4 Şubat 2016 Perşembe

Sola Yutturulmaya Çalışılan Zoka: Kimlik Siyaseti- 10

Hüseyin ZERAY
"İstanbul"
Tual Üzerine Yağlıboya


KÜRT ETNİK PARTİLERİ VE KİMLİK SİYASETİ

   1990’lı yıllardan bu yana Türk siyasal hayatında yasal Kürt etnik partileri gerçeği bulunmaktadır. 12 Mart öncesine kadar kökleri birlikte hareket ettikleri Türkiye sosyalist akımında olduğundan, Kürt milliyetçiliği kendisini sol kulvarda tanımlamaktadır. Ancak Halkın Demokrasi Partisi (HADEP)’nin 1995 tarihli programından en son Halkların Demokrasi Partisi (HDP) programına kadar incelendiğinde, Kürt kimlik siyasetinin, batılı kimlik siyaseti kurumlarına nasıl eklemlendiği açıkça görülmektedir. HADEP’ten HDP’ye uzanan 15 yıllık süreç, Kürt kimlik siyasetinin kendi içinde tutarlılaşması ve sosyalist akım ile olan bağlarından adım adım kurtulmasının tarihidir.

HADEP programında sanayileşme, bölgeler arası dengeli kalkınma gibi iktisadi unsurlar görülüyor. Toprak reformuna yer verilmiş. Program solun geleneksel tutumuna paralel olarak iktisadi adaletsizliklerin artışına hem dünya hem de Türkiye ölçeğinde dikkat çeken bir anlayışı henüz sürdürüyor. Toplumsal kesimler sayılırken işçi, memur, köylü, aydın gibi sınıfsal belirlemelere öncelik veriliyor. Ancak Kürt sorununda eyalet sistemi ve yerel parlamento gibi çözüm önerileri önceliklidir.

HADEP programında sosyalist partilerin genel eğilimlerine uygun olarak bir dünya durumu analizi bulunuyor. Ancak insan haklarının ülkelerin iç işi olmaktan çıktığını belirterek, Kürt sorununa uluslararası müdahalenin meşruiyetine yeşil ışık yakıyor. Sosyalist partiler dünya durumu analizini malumat olsun diye yapmıyorlar şüphesiz. Dünya ölçeğinde üretici güçlerin gelişmesinin önündeki en büyük engel olan emperyalizmin durumunu, emperyalist ülkeler arası çelişkileri, ezilen dünyadaki devrimci dinamiği vs. analiz ederek, genelden özele inen bir analiz yapıyorlar. Meseleye bu açıdan bakınca HADEP’in programındaki dünya durumu analizinin partinin ideolojik konumlanışı ile ilgili olmayıp, sol gelenekle kurduğu bağdan kaynaklanan bir kalıntı olduğu anlaşılıyor. Programda kimlik siyaseti henüz sadece Kürt sorununun ülkenin en önemli sorunu olarak tanımlanmasına bağlı olarak etnik temelde görülüyor. Bu sorun da insan hakları söylemine gömülü olarak işleniyor. Ama emekçiler başta olmak üzere aydınlar, yurtseverler, barışseverler ve çevreciler demokrasi bileşenleri olarak sayılıyor. Henüz mezhepler ve eşcinseller programa girmemiştir. Programda bilgi toplumu yaratmaktan bahsedilmesi, 1970’lerin sonlarından itibaren batıda üretilen kapitalizmin aşılması iddialarının etkisini göstermektedir. Kapitalizmin yerini bilgi toplumu, ağ toplumu, postmodern toplum, sanayi sonrası toplum vs. adlarla nitelenen yeni bir toplum tipinin aldığı iddiaları siyasal bir sonuç doğurmaktaydı. Buna göre artık siyasetin işçi sınıfı omurgası üzerinden tanımlanması geçersizdi. Yukarıda da belirtildiği üzere yeni orta sınıf diye nitelenen ve giderek kimlik merkezli bir siyaset anlayışına dönüşen anlayış, söz konusu toplumsal değişme analizleri ile ilişkiliydi.

HADEP programı, SSCB’nin dağılmasının etkilerinin henüz taze olduğu koşullarda, kimlik siyasetinin geleneksel solun kalıntılarından ve “ağırlıklarından” henüz tam olarak kurtulamayışını yansıtan bir programdır. Alman sosyal demokratlarının iki dünya savaşı arasındaki 1921 Görlitz programına benzetilebilir. Hedefler netleşmiş olsa da geçmiş dönemin kalıntıları programdan tam olarak temizlenememiştir. Sonraki on yıl içinde bu açıdan büyük bir ideolojik ve programatik arınma yaşanacaktır.

