KÜRT ETNİK PARTİLERİ VE KİMLİK SİYASETİ
1990’lı
yıllardan bu yana Türk siyasal hayatında yasal Kürt etnik partileri gerçeği
bulunmaktadır. 12 Mart
öncesine kadar kökleri birlikte hareket ettikleri Türkiye sosyalist akımında
olduğundan, Kürt milliyetçiliği kendisini sol kulvarda tanımlamaktadır.
Ancak Halkın Demokrasi Partisi (HADEP)’nin
1995 tarihli programından en son Halkların
Demokrasi Partisi (HDP) programına kadar incelendiğinde, Kürt kimlik
siyasetinin, batılı kimlik siyaseti kurumlarına nasıl eklemlendiği açıkça
görülmektedir. HADEP’ten HDP’ye uzanan 15 yıllık süreç, Kürt kimlik siyasetinin kendi
içinde tutarlılaşması ve sosyalist akım ile olan bağlarından adım adım
kurtulmasının tarihidir.
HADEP programında sanayileşme, bölgeler arası dengeli kalkınma gibi
iktisadi unsurlar görülüyor. Toprak reformuna yer verilmiş. Program solun
geleneksel tutumuna paralel olarak iktisadi adaletsizliklerin artışına hem
dünya hem de Türkiye ölçeğinde dikkat çeken bir anlayışı henüz sürdürüyor.
Toplumsal kesimler sayılırken işçi, memur, köylü, aydın gibi sınıfsal
belirlemelere öncelik veriliyor. Ancak Kürt sorununda eyalet sistemi ve yerel
parlamento gibi çözüm önerileri önceliklidir.
HADEP programında sosyalist partilerin genel eğilimlerine uygun
olarak bir dünya durumu analizi bulunuyor. Ancak insan haklarının ülkelerin iç
işi olmaktan çıktığını belirterek, Kürt sorununa uluslararası müdahalenin
meşruiyetine yeşil ışık yakıyor. Sosyalist partiler dünya durumu analizini
malumat olsun diye yapmıyorlar şüphesiz. Dünya ölçeğinde üretici güçlerin
gelişmesinin önündeki en büyük engel olan emperyalizmin durumunu, emperyalist
ülkeler arası çelişkileri, ezilen dünyadaki devrimci dinamiği vs. analiz
ederek, genelden özele inen bir analiz yapıyorlar. Meseleye bu açıdan bakınca HADEP’in programındaki dünya
durumu analizinin partinin ideolojik konumlanışı ile ilgili olmayıp, sol
gelenekle kurduğu bağdan kaynaklanan bir kalıntı olduğu anlaşılıyor. Programda
kimlik siyaseti henüz sadece Kürt sorununun ülkenin en önemli sorunu olarak
tanımlanmasına bağlı olarak etnik temelde görülüyor. Bu sorun da insan hakları
söylemine gömülü olarak işleniyor. Ama
emekçiler başta olmak üzere aydınlar, yurtseverler, barışseverler ve çevreciler
demokrasi bileşenleri olarak sayılıyor. Henüz mezhepler ve eşcinseller programa
girmemiştir. Programda bilgi toplumu yaratmaktan bahsedilmesi, 1970’lerin
sonlarından itibaren batıda üretilen kapitalizmin aşılması iddialarının
etkisini göstermektedir. Kapitalizmin yerini bilgi toplumu,
ağ toplumu, postmodern toplum, sanayi sonrası toplum vs. adlarla
nitelenen yeni bir toplum tipinin aldığı iddiaları siyasal bir sonuç
doğurmaktaydı. Buna göre artık siyasetin
işçi sınıfı omurgası üzerinden tanımlanması geçersizdi. Yukarıda da belirtildiği üzere yeni orta sınıf diye
nitelenen ve giderek kimlik merkezli bir siyaset anlayışına dönüşen anlayış,
söz konusu toplumsal değişme analizleri ile ilişkiliydi.
HADEP programı, SSCB’nin dağılmasının etkilerinin henüz taze olduğu
koşullarda, kimlik siyasetinin geleneksel solun kalıntılarından ve “ağırlıklarından”
henüz tam olarak kurtulamayışını yansıtan bir programdır. Alman sosyal demokratlarının iki dünya savaşı arasındaki
1921 Görlitz programına benzetilebilir. Hedefler netleşmiş olsa da geçmiş
dönemin kalıntıları programdan tam olarak temizlenememiştir. Sonraki on yıl
içinde bu açıdan büyük bir ideolojik ve programatik arınma yaşanacaktır.
Demokratik Toplum Partisi (DTP)’ nin 2005 tarihli programında kimlik
siyasetinin anarşizmden mülhem devlete
karşı toplum iddiasının yerleştiği görülüyor. Örneğin Türkiye’de
siyaset kurumunun ve partilerin toplum yerine hep devleti ve iktidarı esas aldıkları
ve böylece bunalım yarattıkları DTP’nin temel iddiasıdır. Devlet particiliği yapan
partilerin temel amacı devlet yönetimini ele geçirerek rant dağıtmak olmuştur.
