır. Yoksa, Anadolu teslim olursa cephe daralır.”

Metin TÜKENMEZ
Aydınlık/05.02.2016