Demokratik Toplum Partisi (DTP) nin 2005 tarihli programında kimlik siyasetinin anarşizmden mülhem devlete karşı toplum iddiasının yerleştiği görülüyor. Örneğin Türkiye’de siyaset kurumunun ve partilerin toplum yerine hep devleti ve iktidarı esas aldıkları ve böylece bunalım yarattıkları DTP’nin temel iddiasıdır. Devlet particiliği yapan partilerin temel amacı devlet yönetimini ele geçirerek rant dağıtmak olmuştur. Yeni toplumsal hareketlerin, devlet iktidarını değil, toplumsal ve kültürel kodları dönüştürmeye çalıştığı hatırlanmalıdır. Nitekim DTP, kendisinin diğer partilerden farklı olarak devlet, etnisite, sınıf ve eril odaklı değil toplum odaklı siyaset yapacağını bildirmiştir. Siyasetin devlet, sınıf ve eril odaklı olmaması, kimlik siyasetinin batılı versiyonunun benimsendiğini göstermektedir. Parti aynı zamanda etnisite odaklı siyaset de yapmayacağını bildirmektedir. Ancak programın bütün ruhunu mütemadiyen tekrarlanan etniklik oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bile Türkler, Kürtler ve diğer etnik grupların öncülüğüyle açıklanmaktdır. Atatürk döneminin kimliklerin tanınması açısından tekçi bir yapıya sahip olduğu, bu yüzden demokratik olmadığı gibi demokrasiye zemin hazırlamaktan da uzak olduğu savunulmaktadır. Bütün yurttaşları Türk kimliği çatısında toplayan rejim, demokrasi için gerekli olan zenginliğe son vermiştir. Program boyunca demokrasi ve kardeşlik adına tarihsel olayların sürekli olarak etnik indirgemecelik içinde okunduğu görülmektedir.

DTP ye göre varoluşsal mantığı itibariyle devletin demokrasi, eşitlik ve özgürlüklerle bağdaşması mümkün değildir. Bu nedenle DTP, devletin yerine sivil toplumu, özgür yurttaş meclislerinin oluşturacağı demokratik konfederalizmi ikame etmeyi önermektedir. Yukarıda kimlik siyasetinin mantıksal sonucunun ortaçağ şehir devletleri biçiminde bir örgütlenme olduğu ifade edilmişti. Avrupa merkezli yeni toplumsal hareket kuramları, işçi sınıfı devrimciliği yerine devletsiz bir sivil toplum örgütlenmesini öne çıkarmaktaydı. En tutarlı temsilcilerini anarşitlerde ve anarko-liberallerde bulan bu yaklaşım DTP tarafından benimsenmiştir. Ancak siyasal hedefin henüz ekolojik konfederalizm biçimini almadığı görülmektedir. Bu aşamaya HDP ile ulaşılacaktır. DTP’ye göre ulus devletler pek çok sorunun kaynağıdırlar. Zaten dünyadaki gelişmeler de ulus devletlerin mevcut biçimleriyle varlıklarını korumalarına olanak tanımamaktadır. Devlet küçültülerek bir hizmet ve koordinasyon aracı haline dönüştürülmelidir. Bir kimlikler konfederasyonunun önündeki en büyük engelin ulus devlet olduğunun farkında olan parti, küreselleşme ile ulus devlet arasındaki çelişmeden yarar sağlayacağını hesaplamaktadır. O halde DTP’nin sosyalist partilerden farklı olarak AB gibi kurumlara ve küresel mali sistem ile bütünleşmeye taraftar olması gerekir.


Gerçekten de DTP’nin, programında Türkiye’nin AB’ye katılımını hızlandırmaktan yana olduğunu ilan ettiği görülmektedir. Programın hiçbir yerinde emperyalizm analizi, NATO’dan ve Türkiye’nin emperyalizme bağımlı kalmasına yol açan kurumlardan çıkış önerisi yoktur. Bölge merkezli bir dış politika önerisi görülmez. Ancak Türkiye’nin bir ulus devlet olarak erozyonunu kolaylaştıracağı hesaplanan Ermeni sorununda “tarihle yüzleşme” çağrısı yapılır ve Kıbrıs sorununda Annan Planı desteklenir. Ekonomi düzleminde bakıldığında Türkiye’nin uluslararası sistemin içinde kalmasının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bankacılık, borsa ve sigortacılıkta spekülatif işleyişin önlenmesi, döviz kurlarının istikrarının sağlanması, özelleştirmelerin sürdürülmesi gibi “sistem içi” çözümler sıralanmaktadır. DTP’nin ekonomik açıdan en özgün yönü bütün program boyunca sürekli vurgulanan askeri harcamaları kısıtlanmasıdır.

Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251


Yazının ilk bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti)

Yazının ikinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyasetinin Temelleri: Yeni Toplumsal Hareketler)

Yazının Üçüncü bölümü için bkz. (Neoliberalizm ve Muhalefetin Yeniden Tasarlanması)

Yazının Dördüncü bölümü için bkz. (Küreselleşme ve Azgelişmiş Ülkelerde Kimlik Siyaseti)

Yazının Beşinci bölümü için bkz. (Kimliğin Bireysel, Kolektif ve Ulusal Boyutları)

Yazının Altıncı bölümü için bkz. (Uluslaşma ve Kolektif Kimlikler)

Yazının Yedinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti ve Özgürlük)

Yazının Sekizinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti ve Demokrasi)

Yazının Dokuzuncu bölümü için bkz. (Türkiye’de Kimlik Siyaseti ve Sol)