Yeni toplumsal hareketlerin, devlet iktidarını değil, toplumsal ve kültürel
kodları dönüştürmeye çalıştığı hatırlanmalıdır. Nitekim DTP, kendisinin diğer partilerden farklı olarak devlet,
etnisite, sınıf ve eril odaklı değil toplum odaklı siyaset yapacağını
bildirmiştir. Siyasetin devlet, sınıf ve eril odaklı olmaması, kimlik
siyasetinin batılı versiyonunun benimsendiğini göstermektedir. Parti aynı zamanda etnisite odaklı siyaset de
yapmayacağını bildirmektedir. Ancak programın bütün ruhunu mütemadiyen
tekrarlanan etniklik oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bile Türkler, Kürtler ve diğer etnik
grupların öncülüğüyle açıklanmaktdır. Atatürk döneminin kimliklerin tanınması
açısından tekçi bir yapıya sahip olduğu, bu yüzden demokratik olmadığı gibi
demokrasiye zemin hazırlamaktan da uzak olduğu savunulmaktadır. Bütün
yurttaşları Türk kimliği çatısında toplayan rejim, demokrasi için gerekli olan
zenginliğe son vermiştir. Program boyunca demokrasi ve kardeşlik adına tarihsel
olayların sürekli olarak etnik indirgemecelik içinde okunduğu görülmektedir.
DTP’ ye göre varoluşsal
mantığı itibariyle devletin demokrasi, eşitlik ve özgürlüklerle bağdaşması
mümkün değildir. Bu nedenle DTP, devletin yerine sivil
toplumu, özgür yurttaş meclislerinin oluşturacağı demokratik konfederalizmi ikame etmeyi
önermektedir. Yukarıda kimlik
siyasetinin mantıksal sonucunun ortaçağ şehir devletleri biçiminde bir
örgütlenme olduğu ifade edilmişti. Avrupa merkezli yeni toplumsal hareket kuramları, işçi sınıfı
devrimciliği yerine devletsiz bir sivil toplum örgütlenmesini öne
çıkarmaktaydı. En tutarlı temsilcilerini anarşitlerde ve anarko-liberallerde
bulan bu yaklaşım DTP tarafından
benimsenmiştir. Ancak siyasal hedefin henüz ekolojik konfederalizm biçimini almadığı
görülmektedir. Bu aşamaya HDP ile ulaşılacaktır. DTP’ye göre
ulus devletler pek çok sorunun kaynağıdırlar. Zaten dünyadaki gelişmeler de
ulus devletlerin mevcut biçimleriyle varlıklarını korumalarına olanak
tanımamaktadır. Devlet küçültülerek bir hizmet ve koordinasyon aracı haline
dönüştürülmelidir. Bir
kimlikler konfederasyonunun önündeki en büyük engelin ulus devlet olduğunun
farkında olan parti, küreselleşme ile ulus devlet arasındaki çelişmeden yarar
sağlayacağını hesaplamaktadır. O halde DTP’nin sosyalist partilerden farklı
olarak AB gibi kurumlara ve küresel mali sistem ile bütünleşmeye taraftar
olması gerekir.
Gerçekten de DTP’nin, programında
Türkiye’nin AB’ye katılımını hızlandırmaktan yana olduğunu ilan ettiği
görülmektedir. Programın hiçbir yerinde emperyalizm analizi, NATO’dan ve
Türkiye’nin emperyalizme bağımlı kalmasına yol açan kurumlardan çıkış önerisi
yoktur. Bölge merkezli bir dış politika önerisi görülmez. Ancak
Türkiye’nin bir ulus devlet olarak erozyonunu kolaylaştıracağı hesaplanan
Ermeni sorununda “tarihle yüzleşme” çağrısı yapılır ve Kıbrıs sorununda Annan
Planı desteklenir. Ekonomi
düzleminde bakıldığında Türkiye’nin uluslararası sistemin içinde kalmasının
öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bankacılık, borsa ve sigortacılıkta spekülatif
işleyişin önlenmesi, döviz kurlarının istikrarının sağlanması,
özelleştirmelerin sürdürülmesi gibi “sistem içi” çözümler sıralanmaktadır. DTP’nin ekonomik açıdan en özgün yönü bütün program boyunca
sürekli vurgulanan askeri harcamaları kısıtlanmasıdır.
Yrd.Doç. Atakan HATİPOĞLU
Adnan Menderes Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
BİLİM ve ÜTOPYA / Mayıs 2015 / Sayı:251
Yazının
ilk bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti)
Yazının ikinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyasetinin
Temelleri: Yeni Toplumsal Hareketler)
Yazının Üçüncü bölümü için bkz. (Neoliberalizm ve
Muhalefetin Yeniden Tasarlanması)
Yazının Dördüncü bölümü için bkz. (Küreselleşme ve
Azgelişmiş Ülkelerde Kimlik Siyaseti)
Yazının
Beşinci bölümü için bkz. (Kimliğin Bireysel, Kolektif ve Ulusal Boyutları)
Yazının Altıncı bölümü için bkz. (Uluslaşma ve
Kolektif Kimlikler)
Yazının Yedinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti ve
Özgürlük)
Yazının
Sekizinci bölümü için bkz. (Kimlik Siyaseti ve Demokrasi)
Yazının
Dokuzuncu bölümü için bkz. (Türkiye’de Kimlik Siyaseti ve Sol)